Şantaj ekonomisinin kanlı sonu

Sanki bizi izliyorlar ve haklı çıkarmak için de döküm döküm dökülüyorlar. Geçen hafta Ankara şantajlarının er ya da geç acısının çıkarılacağını, Berlin-Brüksel çıkışlı faturanın yolda olduğunu, üç vakte kadar Ankara’daki adrese ulaşacağını belirtmiştik. Bunu 3 milyarlık şantaja bakarak iddia etmiştik. Ankara’dan çıkan kokuların, daha doğrusu tüccar imamlar rezaletinin ne anlama geldiğinin farkında olduğumuz için, bu taleplerin orada kalmayacağını da biliyorduk.

Nitekim hafta sonunda, Ankaralı dincilerin kirli celep hesaplarıyla çok daha çirkin yollar izlemekte olduğu ortaya çıktı. Berlin, Brüksel üzerinden, Ankara’nın hesaplarını Avrupa kamoyuna duyurmayı ihmal etmedi.

Ne mi oldu?

Türkiye’deki ana akım medyanın cumartesi ve pazar günü resmen geçiştirdiği, ama Batı Avrupa medyasında kendisine yer bulan yeni bir haber şunu ortaya çıkardı: İktidara iyice yerleşmiş tüccar imamların AB ile sürdürdüğü ve Batılıların artık “at pazarlığı” falan diye kavramlaştıracağı anlaşılan bu “sığınmacı pazarlığının”, sürekli bir şantaj kaynağı olacağı ortaya çıktı. Berlin kaynaklı ama Brüksel diplomasisi üzerinden alınan bilgileri, Almanya’da muhafazakâr bir gazete, Die Welt, “Ankaralı dincilerin AB’yi nasıl söğüşlemek istediğini”, elbette bu ifadeleri kullanmayarak, haberleştirdi. Galiba soL dışında Türkiye solunun pek gündemine almadığı bu haberin sonuçsuz kalması zor.

Zor ve bu yolun sonu gerçekten kötü. Erdoğan rejiminin AB’den sığınmacı milyonlar için 3 milyar değil en az 5 milyar avro koparmaya çalıştığı bilgisi, Batı kamuoyunda yeni bir nefret dalgasının derinden derine yayılmasına yol açmış olmalıdır.

Türkiye’deki büyük medyanın veya ana akım medyanın bunu büyütmemesi doğaldır, büyüttüğünde de Tayyip Cumhuriyeti’nin kurucu babasının “necip milletimizin yüce çıkarları için” bu parayı koparmaya çalıştığını anlatması beklenir. Başka ne yapacaklardı? Dolar ve avro “mücahitleri” sahnededir...

Sorun solun sessizliği, etkisizliği ve çaresizliği...

Egemenler, “şantajcı Türkiye” veya “ölü soyucusu Ankara” resminin Batı dünyasında ve diğer yerlerde iyice yerleşmesi için hep birlikte çalışıyorlar. Bu yolun sonunda, “Böyle devlet olmaz olsun!” diye bir genel reddiye çıkacağı da anlaşılıyor.

İyi de, ne oluyor?

Bu “aç kavimler göçü”nün kimlere yaradığına tanık oluyoruz. Sinekten yağ çıkarmayı bilen Türk sermayesi ve Türkiye dincileri, her türden milliyetçinin desteğiyle gömdükleri bir cumhuriyetin üzerine son toprakları da atmaya çalışıyorlar. Batı Avrupa’nın, Berlin onay verse bile, sözü geçen 3 milyar avroyu bir türlü bir araya getiremediği koşullarda, aniden 5 milyarlık bir fatura pazarlığıyla karşı karşıya kalması, ortamı gerginleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Başbakan Angela Merkel, tir tir titriyor. Alman sermayesi sosyal barışın tehlikeye düşmesinden son derece tedirgin. Tüm anketleri altüst edebilecek yeni bir sağ dalga “AfD” adıyla Alman siyaset sahnesine çıkmış durumda çoktan.

Bu ortamda, Hollanda’nın Türkiye’den 250 bin sığınmacıyı alıp AB içinde dağıtma planlarına herkes gibi yükselen Alman sağ popülizmi de gülüyor. Çünkü sadece Urfa’da yaşayan Suriyeli göçmen sayısının bu rakamın iki katı olduğu biliniyor.

Sorun tüm Avrupa düzenini sarsacak boyutlarda ve işte tam bu sırada, sığınmacı kitleden daha fazla post çıkarma çabası içindeki Türk tüccarlığına tepki de büyüyor.

İşin hangi noktada patlayacağını bilemiyoruz.

Ama Avrupa’nın, şaşırdığı bir krizin kucağında Türk siyasetine, hatta Türklere özel bir nefret biriktirdiğini de görebiliyoruz. Elle tutulur, gözle görülür bir nefret bu.

Ankara’daki dincilerin sonu kötü. Kendilerinin vazgeçilmez olduğunu sanan, bu nedenle cehaletleri ve ahlaki bayağılıklarıyla Anadolu’nun ve çevre halklarının derisini yüzmeyi ekonomik faaliyet diye yutturmaya çalışan tüccar imamları, çöktüklerinde, Batı Avrupa’ya hiç sokmayabilirler.

Onun için AKP ve eski/yeni destekçileri Türkiye’yi darmadağın etmek zorunda. Türkiye ve çevre halklarının derisini yüzerek elde ettikleri milyonları birer dinci savaş zengini olarak bir yerlerde yeme hesapları yapıyorlar. Ama bunun için peşlerinde kimsenin, özellikle de laik cumhuriyetin bekçisi bir sosyalist iktidarın olmaması gerek.

Bunlar Türkiye’nin yakılıp yıkılmasından başka bir çıkış yolu tanımıyorlar.  

Yazık ki, bu kasap kadroyu Türkiye halkı sırtında taşıdı. Emperyalist başkentler bu malzemeyi kullanmayacak ve hesap sormayacak da ne yapacak? Türk ve Kürt ilericiliği, muhalefette AKP bayağılığına karşılık gelecek kadroların da “soldan” darbeleriyle başa çıkmaya çalışıyor. Dağlardaki bazı çoban ateşlerini görmezlikten gelemeyiz tabii ama... Durum iyi değil...

Her neyse: Biz bu satıcı ve satılık dincilerle liberal yardakçılarını kurtaramayız, sonları kaçınılmaz hale geldiğinde de kılımızı bile kıpırdatmamalıyız.

Tabii cumhuriyeti çökertenlerin neden olduğu hiçbir faturayı ödemeyeceğimizi tüm programlarımıza yazmalıyız.