Şantajın faturası yolda

Bizdekine isteyenlerin “tüccar imamlar demokrasisi” de diyebileceği mafya ekonomisinin veya neoliberal mafya rejimlerinin en tipik özelliği, sistemden yemlenen rakiplerin karşılıklı şantajlarla birbirinden para koparması, yani bir gelir yaratması değil midir? Başka tanımlar da vardır kuşkusuz, ama biri herhalde budur. Çeteler birbirlerinin zayıf yerlerini kullanarak veya boşluklar ve zaaflar yaratarak bir ranta konmak ister.

Bu sadece yerel veya ulusal ölçekte değil, uluslararası ölçekte de geçerli bir yöntem olmalı.

Değilse, önceki gün yapılan Berlin-Ankara pazarlıklarını nasıl tanımlayacağız? Berlin neden, en üst düzeyde, Ankara ile ilk kez bir hükümetler arası konsültasyon gerçekleştirileceğini ve bunu da pek az ülkeyle yaptıklarının altını çizdi? Nereden kaynaklanıyor bu prim?

Bir mafya çekişmesi altındayız. Burada, tarafların birinin diğerinden daha temiz olduğunu ileri sürecek halimiz yok. Ha, aramıza karışmış birileri var tabii, onlar, yani, misal, bir oligark ölünce taziye sırasına giren ve solculuğu kimseye bırakmayan “demokrat eşbaşkanlar” veya ülkenin en kepaze gruplarına “entel hizmetler” verirken bazı müteveffa tekelcilerin aslında bir düzeyi temsil ettiğini savunabilen demokrat gazetecilerdir. Acı olan, bu paspasların acılı ve sosyalizm dışında bir hedefi kabul etmeyen Türkiye soluna solculuk dersi verme cüreti gösterebilmesidir. Bunlar, demokrasiyle etiketlenmiş her rezaletin altına paspas olmayı iş sayan bir zihniyetin örnekleri olmasın sakın?

Örnekleri?

Evet, dolayısıyla mevcut sistemin içtenlikli yardakçıları: Ekmeklerini bu yoldan kazanıyorlar, belki ondandır. Avrupa dillerine de girmiş, “Kimin ekmeğini yiyorsam, onun şarkısını söylerim!” (Wes Brot ich ess, des Lied ich sing) vecizesini doğrulamak için çırpınıyorlar, diyelim. İşçi sınıfının ekmeğini yediklerine, yani onun kurtuluşu uğrunda bir bedel ödediklerine, sosyalizmin mümkün ve güncel olduğunu savunduklarına hiç tanık olmadık, şimdi neden başka türlü konuşsunlar? Elbette oligarklar için taziye sırasına girecek ve bunu kabullenemeyen “sınıfçı” sola da solculuk ve terbiye dersi vereceklerdir. Peki. Meraklısı ve uşaklıkta bahane sınırı tanımayanlar, İsmail Saymazlara, şimdilerde içeriden birer Allende gibi çıkmayı hayal eden Erdem Güllere, Can Dündarlara, tabii İlhan Selçuk’un kemiklerini sızlatarak gazetesini ele geçiren “pişmancılara” hayran olmayı sürdürebilirler. Taraf bitti, Radikal bitti, onlarını yerini alan Cumhuriyet’in de günleri sayılı. Bu âlemde herkese yer var.

Ama bu âlemin çimentosu demokrasi. Biz soL’un ve onu taşıyan siyasi iradenin dışında bir “antidemokrasi” çabasına, yani “sosyalizm doğrultusunda bir aşkınlık çabasına” tanık olduğumuzu hatırlamıyoruz. Dolayısıyla yaşanan bu dökülmeleri doğal karşılamak zorundayız. Marx daha 1852’de eşitlikçi ideallerine rağmen parlamenter rejimi kuşkuyla karşılamış ve realitedeki kötü burjuva ilişkilerin gücüne dikkat çekmişti. 164 yıl sonra çok daha olumsuz bir yerdeyiz: Demokrasi, oligarşinin bir ahir zaman “kıyma makinesi”dir: Bu kıyma makinesi, solcuyu biraz da yukarıda adı geçenlere benzetmek için yaratılmıştır. Emekçi kitlelerin iktidarı ele alması, yönetime katılması, emekçilerin, kadınların, çocukların refah ve haklarının ortak mülkiyet ve eşitlik temelinde yükseltilmesi olarak anlaşılan bir ideolojiden söz etmiyoruz. Demokrasinin öyle şeylerle hiçbir ilgisi yok. Bir uyuşturucudur: Oligark şakşakçısı bir sarhoşluktan ve bu sarhoşluğu yaratan uyuşturuculardan söz ediyoruz. Neyse, döneriz. Mesut Odman Hocamızın “Aklını demokrasiyle bozmuş Türkiye solu” saptamasını doğrulayan şeyler işte...

Gelmek istediğimiz yer, Ankara-Berlin ilişkileri dolayımıyla şu soru: Bu karşılıklı şantajın uluslararası topluluğu feraha çıkarabileceğini düşünen var mı? Yani Türkiye’deki 3 milyona yakın mülteciyi AB sınırlarına salıvereceğini açıkça ilan eden ve bu şantajla 3 milyar avrodan çok daha fazlasını elde etmeye çalışan dinci Ankara tarafından bu koşulları kabul etmeye zorlanan Berlin, acaba bu tilkiliği ileride affeder mi?

Bunun hesabını sormaz mı?

Ya da Türk zaafını, mesela içeride Kürt halkına açılan savaşta en zayıf bir yerinden yakalayamaz mı? Görmezden gelmeyi sürdürür mü? Almanya süper güç değil, ama dünyanın en büyük güçleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Böyle şantajları affetmesi, büyük güçlerin tanımı gereği mümkün değil...

Besledikleri, bir ara yemledikleri ve sonra aniden yüz çevirdikleri Saddam’ların, Kaddafi’lerin sonunu bilmiyor muyuz?

Almanya AB’si, ilk fırsatta bu şantajın hesabını alacaktır. Vereceği ve aracı olacağı 3 milyardan fazla avronun acısını, bu “burnuna halka takılıp hükümetler arası konsültasyonlara mecbur bırakılmasının acısını” çıkarır mutlaka. Kurtlukta kanun böyle.

Ankara’nın tüccar imamları, bu stratejik yakınlaşma nedeniyle kendilerini vazgeçilmez sanabilir, kendilerine bu duygu verilmiş olmalı, ama bu yakınlıkta alacakları darbenin öldürücülüğünü hiç anlayamadıkları da ortada.

AB’nin bu son “aç kavimler göçüyle” temellerinin sarsıldığı doğrudur, ama Türkiye’nin bir içsavaştan geçmeye çalıştığı ve şantajla para koparma şansının pek fazla olmadığı, bu geçici stratejik konsültasyonların ilk fırsatta çöpe atılacağı da doğrudur.

Faturayı beklesinler bakalım.

Her yolun paspası demokratlarımız duymayı pek sevmez, ama realite acıdır: Sınıflar mücadelesi tarihe yön veriyor. Uluslararası finans sisteminin 2007’dekinden daha beter bir krizin arifesinde olduğunu geçenlerde Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) eski başekonomistlerinden, şimdi OECD’de üst düzey görevli William White The Telegraph’ta 19 Ocak’ta hatırlatmış: AB böyle giderse bir iflas çığı altında kalacakmış (“World faces wave of epic debt defaults, fears central bank veteran”). Gazete felaketin altını çizerken, şu anda Avrupa banka sisteminde batık konumdaki kredi toplamının 1 trilyon doları bulduğuna dikkat çekiyor. Durum çok vahim. Angela Merkel’in koltuğu bile, ekonomi dış ticaret fazlalarıyla dolup taşar, yani neredeyse adamlar parayı istifleyecek ayakkabı kutusu bulamazken, resmen zangır zangır sallanıyor.

Kaosu derinleştirecek Türk şantajına şimdi evet diyenler, Ankara’yı ilk fırsatta yerle bir edecek olanlardır.

Kaos günlerinde ve arifesinde şantaj, Türk tipi “öldüren aşktan” çok daha tehlikelidir. Görürüz.