Merkezde çöken demokrasi

Artık sadece Avrupa ve ABD’yi bilmeyenler kolay konuşuyor. Bilenler, biraz durup düşünüyor. Her yerde bunalım var çünkü, özellikle AB ülkelerinde, merkezdeki “müreffeh“ ülkeler dahil, resmen sosyal patlama sinyalleri alınıyor.

Avrupa oligarklarının tek sevindiği nokta, Avrupa solunun, böyle bir patlamayı oligarşi adına bastıracak ilk güç oluşu... Demokrat Avrupa, eşine tarihte rastlanmamış bir karşıdevrim deposudur. Yıllardır bu yerleşik demokrasinin aydınlanmacı ve modern bir Türkiye’nin de düşmanı olduğunu yazıp duruyoruz. Çürüyor ve çürütüyorlar, özellikle içlerindeki Türkçeli “sol” militanlarla birlikte...

Neyse...

Sonuçta, krizden kaçabilen bir köşe yok. AB’de hele hiç yok.

Kriz, dedik. Avrupa’nın hegemonyal gücü Almanya, insanı deli edecek kadar yüksek cari ve bütçe fazlasına rağmen, fakat birçok iktisatçıya göre tam da o nedenle, bu kaderi paylaşıyor. Popülist sağın yükselişi, Türkiye’de hiç şansı olmayan Sözcü (gazetesi) Partisi ve MHP’nin ruh ikizi Vatan Partisi tipi çıkışların metropollerdeki seçmenin, Almanya’da AfD’nin mesela, en az yüzde 20’sini şimdiden etki alanına aldığı gözleniyor. AfD, metropollerde giderek acımasızlaşacak bir toplumsal cepheleşmenin sadece habercisidir ve gerçekten iyi düşünen sol kafalar da, bu kitleyi hemen ve sıradan faşist bir hareket olarak damgalamak için acele edilmemesini istiyor. Bir protestocu taban hareketi, içinde sol sloganlar da var, ama elitlerin kuşkusu sürüyor. Yani sermaye, beklemede. Prof. Dr. Georg Fülberth’e bakarsak faşizmin tipik gelişim sürecinde yer alan elitlerle protestocu kitlelerin birleşmesi henüz gerçekleşmiş değil...

Ama her şey bir krizin derinleştiğine dikkat çekiyor.

Misal mi? Biz derdimizi, yeni bir kitaptan, belki ileride üzerinde burada ve başka bir yerde de ayrıntıyla durabileceğimiz yer yer pek iddialı ve son derece “açık sözlü” bir kitaptan gelişigüzel alıntılarla daha rahat anlatabiliriz:

“Gelişmiş demokrasilerdeki siyasetin artık toplumun ortak çıkarlarıyla hiçbir ilgisi kalmamıştır. Yurttaşların da çoğu, politikacıların sadece kendi çorbasını kaynatmaya bakan insanlar olduğundan emindir. (...)

Tüm yerleşik demokrasilerdeki siyasal sistem devrilmiş bulunuyor, tabii onunla birlikte insanların ruh hali de. Bir zamanlar gayet canlı olan demokrasilerin içten içe ilerleyen yozlaşma süreci, siyasal partilerde örgütlenmiş ve iktidarlarını da onların yardımıyla kazanıp elde tutan meslekten politikacıların somut halk üzerindeki halk düşmanı egemenliğini kemikleştirmesi sonucuna yol açtı.

Ortada kendi alışkanlıkları, kaynakları, çıkarları olan ve halkın kalan kesiminden net bir sınırla ayrılmış bir siyasal kast var. Bu kast, halkın çoğunluğuna hizmet etmiyor, tersine, kendisi dışında, zenginlerin ve süper zenginlerin ihmal edilebilecek kadar küçük bir azınlığına hizmet veriyor. Bunlar sermayenin uysal yamakları ve yardakçılarıdır.”

İlk satırından son satırına kadar metropol demokrasilerine ve “meslekten demokratlara” küfür olarak kurgulanmış, solla pek ilgili sayamayacağımız, ama Alman ve Amerikan medyasındaki uzmanların iyi bildiği bir yazarın 300 sayfalık bu “temsili demokrasiye reddiye” kitabının, sonunda, İsviçre’de çözüm aramaya çalışması okuru şaşırtmıyor.  “İsviçre’deki karma sistemden belki bir şeyler çıkar“ duygusuyla biten kitabın asıl önemi, sosyalistlerin arayış ve saptamalarıyla örtüştüğü noktalardan  türetilebilir.

Ancak biz bir adım atıp kendi gündemimizden hareketle soralım: Almanya-Fransa hattındaki çözülen ve çürüyen demokrasinin bizim gibi sömürgelikten bir türlü kurtulamayan orta ve az gelişmişlikteki ülkelere hangi militanlar üzerinden ve nasıl yansıdığını düşünüyoruz?

Alman solundan sayılamayacak bir araştırmacı ve yazarın, Wolfgang J. Koschnick’in metropollerin de artık bir demokrasisi olmadığını bağırarak ilan eden “Eine Demokratie haben wir schon lange nicht mehr” (Epeydir Bir Demokrasiye Sahip Değiliz”) başlıklı bu kitabı, “Bir İllüzyona Veda” altbaşlığını da taşıyor. Kitap, sadece gelişkin sanayi toplumlarındaki demokrasisizleşmeyi, artık demokrasi her ne idiyse, açıkça ilan etmekle kalmıyor, bizim gibi müzmin kuşkuculara, bağımlı ülkelerdeki gelişmeleri sahneye çıkarma fırsatı da veriyor.

Gerçekten, nedir bizde durum?

Sözünü ettiğimiz kitabın yazarı Wolfgang J. Koschnick için temsili demokrasilerdeki demokratik seçimler, partiler, parlamenterler, hepsi ve her kurum, bir aldatmaca, sermayeye hizmet veren yalan bir sistemin cihaz ve militanlarıdır.

İyi de bunun sonucu ne olabilir?

Böyle bir sistemden çıkan demokrasi dersleri, elbette Türkiye’den bir “soykırım cumhuriyeti“ çıkarma yöntemleri dahil, kabul edilmeli midir?

Batı demokrasilerinin esasen tam da merkezde büyük bir çürüme yaşadığını bizzat içindekiler söylüyor. Sonra da o demokrasilerin bizdeki militanlığı için Türkçeli “politikacılar” ve “kültür insanlar”, çeşitli bahanelerle sıraya giriyor, 1923’e idam yasalarına utanmadan ve hatta bazıları solculuk adına onay veriyor, imza sıralarına giriyorlar.

Sosyalizm gerçekten de bir kopuştur ve daha ilk doğum işaretlerinde, mesela Komünist Manifesto’da, ilk büyük ayrım çizgilerinin önceki “sosyalistlerle” çekilmiş olması çok öğreticidir.  

Bu çürümüş bataklıktan ve onun gelişmiş veya azgelişmiş bataklık militanlarından, özellikle de solculuk taslayanlarından kopuş, şarttır.

Bu meseleye anlaşılan yeniden dönmek zorunda kalacağız. Biz bıraksak bunlar bırakmıyor.

Demokrasiymiş...