KP'sizliğin sonu

Eski faşizmler, komünistlerin temsil ettiği sosyalist iktidar tehdidine karşı sermayenin bir yanıtıydı. 

Eski çamlar bardak oldu, denebilir. Belki: 21'inci yüzyılda palazlanan yeni faşizmlerin, komünist etkinin sıfırlandığı bir zaman ve mekânda, özellikle metropollerde, çok daha acımasız sonuçlar vereceğini düşünme hakkımız var. 

Neden mi? 

Tabii nasıl baktığınıza, daha doğrusu nereden baktığınıza bağlı, ama solun Avrupa'dan -sanki şimdiye kadarkiler yetmiyormuş gibi- adım adım kendi kendini kazıdığına tanık oluyoruz. 90 yaşındaki Jürgen Habermas'a bir “saray soytarısı” olarak bakabilen komünistler, yeni yeni bu tezlerini savunabiliyorlar; düşünün tahribatın boyutlarını. Solculuk taslayanlar, sağın en aşağılık renklerini temsil ediyor. Bitmek bilmeyen bir süreç bu. Bitmek bilmeyen, dedik, çünkü eğer işçi sınıfı varsa sosyalizm de hep bir biçimde var oluyor. Köz halinde bile olsa varlığını koruyor; etkisiz de kalsa, birileri o bayrağı mutlaka taşıyor. Kıvılcım tehlikesi hep var, yani. Hele bizde... 

Sonuçta, bilinçli veya bilinçsiz, sınıflar kendilerini, tarihsel kurumlarını yaşatarak korurlar. Bu duygu ve/veya bilincin, işçi sınıfı ve diğer emekçi katmanlarda sermaye sınıfına göre daha zayıf olduğunu, ama ortadan kaldırılamayacağını biliyoruz. Mülk sahipleri ve büyük sermayedeki bilinç, kuşkusuz işçi sınıfıyla karşılaştırılamayacak kadar gelişkin, acımasız ve saldırgandır. İşçi sınıfındaki bu eksiklik nedeniyle KP'lerin özel bir önemi olduğunu, geçerken hatırlatmış olalım. Sermayedar veya burjuva, hiç unutmaz ve kaptırdığı mülkü ilk fırsatta, ziyadesiyle geri almakta kararlıdır. 1989 böyle bir şeydi. Türkiye'deki cumhuriyet kurumlarının kazınması da biraz böyledir. Ancak sermaye, bu hırsında zaman zaman itidalini yitirebilir. İşte yine öyle bir zamandayız. 

Demek istediğimiz, şu: Eski faşizmler o itidalin yitirildiği zamanlara örnekti. Ama KP'lerin iktidar olasılığına karşı örgütlenmişlerdi. Şu anda durum çok daha vahim, çünkü sahneyi dengeleyecek güçte bir komünist meydan okuma yok ortada. En azından, an itibariyle, böyle. 

Solun kazındığına tanık oluyoruz. Bu ifadeyi, yukarıdaki hatırlatmalarımızdan sonra, “toplanan oy anlamında değil, etkisizlik ve mülkiyet rejimine yapışmak anlamında” kullandığımızı eklemiş olalım. Avrupa, 30 yıl önce, bir anda her şeyi silip süpüren bir restorasyon dalgasıyla eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum biçimini gerçekleştirmeye kararlı komünist meydan okumadan temizlendi ve sahne, sağın her çeşidine kaldı. Solculuk satan ve son birkaç yılda kendisinden söz ettiren, emekçi sınıfların sosyalizm iddiası açısından ise hiçbir anlamları olmayan, yani antikomünistlikleri sabit “sol” partiler - Syriza, Podemos, Sol Parti vs.- yok değil, ancak sosyalizmi hedefleyen KP'ler Avrupa'da çoktan tarih oldu. Dolayısıyla çeşitli versiyonlarıyla yeni sosyal demokratlarda, eski sosyal demokratlardaki komünizan bazı “lafzi” değerler bile yok.  Gerek yok. O zaman sahne çok karışacak demektir. 

ALMAN LABORATUVARINDA PROTOFAŞİZM 

Sonuçta, metropollerde tam faşizmin önünü açan “protofaşizmler” veya “prefaşizmlerin” canlanması tesadüf değil. Yerleşik emperyalist-kapitalist düzen, insanları yoksullaşmaya ve ortaçağ düşüncesine iterken, metropollerdeki yerli yoksulların, sınırlara dayanmış ve içeriye sızan dünyanın en yoksullarına tepkiyle refah şovenizminin tetikçilerine dönüştüğünü gözlüyoruz. Fransa'da RN (Marine Le Pen) , Almanya'da AfD, Avusturya'da FPÖ, İtalya'da Lega Nord (Matteo Salvini) , Macaristan'da Fidesz (Viktor Orban), Polonya'da PiS, antikomünist bir tarihsel histerinin yeni bayrakları artık. İyi. 

İyi de, Avrupa'nın sadece yoksulları değil, “komünist eksikliği” içindeki zenginleri de tıkanmış durumda. 

AB'nin efendisi Almanya'daki duruma bakalım. Sosyal demokrasinin ve komünizmin bu tarihsel beşiğinde, solun durumu içler acısıdır. Komünistler silinmiş bulunuyor; fantom ağrıları bile kalmadı. Ama kulaklarından bile para fışkıran Berlin resmen tekliyor. Görevi bırakması kimseyi şaşırtmayacak olan Başbakan Angela Merkel'den sonrasını kimse düşünemiyor. Yok, çünkü. Sosyalizm karşıtlığı program olmuş Yeşiller'i, artık bir patron silahına dönüşmüş sosyal demokrasiyi (SPD) bu kategoride, yani solcu falan sayamayız. Tabanda tek tük anakronik talepler yok değil, ama bu mafyöz partiler Türkiye'deki Türk-Kürt benzerlerinin yaşadığı yönetim kaderini yaşıyor: Mafya tipi sermayeci kadrolar bu partileri çoktan ele geçirmiş durumda. Bu gaspta bir zorluk yaşadıkları da söylenemez. Komünist meydan okumanın olmadığı yerlerde, hele hele fikirler düzeyinde tam bir tarihsel “özkazıma” eylemi yaşanmışsa, bu kader kimseyi şaşırtmamalıdır.  

Yanılsama bir başka uçta devam ediyor: Örneğin Almanya'daki şu ünlü Sol Parti'nin bile, ki bu kafayla giderse ilk federal seçimde yüzde 5'lik baraj altında kalması ve silinmesi kimse için sürpriz olmayacaktır, burjuvazinin egemenliğini kayıtsız şartsız kabullenerek, kendisini bir yerlere sol diye kabul ettirdiğini görüyoruz. Ama “Doğu Almanya” gibi daha önceleri güçlü olduğu bölgelerde de yerle bir oluyor. Sınıf temelli komünist meydan okumanın kazındığı, orta-üst sınıfların kimlik, kültür, etnisizm, din, inanç, cinsiyet vs. hezeyanlarının komünistlik diye yutturulduğu coğrafyada yaşananlar, olağandır. Sonuçta birazcık sol veya ılımlı sol vs. olunmuyor, sermaye bunları olduğu gibi kendi hanesine yazıyor. 

Ancak, daha başka bir şey oluyor. 

Ne mi? 

Geçmişle bugün arasındaki büyük farka bakarak düşünelim: Süper güç ABD'nin patronluğunu kabul etmiş Batı Avrupa'da, 50'lerden 70'lere, KP'lerin sermaye ve Washington'da iktidar korkusu  yarattığı zamanlardan geçildi. O KP'lerin bugün Berlin'de, Paris'te, Roma'da vs. neredeyse tozu bile kalmamış gibidir. Kalanlar da geçmişlerini kusmak, burjuvaziden özür dilemekle meşgul. 

Belki de bu yüzden Avrupa'da metropoller, yükselen protofaşist partilerle, “yeni ortaçağın” taşıyabileceği neoliberal bir faşizmin önünü rahatça açabiliyor. Kıta düzeyinde bir savaşın öncü cepheleşmelerinden geçiyoruz. Sinyaller ortada. 

KP'sizliğin Avrupa'yı büyük bir kaosun içine atacağını söylemek, yeni faşizmlerin karakterine yönelik bir işaret kabul edilebilir. Sermaye düzeninin karşısına devrimci inat önce teorik (entelektüel), sonra da hareket (kitle) olarak çıkmazsa, burjuvazinin tahribatı insanlığı ortadan kaldırmaya kadar varır. 

Komünistsizlik, daha doğrusu KP'sizlik, bir insanlık sorunu yani. Çoktandır. Ve bu eksiklik kısa vadede metropollerde giderilecek gibi görünmüyor. Ya zayıf halkalarda? 

Sadece oralarda... Bizde...