Sağ-sol cepheleşmesi artık tek yol

Tamam, eski TDK ve Ömer Asım Aksoy çizgisini, onun sürdürücülerini her nedense terk edelim ve artık “içsavaş” değil, “iç savaş” olarak yazalım. Mesele gerçekten çok açık: Türkiye’de bir iç savaş var. Bu, hafta sonunda on binleri sokağa döken Avrupa’daki gösterilerde olduğu kadar Türkiye’de Kürt halkına yönelik katliamlarda da açıkça ilan edilmiş görünüyor.

Herkes iç savaş istiyor.

Hesap, bu iç savaşın açılması değildi zaten.

Hesap, er ya da geç sahneye egemen olacak iç savaşın taraflarını belirlemek, onların kendilerine sunulan sınırların dışına çıkmamasını sağlamaktı. Emperyalist başkentlerin arzuladığı sınırlar çerçevesinde bir iç  savaş örgütlemek üzere gerekli önlemler alınmıştı. Şimdi uluslararası sermaye ve Türk oligarşisi, Kürt zenginleriyle işbirliği içinde, attıkları oltaları veya ağları çekiyor ve istedikleri balıkları topluyorlar. Şiddet ve düşmanlık ekmişlerdi, iç savaş biçecekler. Bunu istiyorlar. Bundan çekindikleri falan yok. Cahil cüreti: Artık her şeyin kendilerine yarayacağı inancındalar. Delirme halinin başka tanımı var mı? Sermaye demokrasisi, eğer komünist bir tehdit altında değilse, faşist delirmenin dirilmesidir. Olağanlaşmasıdır.

Peki, ya biz?

Biz ne yapacağız?

Bu aşamadan sonra hâlâ “Aman ha, iç savaş falan çıkar, sakın alet olmayın! ” diye mi bağıracağız?  İşimiz o mu?

Yoksa falan veya filan emperyalist başkentin hesaplarını kendimize daha yakın bulup o doğrultuda çağrılarda mı bulunacağız? AB’yi, Berlin-Paris hattını, Moskova’daki “Arslan Putin”i, Washington’daki “Biji Obama”yı çağıran milliyetçi ve her biri kendince liberal deliliğe destek mi olacağız?

Bizim kafamızda bir başka şey var tabii.

Eğer iç savaş kaçınılmazsa, bu ülkenin nihai ve yüksek yoğunluklu bir iç savaşla siyaset sahnesinden çekileceği ve paramparça olacağı günlerin artık içine girmişsek, herhalde oturup boğazlaşmayı seyredecek değiliz.

Bu kaçınılmaz ve yoksul kanıyla beslenen iç savaşın taraflarını değiştireceğiz. Tanımını değiştireceğiz. Değiştirebiliriz.

Eğer hesap, Türk ve Kürt halklarını, Türk ve Kürt yoksullarını karşı karşıya getirip birbirini boğazlamalarını sağlamaksa, biz bu boğazlaşmanın önünü kesmek zorundayız ve keseriz. Bir hesaplaşma olacaksa veya varsa, biz bunu Türk-Kürt çatışmasından çıkarıp yoksullarla zenginler, emekle sermaye hesaplaşmasına, en kısası bir sağ-sol iç savaşına dönüştürmek zorundayız.

Türkiye’nin ortadan kaldırılmasını, daha önceki örnekler gibi, küçük, dinci-etnikçi mafya devletçikleri haline dönüştürülmesini, tüm aydınlanmacı kazanımların gömülüp üzerine beton dökülmesini önlemek başka türlü mümkün değil gibi görünüyor.

Egemenlerin Türk-Kürt iç savaşı olarak satmaya çalıştığı katliamı, zengin-yoksul hesaplaşmasına çevirmek tek görevimiz.

Yalnızca onu becerebilirsek bu toprakları eşine rastlanmamış bir kan banyosundan çekip alabiliriz. Sermayenin, demokrasinin vs. bir Türk-Kürt boğazlaşmasına hiç itirazı yok. İp ellerinden kurtulmuş bulunuyor; filmi geri çeviremeyeceklerini sermaye ve kültür endüstrisi de biliyor.  

Bu ülkenin ve coğrafyanın yeni ve ilerici bir aşamaya geçiş yapması için, başlayan Türk-Kürt iç savaşının,  bir zengin-yoksul,  emek-sermaye hesaplaşmasına çevrilmesi gerek. Bu, elbette sadece çağrıda bulunarak olmaz.  Çünkü savaşlarda ve iç savaşlarda,sınıflar gerçek kimlikleri ve giysileriyle ya da çıplak halleriyle sahnedeki yerlerini almıyorlar, kitleler de savaşları bizim çizdiğimiz çizgilerle algılamıyor. Görmüyorlar.

Ama bu bataklığın içinde, iç savaş oyunu oynayan katliamcı tarafların birisinin kuyruğuna takılarak (“Batı demokrasisi”, “vatan savunması”, “özyönetim reçetesi”), hiç olmaz. Egemen Türk veya Kürt siyasetlerinin peşine takılmak, bu coğrafyayı kısa bir sürede Yugoslavya, Irak, Libya, Suriye vs. toprağına dönüştürecek. Bunu biliyorlar.

Eğer sermayenin kitleleri delirtmesine engel olamamışsak, iç savaşı, toplumun  yüzde 90’ını oluşturan yoksullar ve yoksul adayları ile yüzde 10’luk sermaye ve ona uşaklık eden liberal-dinci-faşist tuzu kurular arasında bir hesaplaşmaya çevirmek zorundayız.

Yoksulla zenginin, emekle sermayenin karşı cephelerde yer alması, mevcut Türk-Kürt, Sünni-Alevi, serbest Batı Anadolu- başörtülü Orta Anadolu türü iç savaş kurgucularının tüm hesaplarını altüst edecektir.

Türk-Kürt çatışmasını önlersek, arkasından gelecek ve coğrafyamızı cehenneme çevirecek mezhepsel, kültürel, dilsel vs.  cepheleşmeleri de önlemiş oluruz. “Demokrasi kültürü”, sermaye için kimlik kültürüdür; aslında bir arada hiç yaşayamayacak bir kültürel, hatta etnik, dinsel delirme kültürüdür.  Bu delirium’un, bu irrasyonalizmin sosyalizmden başka rasyonel bir ilacı yok.

Tekelci kapitalizmin ahir zaman dini, “demokrasi kültürü”, anlatılan masallar ve dinci kasaplar bir yana, yoksulların bırakın bir araya gelmesini, kendileri için bir sol iktidarı düşlemelerini bile engelleyecek kadar güçlü bir uyuşturucudur. Kopan kollar, bacakların sahiplerine ve cesetlerin ailelerine basılan binlerce ampul morfindir.  Piyasadaki İslamcı demokrasi, sosyal demokrasi, özyönetim cehaleti, AKP-CHP-MHP-HDP (“sosyalizme karşı birleşik cephe”), devasa bir morfindir. Yoksulların sol iktidar dışındaki her yola girmesini kolaylaştırır.

Kolaylaştırmaz mı?

Piyasadaki “muhaliflerin” hangisi sermaye için bir tehlike?

Türkiye’deki görünür iktidar ve “muhalefeti”, bir ve aynı cephenin militanlarıdır. Ülkeyi, belki 50 yıl sürecek ve yerle yeksan edecek bir iç savaşın ortasına getirip bıraktılar.  

Resti ancak böyle görebiliriz: Zenginlerle yoksulları karşı karşıya getirmeye mecburuz. Bu da sadece “sosyalist hükümet” hedefiyle olabilir.

Eğer bu başarılamazsa, yakın bir gelecekte, Türkiye denilen bu coğrafyada taş üstünde taş kalmayacak ve yerel zenginler için bu kanların, örneğin ölen Kürt ve Türk gençlerinin, zaten hiçbir önemi yok. Kâr, ağızlardan çıkan sözlerin gerisindeki bir gerçektir; tek gerçektir. Ona bakalım...

“Yoksullar ve sosyalizm projesi” ile “zenginler ve kapitalist demokrasi masalı” karşı karşıya gelmeli. Böyle cepheleşilmeli. Sağ ile sol, aydınlanmacı devrimcilerle dinci-milliyetçi gericiler, sosyalizmle kapitalizm karşı karşıya gelmemişse, her iç savaş, herkes için felakettir. Çünkü bir çıkışı yoktur.

Bu da “olsun” demekle olmuyor, o nedenle sosyalist devrim isteyen bir işçi sınıfı partisinin yerini hiçbir şey doldurmuyor.  Belki 2015’te kirli bir tasfiyeyi, kendini komünist sanan tasfiyecilerin ve CHP-HDP salıncağında solculuk oynayan teknokratların yüzüne çarpmış bir siyasi hareket, bu yeni cephenin temel taşı olabilir. Diğerleri solculuk adına onun bunun peşinde dilenmeyi ittifak diye yutmaya ve örgütlenme  diye de yutturmaya bir süre daha devam edecektir çünkü. Muhalefetmiş sanılan kapitalist özerkliğin veya özyönetimin ya da “vatan savunması”nın, İslamofaşistlerle el ele, bu topraklara sermaye için hangi felaketleri ektiğini göreceğiz.

Fakat artık sıfır noktasını da geride bıraktık. 

Her yeni gün, bir önceki günü bize cennet diye aratacak; o kadar acımasız bir şiddet sarmalındayız.

Sosyalizmsiz hiçbir şey olamayacağını çok yazdık, yinelemiş olalım: Ya sol Türkiye, ya yok Türkiye!