Roma-Berlin çekişmesi mi?

Osman Çutsay'ın “Roma- Berlin çekişmesi mi?” başlıklı köşe yazısı 13 Aralık 2012 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

İşareti almak isteyen alıyor. Misal: Demokrasinin en yetkin ve gerçek temsilcisi Berlusconi, iktidar koltuğuna oturttuğu Mario Monti’yi şimdilerde Berlin’in adamı olmakla suçlayabiliyor. Aktif politikaya dönecek ya hazret bunun için gerçekten de hedefe ve bir düşmana ihtiyacı var. İtalya’nın çöküşünden Almanya ve Alman tasarruf politikasını sorumlu tutması, farklı anlamda bir çıkış kabul edilmeli.

Avrupa’da veya AB’de ya da Avro Bölgesi’nde ilginç şeyler yaşanıyor. Anarşistler zil takıp oynayabilir veya aynadaki neoliberal yüzlerini görebilirler: Devlet, hem kavram olarak hem de pratikte çözülme sürecine girmiş bulunuyor. Sermaye gruplarının rakipsiz ağırlığı, cemaatler tipi örgütlenme biçimleri, eh bunların moderni var postmoderni var, fark etmez, toplumsal hayatı belirleme yolunda. Din, eğer demokrasiyi de her niyete yenen muz gibi bir din sayarsak, çağdaş kapitalist toplumun gerçek çimentosudur. Atomizasyonun (“İnsan insanın kurdudur!”) en hakikatli yakıtı da diyebiliriz. Bir kavram ve somutluk olarak devlet, parçacıklar siyasetinin sonuçlarını yüklenmek zorunda kalıyor.

Tabii buna bizim bir maddi altyapı bulmamız lazım. Bunu bir şeylerin finanse etmesi lazım. Var: Neoliberal çağın zenginliği, toplumun mülksüzlerinden hızla geliri zaten yüksek sınıfların, yani mülk sahiplerinin cebine doğru yol alıyor. Bir sürekli özelleştirme söz konusu. Zararların toplumsallaştırıldığı, kârların, kâr çıkacak her alanın özel sermayeye bırakıldığı bir delilik olarak özelleştirme, Avrupa’nın zengin ülkelerinde de, bir dönem reel sosyalizmle kısmen oturmuş dengeleri altüst ediyor.

Demokrasinin veya her tip cemaatin egemen olduğu irrasyonel toplumlar çağında, özelleştirme hem bu çılgınlığın finans kaynağıdır hem de yeni savaşların habercisi. Savaş?

Öyle. Bu özelleştirme çılgınlığı, hızla yayılan ve derinleşen krizde yeni maceraları müjdeliyor. Bu maceraların en kanlısı ve sermayeye göre de en kârlısı savaştır. Peki.

Peki ve sorumuz şu: Suriye’de dinci-etnikçi kasapların katliamlarına demokrasi adına destek veren, örneğin günah keçisi Esad’a Kaddafi ve Saddam’ın sonunu hatırlatan yeni faşistlerin, yani NATO’nun Suriye’ye müdahalesini kışkırtan demokratların, kendi içlerinde uyum sağlamaları ve bu uyumu süreklileştirmeleri mümkün mü?

Kurtlukta düşeni yemek kanundur madem, kendi içlerinde düşenleri de yemek zorundalar. İsteyen Opel’in Avrupa’dan neredeyse silinmesine, fabrikaların kapanmasına veya diğer bir zamanların ünlü otomobil markalarına bakabilir. VW, Mercedes, BMW yükselirse, Peugeot, Opel, Fiat sallanır. Bu, sonuçsuz kalmaz.

Toplumsal barış denilen şey, reel sosyalizmin kapitalist demokrasiye bir “dışsal armağanı” idi. Avrupa Birliği dikiş tutmuyor, Berlin’in hegemonyası AB’nin kenarında “telin ediliyor”, şimdi de tüm varlığıyla “Şerefsiz Osmanlı Türkiyesi”nin kankası Berlusconi, Almanya’yı ve Merkel’i hedefe koyuyor.
Merkezi Avrupa’da da tehlikeli sürtüşmelerin eli kulağında. Yani bu iş Suriye’de kalmaz. Yugoslavya’dan beri her yerde kan var.
Kurtlukta kana doymamak da bir kanundur.