Merkez yönetemez hale gelir mi?

Beklenen şaşkınlık beklenenden daha hızlı büyüyor. Dün Almanya’nın üç eyaletinde yapılan eyalet meclisi seçimlerinde yeni sağ, AfD (Almanya için Alternatif), “Ben varım ve sahneden inmeye hiç öyle niyetim yok” mesajının altını çizdi. AfD, doğu eyaleti Saksonya Anhalt’ta yüzde 24’lük bir oranla yaklaşık dört seçmenden birinin oyunu almayı başardı, ikinci parti oldu ve eyaleti bir anda eski hesaplarla yönetilemez hale getirdi. Aynı parti, iki batı eyaletinde de, ilk belirlemelere göre, yaklaşık yüzde 15 ve yüzde 10’luk oranlarla parlamento dışı muhalefet kimliğiyle gelip hem üçüncü büyük parti oldu hem de sistemin sahipleri konumundaki CDU, SPD ve Yeşiller’i bir yönetim kriziyle karşı karşıya bıraktı. Yerleşikler yeni ortaklıklar kurmaya çalışacak.

Avrupa’nın hegemon ülkesinde ek bir yönetemezlik krizi mi gündeme giriyor? Sistemin bir şaşkınlık yaşamaya başladığı kesin. Yıllardır özellikle AB içinde her yere kriz ihraç eden Almanya, kendi ürünü bir krizin ilk büyük işaretleriyle baş başa.

Büyük sermayenin bu şaşkınlığı aynen paylaştığını söyleyemeyiz.

Ama liberal solun, yani SPD, Sol Parti ve Baden Württemberg’deki resmen sağcı yeşil politikacının kişisel başarısı dışında, Yeşiller’in yerle bir olmaya hazırlandığını söyleyebiliriz. Yeni bir solla halkı oyalamaya çalışan sistem, bir anda tüm işleri karıştıran ve pek öyle kolay ele avuca geleceğe benzemeyen bir yeni sağ (AfD) ile yüz yüze kaldı.  Ama, tekrar: Büyük sermayenin bu sürprizden aşırı endişelendiğine dair bir işaret henüz yok.

Başbakan Angela Merkel (CDU) ve ortağı SPD, bu arada çoktan klasik bir sağ partiye dönüşen Yeşiller, tabii tek tük istisnalar dışında sol liberalizmin bütün bayağılıklarını/şımarıklıklarını  içeren Sol Parti, hep birlikte, yönetilemezlik sinyalleri vermeye başlayan bir hegemonun sırtında bekleşiyorlar.

Ne mi oluyor?

Şöyle düşünebiliriz: Daha önce Boyun Eğme’de değindik; büyük sermaye açısından AB içinde, bir türlü önlenemeyen ve boyutları artık aklın sınırlarını aşan finansal krizle ilgili iki “tarz-ı siyasetin” egemenlik kurduğuna tanık oluyoruz. Bunu sürdürebiliriz.

AB’nin kenarındaki (“periphery”) görece yoksul ve merkeze (“center”) oluk oluk kan nakledenlere (Portekiz, Yunanistan, İspanya, Bulgaristan, Romanya, hatta İtalya vs.), önemli bir tehdit nedeniyle, hadi adını da verelim, “sosyalizm tehlikesine karşı” yeni makyajlı bir sosyal demokrasi dayatılıyor. Bir uyuşturucu bu. Devrimcileri nasıl şallak mallak ettiğini, biz bu ülkede son iki seçimde solculuk adına HDP ve CHP önünde takla atan Syriza hayranlarında yaşadık. Syriza’nın çürümüşlüğü “liberal solumuzu” da çürüttü. Hem de inanılmaz bir hızla.  Bu, kenardakiler.

Merkezdeki zenginlere ise, belki de sosyalizm diye bir güncel iç tehdit olmadığı için, “sağ popülizm” denilen yer yer aşırı sağ değerlerle tahkim edilmiş, tek tük “Biraz da soldaymışız gibi çek panpa!” sinyalleri vermeyi ihmal etmeyen bir korumacılık, şiddete eğilimli bir refah şovenizmi uygun düşüyor. Bu yeni milliyetçiliğin, ki Batı’nın merkezlerindeki refahı dışarıdan denetimsiz gelecek yoksullara karşı korumakla yükümlüdür, birçok meselede neonazileri, ama kimi açılardan da “solu” andırdığı söylenebilir. Bu refah şovenizmini klasik faşizmden ayıran en önemli öğe, açık İsrail yanlılığı ve İsrail’e yönelik en küçük bir eleştiriyi bile antisemitizmle damgalama “duyarlılığıdır”. Ancak İslam ve Müslüman düşmanlığı da göz ardı edilemeyecek kadar gelişkindir. Sonuçta aynı heves ve niyetin çocuğuyla karşı karşıyayız: Muhalefet, sistem içinde ve kayıkçı dövüşü formatında devam edebilmelidir.

Gerçekten de başta Almanya olmak üzere merkez ülkelerdeki muhalefet ve yoksullaşma hızını, ehlileştirilmiş aşırı sağ, gerici yerlilikle yakın akraba faşizan bir milliyetçilik (“Avrupa kültürcülüğü”) üzerinden dizginlemek mümkündür. Sosyalizm uzak bir ihtimal olduğu için ya da zayıf halka olmadıkları için.  Berlin-Paris ve hatta Londra üçgeninin zayıf halka kaderinden uzak olduğunu düşünebiliriz.  İyi de, ihracat çılgınlığı ne olacak?

AB’nin kenarındaki muhalefeti biliyoruz. Bu kesimi, sözde sol gösteren, her şeyi pazarlamaya teşne, ama dışarıya hep solculuk, hatta “radikal solculuk” sinyalleri yayan bir yeni sosyal demokrat gericilikle sosyalizmden uzak tutmak mümkün. Çünkü AB’nin kenarındalar, ama resmen zayıf halka konumunda olduklarını da biliyorlar. Sosyalizm buralarda her zaman, hele hele iflas durumunda, mutlaka kapının önündedir.

İki öbekte, iki ayrı arayış.

Kenardakileri avucunda sayan “merkez”, bir kördüğüme doğru koşuyor. Almanya güzel bir örnek: Dünkü eyalet meclisi seçimlerinden bir de bu sonuç çıktı. Göreceğiz.