Pimi çekilmiş ülke

Belki kıt zekâlı oldukları için, belki “hep çok yüksekten uçtukları” için, su başlarını tutan Türk/Kürt zenginler ve temsilcileri, hadi “plütokratlar” diyelim, rahat bir nefes aldılar. Ama kendi oturdukları koltuğun altındaki bombanın pimini kendi elleriyle çektiklerini anlayamayacak kadar gerçeklikten kopuk olduklarını söylemek zorundayız. Bir süre daha böyle idare edebilirler. Fakat dünyanın, çok kısa bir süre sonra ve inanılmaz bir gürültüyle başlarına yıkılacağı anlaşılıyor. Avrupa medyasının seçim sonuçları karşısındaki tuhaf tedirginliği anlamlı. Eklemeden geçmeyelim.

Sonuçta 1 Kasım sandığından bizi şaşırtan bir sonuç çıkmış değildir. Devrimci bir müfrezenin, KP, ısrarla sandığa sosyalizm bayrağını asması ve topluma “Bu kaosta tek reçete sosyalizmden gelebilir. Sosyalizm günceldir, acildir, mümkündür!” mesajı iletmesi dışında pek bir anlamı olmayan sandık oyunundan yine en azgın gericilik kârlı ve önde çıktı. Sonuç şaşırtıcı değil, dedik. Beklediğimiz gerçekleşti. Biz, halkın tanımı gereği ilerici olduğu safsatasını, tıpkı sanatın ve sanatçıların tanımı gereği devrimci olduğu safsatası gibi, en çok bu gazete ve onu taşıyan iradenin tarihsel yayınlarında tartıştık.

Türk/Kürt siyaset sınıfı bütünüyle bu sonucu hak etti.

Kendimizi ayırmıyoruz. Yeterince örgütlenemediğimizi biliyorduk. Ama bu rezaletin bir parçası olmamayı başardık.

Sonuçta, biz de tepkimizi hak etmiş olduk.

Yine döneriz.

Fakat tarihsel bir paralellik kurmak zorundayız: Bugün yaşananlar, 7-8 Mayıs 1945’te Berlin’de ev ev süren çatışmalar ve Kızıl Ordu’ya Hitler’in intiharına rağmen direnen o Nazi mikrobunu yeterince içselleştirmiş “Alman halkından” beri, bir tesadüf değildir. Geçtiğimiz haftalarda, soL’da yayımlanan ve “halka yağ çekmeyi sol politika sananları” uyarıcı yazılar,  böyle tarihsel deneyimlerin sonucuydu. Arkadaşlarımız 1 Kasım’a şaşırmamayı önceden öğütlediler. Haklı çıktılar.

Kapitalizm ve emperyalizm, emekçi kitleleri, halk yığınlarını elbette kendine benzetir ve her türlü gericiliğe teşne hale getirir. Zaten o nedenle 1902’den beri sol gelenek (“Ne Yapmalıcılar”), halkın ve işçi sınıfının kilit noktalarda mutlaka sosyalizmle örgütlenmesi gerektiğini savunur ve önceliği bu örgütlenmeye verir. Seçimlerde sandıktan en fazla tavşan çıkacağını bildiği için yapar bunu. Fakat Lenin’i de eskitenlerin, devletin sönümlenmesini devletin küçültülmesi anlamında sözde reddiyle karıştıran liberter şımarıkların, tuzu kuru demokratların önünde solculuk adına paspaslığı kabullenenlerin, böyle bir inadı ve ısrarı anlamaması, hatta ondan (“ortodoksi”) nefret etmesi normaldir. Halk, işçi sınıfı, kendi başına hiçbir ilericilik taşımaz. Kültür endüstrisi ve onun vurucu gücü medya, nasıl başarısız ve sonuçsuz kalabilir? 1 Kasım, demokrasinin, kültür endüstrisinin, medyanın, kısacası modern gericiliğin başarısıdır. Sosyalizm işçi sınıfını kilit noktalarda örgütleyememişse ve “Ayaklar baş olacak!” sloganını o halkın aklına yazmamışsa, bu başarının önünü kesemeyiz.

Kapitalizm, farklı versiyonlarıyla, emekçi halkları, 7-8 Mayıs 1945’te tarihin en büyük özgürlük ordusuna karşı her şey bitmiş olmasına rağmen savaşan bu akıl dışı yaratıklar halinde yeniden ve yeniden üretiyor. Tekrar olsun: Koca ve tarihte eşine rastlanmamış barbarlıkta bir dünya imparatorluğu, bir mezbaha çöküyordu, ama Alman kapitalizminin irrasyonel sürüleri, halk, batan ülkenin ve çoktan intihar etmiş bir Hitler’in ardından özgürlük savaşçılarına ateş açmayı sürdürüyordu. Kitlesel bir direnişti ve Alman sürüleri neredeyse kanlarının son damlasına kadar “savaştılar”. Kasaplaşmış, bir delinin iyice delirttiği halkların öyle ha deyince iyileşemeyeceğini, etkisinin on yıllar bazen asırlar sürebileceğini biz 1989 karşıdevriminde bir kez daha acıyla hatırlamak zorunda kaldık.

1 Kasım ve benzerlerine şerbetliyiz yani.

Bir deliyle seçime giden Türkiye’de milyonlar başdelisinden vazgeçmemekle bizi doğrulamış oldu.

“Yeni ortaçağ, yani tekelci kapitalizm, halkın insan olmaktan çıkarılmasıdır!” diye bağırıyoruz yıllardır. Bu nedenle insanlığı koruyan yegane akımın komünist siyaset olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Bir halkın, hatta emekçi halkın bizzat kendisini, o en temel ve sıradan insani değerlerini bile gericiliğin ayakları altına sereceğini, serebileceğini Soma’dan sonra görmedik mi?

Haziran İsyanı sonrasında?

Beklemediğimiz bir sonuç değildir.

Hareket halinde değilse, kendisi için bir sol/sosyalist iktidarın mümkün olduğunu düşünüp sokağa ağırlığını koymuyorsa, her halk, gericiliğin hizmetkârıdır. “Ayaklar baş olmalı” diye eyleme yönelmeyen halklar, en fazla kapitalizmin gübreliği işlevini görürler...

Halkları değiştirebiliriz. Sosyalizm, halkı değiştirmek, onun kendisini kapitalizmin gübresi olmaktan çıkarıp büyük kurtuluşu gerçekleştirme iradesi göstermesi için var.

Dolayısıyla, bizim 1 Kasım tablosuna bakıp kederlenmeyiz. Sadece işimizin çok olacağını düşünürüz.

Türkiye solunun tarihsel birikimine küfrederek, bir koyup hepsini (demokrasiyi) alacağını sanan reddiyecilerin şaşkınlığını anlıyoruz.

Ama bir mesele çok açık, parlamento oyunundan nasiplenmeye çalışanlardan kimse söyleyemese de çok açık: Bu ülke artık yönetilemez. Bu ülke, bu seçim sonuçlarıyla bir kez daha uluslararası kamuoyunun gözüne “failed state” kimliğiyle sokulmuş oldu. Hızla çöküyor. Deli ve şürekası, zafer sarhoşluğu yaşayabilir. Derindeki asıl gerçek, ilmeğin bizzat o kazananların boynuna geçirilmiş ve bir bombaya dönüştürülmüş ülkenin piminin de çoktan çekilmiş olduğudur.

Batan ülkeden, kazananlar ve savaş zenginleri sorumludur. Öderler. Acı olan, emekçi halkın ödeyeceği bedelin, bu tuzu kuru dinci, milliyetçi, liberal, sol-liberal, liberter şımarık sürünün ödeyeceklerinin çok üzerinde olmasıdır. Maalesef oraya gidiyoruz. Ortada ülke falan kalmama olasılığı büyük. Sosyalist bir kurtuluş ve yeniden kuruluş programını ete kemiğe büründüremezsek, bu coğrafyadaki halkın çektikleri ve çekecekleri, Balkanlar’daki, Arap dünyasındaki halkların çektiklerini aratacak kadar büyük olacak.

Örgütsüz halkımız bunu neden görsün?

Her türlü gericilikle ittifakı gerçekçi politika sayan Kılıçdaroğlu’ların, Demirtaş’ların kapısında takla atmak, sol politika değildir. İşçi sınıfının kilit noktalarında sosyalizmi örgütlemek ve halkı laik, aydınlanmacı, yurtsever ve sosyalist bir politika doğrultusunda sokaklara çıkarmak dışında bir yol yok.

Hitler türünün yeni ve “barışçıl” versiyonları, yarattıkları irrasyonel sürü sayesinde kan içmeyi sürdürüyor. Ama, dedik ya, bombanın da pimini çekmiş bulunuyorlar. İşleri zor. Bizim de.