Madımak-Odessa hattında demokrasi

Başkaları değil, soL, Odessa’nın Madımak ile paralelliğini başlığa çıkardı. Bu yaratıcı akıl, sadece soL’un neden daha da büyümesi ve yeni etkinlik alanlarına yayılması gerektiğini göstermiyor. O var, ama onun ötesinde şu da var: Yandaşıyla, “muhalifiyle” Türk medyası bu tür bir müdahaleyi kaldırabilecek durumda değil. Gerçeğin bütün çıplaklığıyla algılanmasını önlemek amacıyla kuruldukları ve artık neredeyse tüm çalışanlarıyla -burada istisnalar kaideyi bozamıyor- böyle bir zihinsel travmaya ortak oldukları için, bu da normal. Ama ağababaları da öyle: Yani Batı’nın egemen medya malzemesi ve çalışanları da bizimkilerden geri kalmıyor.

Doğrudur: “Odessa’daki Madımak”, reel sosyalizm yıkıldığından beri Doğu Avrupa’dan Hindistan’a, oradan “Genişletilmiş Ortadoğu”ya kadar çok geniş bir coğrafyadaki pogrom-içsavaş hattının günümüzdeki bir örneği oldu.

Bu adamların demokrasileri işte böyle bir şey: Emperyalist demokrasi, diyelim.

Madımak, öncesindeki gericilik yıllarının sonraki çok daha acımasız gericilik yıllarına mutlaka açılacağını “müjdeleyen” bir cinayetti. Odessa’daki sendika binasında yaşanan katliam da belki önceki gericilik yıllarını aratacak bir yeni gericilik dalgasına girildiğini gösteriyor.

Ama bu kez emperyalist sistem, ABD’siyle, AB’siyle, Rusya’sıyla daha büyük ve tehlikeli sürtüşmelere gebe olduğunu ilan ediyor, hatta savaşa hazırlık sinyalleri veriyor.

Burada önemli olan, tüm katliamların demokrasi temelinde yükselmesi.

Bu noktadan tutarak yürüyebiliriz: Madımak ile Odessa arasında bu paralellik varsa, insanın aklına demokrasinin “çevrede” ancak böyle cinayetlerle kurulabileceği saptaması geliyor. Yani AB demokrasisinin Madımak-Yugoslavya-Irak-Kuzey Afrika-Odessa network’ündeki pogrom ve katliamların üzerinde yükseldiğini söyleyenler tümüyle haksız olamaz.

Batı demokrasisi, o katliamları önlemek için değil, yangını yaymak ve gerçek kundakçıları saklamak için uydurulmuş mistik bir örtü çoktandır. Sabahtan akşama kadar demokrasi diye ağlayıp sızlayan ve kendisini solcu sananlara tekrar hatırlatmış olalım: Sosyalizm çok daha başka bir şey nitel bir aşkınlık, yığınlara bugün demokrasi diye yutturulan metafizik bayağılığın çok dışında bir somut olgu. “Her zaman sosyalizm” diyenlere kulak vermeliydiler...

Aslında, Marx’ın 1859’da “Siyasal İktisadın Eleştirisi Üzerine”nin önsözünde verdiği örnek ve onu izleyen saptaması, bugün için de aydınlantıcıdır: Bireyleri veya tarihsel dönemleri kendileri haklarındaki düşünceleriyle açıklayamıyoruz. ABD veya AB demokrasisini de, aynı şekilde, temsilcilerinin ve ona meftun “solcularının” parlak sözlerinden, “zengin bilinçlerinden” hareketle açıklayamıyoruz. Maddi hayatta yaşanan çelişkilerden hareketle tanım arıyoruz.

1990’ların başından beri sahnede bu oyun. Demokrasinin ne anlama geldiği önce Doğu Avrupa, hemen ardından Irak ve Balkanlar’da gösterildi. Onu Genişletilmiş Ortadoğu izledi. Bu kan banyosunda, birkaç emperyal merkezde özellikle “yüzde 1” denilen finansal egemenlerin orantısız bir zenginlik biriktirdiğine tanık olduk. Sorun başka yerde.

Galiba şurada: Yeni ortaçağın insanı, eski ortaçağın insanından farklı. İspanyol yağmacıların katliamı altındaki Güney Amerika yerlileri, karşılaştıkları savaş gereçlerini (atlı savaşçılar) doğru algılayamıyordu. Güney Amerika yerlisi, at ile üzerindeki silahlı adamı birbirinden ayıramıyordu ve biraz da bu şaşkınlığıyla yenilgiye koşuyordu.

Bugün olan tam tersindendir. Bugün, kültür endüstrisi vurgunu altındaki yeni ortaçağ insanımız tamamlayıcı parçaları birleştiremiyor. Madımak veya Odessa pogromları ile demokrasiyi birleştirememesi ya da faşistleri hükümet ortağı yapan Kiev’deki darbeyle Washington-Berlin-Paris hattını bir neden-sonuç ilişkisi içinde görememesi gibi.

Çelişkili bir süreç doğru. Haziran İsyanı ile 30 Mart sandıklarını karşılaştırdığımızda gözümüze çarpan bir gerçek, diyelim.

Kaygan toprakta siyaset ve sosyalizm, artık alınyazımızdır. İnsanımızı olguları birleştirmesi için eğitmek zorundayız. Pogromlar ve savaşlar içinde boğulurken bile olsak...