Lafontaine'i kusan SPD'de Kühnert vakası

Emperyalist bir ülkenin asıl kurucu ve kurtarıcıları, sermayeye hizmet için sosyal demokrat renklerin kanadında yarışıyor. Buna yeniden ve yeniden tanık oluyoruz. Türkiye'nin dünya emperyalist sistemi içindeki en önemli dış bağlantısı Almanya'ya şöyle bir göz atmak yeterli.

Hızla erimesine rağmen, bütün kötülükleri, her cins “kirli karakter” özelliğini başarıyla üzerinde taşıyan, sosyalizm/komünizm nefretini kimlik edinmiş bir parti, SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi), Avrupa'yı parmağında oynatabileceğine inanıyor hâlâ. Tarihini biliyoruz. Faşizmleri mümkün kılan, sonra da demokrasi adına sosyalist ülkeleri bombalayan bir barbar yanı var. Komünizmin Avrupa kıtasından kazınmasında, bizzat yarattığı yeşiller, troçlar, maocular, anarşistler, sendikacılar gibi pek radikal sloganlar eşliğinde sosyalist sisteme küfreden sol liberaller üzerinden 1989-90 dönemecinde de büyük bir iş başardı. Ancak son birkaç yıldır kendisine artık gerek kalmadığını sandıkta görüyor. SPD, Thüringen eyaletinde ekim ayı sonunda yapılan yerel seçimden yüzde 8 civarında bir oy oranıyla çıkabildi.

Federal düzeydeki durumu da pek vahim. Kitle partisi falan değil artık. Eriyor...

Bu erimenin sonucunda yaz aylarından beri süren komedi bir üye soruşturması yapıldı ve önceki gün parti üstyönetiminde değişikliğe gidildi. Almanya'nın “aslan sosyal demokratları”, bizdeki karikatürlerini aratmayacak şekilde, yine bir kaplan gibi sıçradılar ve kaplan postundan bir halı halinde yere serildiler. Yani parti içindeki başkanlık çekişmesinde bile bu “kaplan ve yer halısı” mizanseni geçerliliğini korudu. Halk böylesini istiyordu. Öyle Merkel ile yapılan koalisyondan hemen çekilip gitmek olmazdı.

CHP'nin, HDP'nin ve diğer liberal sol bayağılıkların durumu farklı mı bizde?

Neyse, SPD'de kalalım: Antikomünist nefretini, Avrupa ve yakın çevresindeki “kardeş partilerine” de bulaştırdığını, bunun için her türlü olanağı kullandığını biliyoruz. Hafta sonunda Almanya'nın bu kurucu ve kurtarıcı partisi, parti üst yönetimini değiştirmek zorunda kaldı. Bu değişikliği 30 yaşındaki bir genç adamın, partinin gençlik örgütü Genç Sosyalistlerin (Jusos) Başkanı Kevin Kühnert'in ipleri eline alarak yapması “sola dönüş” olarak yaftalandı. Öyle gerekiyordu.

Sol mu?

Herkesin bildiği ve yaşadığı bir yalan bu. Halklar veya tek tek insanlar, yalanları gerçekmiş gibi algılayabilir. İnandıklarını gerçek sanabilir. Bu rezaletin, yoksul halkların kanıyla beslenmekten iyice obezleşen metropollerde de yaşandığını hep söylüyoruz.

BASİT GERÇEK

Gerçekten de, CHP ve HDP'nin solculukla ne kadar ilgisi varsa (aşkın bir düzen olarak sosyalizme ilgi duyanları, onların duyarlı oldukları sloganları tepe tepe kullanmak ve milleti böyle kafaya almak dışında), bunların ağababası SPD'nin de solculukla ve devrimcilikle ilgisi o kadardır. Yine birileri “sol fake”ler atarak, emperyalist sermayenin yönetim sorununu çözecek hizmet vektörleri geliştirmeye çalışıyor. Becerebilecekleri kuşkulu, ama ortada öyle bir sermaye birikimi var ki, gözlerini karartmamaları için neden de yok. Herkes, özellikle de sol fake keklikleri, “çeşme akarken kovamızı dolduralım, hükümetteki gücümüzü kullanalım” hırsıyla hareket diyor. Tony Blair, Bill Clinton, Gerhard Schröder, François Hollande, Yorgo Papandreau-Aleksis Çipras gibi örnekleri bilmeyen mi kaldı?

Düşüş çok hızlı ve kaçınılmaz olduğu için, “görünürdeki pek çok şeyi değiştirip her şeyi aynı bırakmak” ilkesine sarılmak zorunda kaldı Alman sosyal demokratlar. Partideki erimenin önüne geçemiyorlar, bunun  sermaye düzenini sarsmasından korkuyorlar. Belki geçmişte yaşananlar nedeniyle, kendilerini hâlâ dev aynasında gördükleri içindir. Burada solculuk yapabileceğini sanan Oskar Lafontaine'i çok erken, daha 1999'da başkanlıktan kusan partinin oy oranının hızla, yıl bitmeden yüzde 7-8'lere kadar düşeceği, kamuoyu araştırmalarındaki sonuçlarla adım adım gözlenebiliyordu.

Nasıl mı?

SPD ÇOKTAN DÖRDÜNCÜ PARTİ

Tablo şu: Bugün seçim olsa bir dönemin en büyük kitle partisi, sosyalizmi Almanya'da imkânsızlaştıran bu örgüt, belki artık sosyalizm bir tehdit olarak bile ortada kalmadığından, en fazla yüzde 11 ile 13 arasında bir oy toplayabilecek. En son ARD ve RTL televizyonları için yapılan iki ayrı kamuoyu araştırmasında bu rakamlar ortaya çıktı.

Yavaş yavaş siyaset dışına doğru hareketlendiği iddia edilen Başbakan Angela Merkel'in cephesi, CDU ve CSU, gerçi yine ülkenin en büyük partisi konumunda, ama yüzde 25-28 aralığındaki bir oy oranıyla bir zamanların görkeminden çok uzakta. Şaşırtıcı olan, Yeşiller Partisi. Bu parti yüzde 23-22'lik bir oy aralığı ile ikinci sıradaki yerini ve yeni bir koalisyona da adaylığını koruyor. Hedefi ilk genel seçimde sandıktan birinci parti olarak çıkıp başbakanlığa oturmak. Faşist nitelikleri kimsenin gözünden kaçmayan AfD'nin ise ülkenin açıkça üçüncü büyük partisi olduğu, her kamuoyu araştırmasında bir kez daha ilan edilmiş sayılıyor.

Az partili Alman demokrasisi için ciddi bir tıkanma bu. Parti sayısı çoğalıyor. Avrupa'nın 2008'den beri dizginlenemeyen ve kıtayı çöle çeviren krizi sayesinde dış ticaret ve bütçe fazlaları veren zengin mutfağı Almanya'da, resesyon tehlikesi ile ülkenin hiç alışık olmadığı çok partili parlamento, yeni dertlerin habercisi. Avro sisteminin birkaç yıl içinde çökeceğini ilan eden iktisatçıların kitapları çoktan “bestseller” listelerinde. Yüz binler satıyorlar.

Oyuncular, yeni. Misal: Kevin Kühnert diye “tilkilik sinyalleri” yayan ve iş o noktaya geldiğinde de “sorumluluk sahibi bir sosyal demokrat” olarak, “Tamam ben Hıristiyan demokratlarla sosyal demokratların büyük koalisyonuna karşıyım, ama hükümetten hemen çekilelim de demedim” diye özetlenebilecek bir geri adımı derhal gündeme getiren bir yeni oyuncu var. İpleri eline aldığını görüyoruz. Artık SPD'nin başkan yardımcısı. Niye şaşıralım? Baksanıza, Berlin'in uzantısı Viyana'da aynı yaşlardaki bir başka çocuk, Sebastian Kurz, Hıristiyan demokrat bir etiketle, başbakanlık oynamaya çalışıyor; Kevin Kühnert, Alman çölündeki düzeysizlere karşı neden böyle oyunlar sahnelemesin? Sermayenin bu yükselişten rahatsız olduğunu söyleyemeyiz.

Sosyalizmin tek tük istisnalar dışında neredeyse tamamen kazındığı Avrupa'da, krizden kazançlı çıkan en zengin ülke, bir yönetim krizinin sinyallerini verip duruyor.

Almanya, neoliberal kriz yıllarında inanılmaz bir servet birikimi yaşadı. Fakat emekçi sınıflar yoksul. Çalıştıkları halde yoksul ve dışarıdan akın eden “daha yoksullara” karşı faşizan bir tepki birikiyor. Muhtaçlara bedava yemek dağıtılan aşevlerinin önünde 1 milyon 650 bin insan karnını doyurmaya çalışıyor. Bütçe ve dış ticaret fazlalarının nereye harcanacağının bilinmediği bir ülkedeyiz ve 22 milyona yakın, genelde yoksul emekli insan var. Bu sahnede en kirli oyunlardan birini sosyal demokratlar oynuyor. Sol Parti denilen ve -içindeki Oskar Lafontaine ile Sahra Wagenknecht gibi tek tük samimi istisnaları saymazsak- sermayenin “doğulu” küçük uşaklarınca taşınan sosyal demokrat partinin de farklı bir resim vermediğini biliyoruz.

SPD İLE CHP, SOL PARTİ VE HDP

Mafyöz cemaatlerin iktidar savaşı her yerde. SPD ve Sol Parti'ye bakan, CHP ve HDP'yi görebilir. Bizdeki farklılık başka yerde. Kısa vadede bu zengin mutfağında, Almanya'da, sosyalizmin pek şansı yok. Alman komünistlerinin ise kendileri bile kendilerine bir şans tanımıyor; o derece... Kalıcı bir sahne değil kuşkusuz.

Almanya tokluk sıtması içinde, aşırı beslenmeden damarları tıkanmış durumda. Siyasi krizin gerekçesi burada aranabilir. Türkiye ve benzeri ülkeler ise gıdasızlıktan felç oluyor. Ama sosyal demokratların bayağılığı birbirlerini aratmıyor.

Devrimci teori, yani entelektüel hegemonya olmadan devrimci bir hareket olmaz. Almanya'da henüz böyle köklü ve toplu bir meydan okuma yok. Gerçi bazı işaretler hiç yok değil, ama resim maalesef acımasız. Bizde ise yavaş yavaş ortaya çıkıyor bu entelektüel şiddet. Ülke çoktan paramparça olmuş durumda, İslamcıların elinde bir başkent var; ekonomik kriz depremden önce bu ülkeyi altüst edecek.  Devrimci bir sol hükümetin Anadolu coğrafyasını bir arada tutma ve sosyalist bir düzen kurma şansı var. Erdoğan rejimi gidicidir, sadece ne zaman gideceğini söyleyemiyoruz.

O zaman, SPD'nin mikroplarını Türkiye'ye daha hızlı yaymaları gerekecek.

Açık konuşarak bitirelim: An itibariyle, Berlin'in bütün malum solcuları birleşse, doğru dürüst bir sol çıkaramazsınız. Burada bir sürpriz yok. Sürprizin büyüğü ve en görünmezleri bizim coğrafyada.

Bunların işi “Tilki Kevin”e kalmış... Anlayın artık...