Kir ve sol siyaset

Liberal gericiliğe entelektüel bombardıman sürüyor. Üst üste kitaplar yayımlanıyor. Biri Yalçın Küçük Hocamızın iki yol arkadaşı B. Sadık Albayrak ve Taylan Kara ile birlikte yayımladığı “Kir Teorisi”. Diğeri yazarımız Orhan Gökdemir’in yine ilginç yeni kitabı “AKP’li Yıllarda Türkiye’nin Düzeni”. İkisi de Türkiye’den, yani kire batmış ve içinde her an patlamaya hazır metan gazı birikmiş bir çöp dağından söz ediyor: Çoktan “Tayyibistan”a dönüştürülmüş Türkiye’nin çöküş sendromları analiz ediliyor.

Liberal bayağılığın geçici üstünlük yıllarının çoktan kapandığına bu tür art arda yayımlanan kitaplarla da tanık oluyoruz. Ancak İslamcılığın, “liberal sol” dayanaklarıyla tam bir can çekişme döneminden geçmesi, hiçbirimizi aldatmamalı. Çünkü İslamcı iktidar, bu ülkeyi ve halkını gerçekten yerle bir etmeyi başardı. Yalçın Küçük ve arkadaşlarıyla Orhan Gökdemir’in uyarılarını, belki şöyle anlayabiliriz: Önümüzde bir çöküş dönemi var ve bunu yıllar sürecek bir “kir kazıma eylemi” izleyecek. Bu da siyasal ve sosyal bir devrim demek. Yoksa bu coğrafya ve halkları tam bir cehennemi yaşayacak. Paramparça olacak. Metan gazının kontrollü çıkışını örgütlemek isteyenler, bu çöp dağını korumak isteyenlerdir: Türkiye insanı bir patlama olmadan bu çöp dağında yaşamayı sürdürmelidir. Dertleri bu.

Orada değiliz: Biz başka bir yerden hareketle, farklı birkaç kapı açmak istiyoruz.

1.

Dışımızdaki somut gerçeklik (“realite“) nasıl tanımlanmak gerekir? Temiz mi, kirli mi? “Her ikisi de” denebilir. O zaman hangisi ağır basıyor? Bu kiri normal karşılayıp, öylece, korunmasız ve bodoslama içine atlayınca mı siyaset yaptığımızı sanıyoruz? Bazı önlemler almayalım, örneğin kendi ilkelerimiz ve programımızla bir koruyucu/engelleyici duvar oluşturmayalım mı? Kendi analizlerimizle sahayı okumayalım mı? Bu çöp dağına şu veya bu biçimde katkıda bulunmuş olanların “değerlendirmelerini” mi öne çıkaralım, onlardan medet umalım? Onların maymunu olalım...

Günümüz kapitalizmi ve yarattığı yaşam alanı esas olarak kirlidir. Ancak Pandora'nın Kutusu misali, içinde temiz kalmak için çırpınan dokular da yok değildir.

Biz kir’i mi esas alacağız? Yoksa sağlıklı dokularla bir yenilenme mi arayacağız?

Bu kiri yaratan koşullara bulanarak, gerekirse biraz kirlenerek adım atmak elbette mümkün. Cepheciliğin kapitalizmi hedef almış bir program eşliğinde kitleselleşme olduğunu unutup “Birazcık sağcılıktan bir şey çıkmaz” diyerek mesela, sola yeni yaşam alanları da açılabilir. Ama nereye kadar? Kendi acil programımızı anlatmaktan ve savunmaktan imtina ederek mi solcu, sosyalist kalacağız? Sahnedeki rezalete ve kerih kokuya, iğrenç ilişkiler ağına, kendi teşhislerimiz ve emperyalist-kapitalist düzeni temelinden sarsan alternatif çözüm önerilerimizle yaklaşmayınca mı siyaset yapmış sayılıyoruz?

Bunu kabullenemeyiz.

Solun, uzun sürmüş yenilgiler çağı, bu kire bulanarak, aslında da ona benzeyerek siyaset yapılabileceği yanılsamasını bir “fikrisabit”  haline getirdi: Sol güçsüzdü, çünkü hep kendi steril diliyle steril siyaset yapabileceği ortamlar arıyordu. Sekterdi. Kendi geçmiş başarılarına takılıp kalmış, yenilgilerden ders çıkarmamıştı. Diğer ortamlara kir gerekçesiyle girmekten kaçınıyordu. Zaten kullandığı dili kimse anlamıyordu. Böyle deniyor veya aynen ifade edilmese bile böyle “denmek isteniyordu”.

Bu mu gerçek?

Farklılaşmaksızın hasımlara veya düşmanlara iyice yakınlaşarak bağımsız sosyalist dokunun korunabileceğini düşünenler, 1989'daki küresel kapitalist restorasyonla yanıtlarını aldılar. En acımasız umutlardan biri dünya finans sistemiyle (emperyalist sistemle) yoğun mali ilişkiler kuran, büyük borçların altına giren, bu arada Moskova'ya zaman zaman densiz eleştirileriyle Batı'nın gözüne girmeyi başaran Çavuşesku ve yoldaşları oldu. Acımasızca katledildiler. Libya ve Batı'ya milyarlar döken Kaddafi’nin sonu daha feciydi, malum. Orhan Pamuk bu cinayete kendisinden beklenen onayı verince “bizlerden” hak ettiği yanıtı almıştı. Yugoslavya bir başka örnek.

Farklılaşmayan ve bu kiri kazıyacağını ilan etmeyen, kapitalizmi tüm kurucu ve yürütücü unsurlarıyla ortadan kaldıracağını, bunu da kendi örgütlülüğüyle yapacağını siyaset sahnesinde ikna edici bir dille savunmayan sol, o kirin parçasıdır. Genç TKP, yıllardır bunu anlatmaya çalışıyor.

CHP'den, HDP'den, Akşener'den krize sol çare çıkarabileceğini, bunlar Erdoğan’dan iktidarı devralırsa sola ferahlık geleceğini sananlar, kendi acil sosyalist programlarını krizin ve toplumun önüne çıkarmayı öneren devrimcilere hep “steril ortamcı” ve “sekter” vs. kavramlarla yaklaşırlar.

Kirle işbirliği yapmayacağını kirin orta yerinde bağıran, mücadele veren sosyalistlerin “steril ortam arayıcıları” türü suçlamalara gülüp geçmesi gerekir. Bu tepki ve etiketler doğal karşılanmalıdır. Kapitalizmin yenilmezliğine ve bekasına gönül vermişlerin tepkisi böyle olur. Sonuçta, kapitalizmi koruyanların arayışları doğaldır, sorun bunu solculuk olarak propaganda etmelerinde. Böyle bir tutumun sosyalizm düşmanlığı olduğunu savunanlara yönelik saldırıların ardında başka bir “nefsi müdafaa” yatıyor.

Reel sosyalizmden, her zaman insanlığın en önemli kazanımı saydığımız o eski dünya sistemi ve yıkılmasından gerekli dersleri çıkarabilenler için ortada sürpriz bir tepki yok. Her şey doğal seyrinde. İyi.

2.

İyi ve şu, doğrudur: İslamcılar cumhuriyetin tüm kurumlarını yerle bir edecek, ülkeyi ahlaksızlığın ve dinciliğin elinde bir çöp dağına dönüştürecekler, ama sosyalistler bu kire hiç bulaşmadan devrimcilik yapabilecekler, öyle mi? Olmaz tabii. Ama bu kirin bir parçası olacak kadar bulaşmak mı gerekir? Her uzatılan sopanın üzerinden atlamak, onun bunun maymunu olmak mı siyaset? Türk ilericiliğine sızmış ve ondan nefret etmek dışında bir özelliği olmayan liberal dangalakların önünde takla atınca mı sol siyaset yapıyorsunuz? “Bu rezalete biz bulaşmayacağız, ama hepinizi bitireceğiz” diyenler mi “steril siyaseti” savunmuş oluyor? Kılıçdaroğlu ve Uras-Temelli çizgisiyle yürümek isteyen yürüsün.

Acı soru şu, tabii: Bu yoğun rezaletin içinde, adına seçim denilen kanlı komedinin oluşturduğu bir tabloda, temiz kalmak hiç mi mümkün değil? “Kir Teorisi”ni yeni yayımlayan Yalçın Hocamız ve yol arkadaşlarının kulakları çınlasın: Her an patlamaya hazır bir çöp dağında (“Tayyibistan”) topluma bu kirli düzenin tamamen dışında bir çarenin var olduğunu gösterme çabası steril ortam arayışı anlamına gelmiyor. Devrimciler her yerde, her zaman, seçimlerde de ısrarla halkın karşısına çıkmalı ve sosyalizm dışında bir çarenin bulunmadığını anlatmalıdır.

Bizler bu krizden sosyalizm dışında bir çıkış veya kaçış olmadığını savunuyoruz. İç cebimize mi konuşuyoruz, kendimizi mi aldatıyoruz? Hepsi görecek. Şu sıralarda sola ve hatta geniş kesimlere egemen ruh hali şöyle: “Aman şu kriz bir geçsin, şu gericiler sandıkta üç-beş puan bir gerilesin, Erdoğan gitsin, belki ondan sonra...” Tekelci kapitalizmin düzen içi muhalifleri böyle. Bu demokratların içinde faşistler/faşigeler de var (“İyi Parti”), İslamcılar da, liberaller, sosyal demokratlar ve hatta “sosyalistler” de... Hepsinin ortak derdi, krizin bir toplumsal patlamaya dönüşmesini engellemek... Metan gazına kontrollü çıkış sağlamayı siyaset sayıyorlar. Çöp dağını imha etmek ve insanlarını yeni bir hayatı örgütlemeye itmek, evet, mecbur bırakmak demokratlıklarına sığmıyor. Üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin olmayacağı böyle bir mecburiyeti bu solcuların aklı almıyor ki... 

Çöküş sürerken “Başka ve sosyalist bir dünya mümkün!” diyebilenlere, önce en yakınlarından tepki gelmesi doğal. Göğüsleyeceğiz.

Ama ne olursa olsun, 12 Eylül öncesinde gerçekleşemeyen “devrimci demokrasi ile sosyalistler arası” bir iktidar konuşması, her zaman mümkün bırakılmalı. Siyaset sahnesindeki her aktörün, şimdilik marjinal kabul edilen komünistler ve dostları hariç, mevcut kirin bir parçası olduğunu bilerek...

3.

Tamam, bu sahnede pek az şey lehimize. soL Dergi’nin bu haftaki sayısında, devrimci duruşu, entelektüel kapasitesi ve göz kamaştıran tekniğiyle yıllardır dikkatleri üzerinde toplayan çizerimiz Sait Munzur, soruları yanıtladı, mizahın ve mizahçıların durumunu değerlendirdi. Hiç de iyi bir tablo yoktu karşımızda. Karanlıktı:

“Bizim ülke hakikaten bir garabet hali yaşıyor. Olağanüstü, büyük çizerlerimiz var. Birçok isim sayabiliriz büyük yetenek olarak fakat bu insanlar bizden önceki büyük ustaların hissettikleri sorumlulukları hissetmiyor. Bir boşvermişlik var, ben bu kuşaktan bir şey çıkabileceğini düşünmüyorum. Türkiye kültür dünyasını yeni bir dönemde, yeni bir rüzgarla ortaya çıkarmalı. Geniş bir kuraklık var, verili olanlar miadını doldurdu, söyleyecekleri, diyecekleri bu kadardı, bitti. Bu defter kapanmış gibi görünüyor.”

Munzur, solun genel halini anlatıyor aslında. Zor bir dönemeçten geçiyoruz, zayiatımız büyük. Bunu görebilmeliyiz. Kiri kazırken, önlemler almak zorundayız. Öte yandan, tamam, gerçekten yeni zamanlardayız, genç insanların büyüyen bir müdahalesi/öfkesi de var.

Bunlar pek görünmüyor olabilir, ama zaten tarihte hep böyle olmuştur: Büyük dönüşümler ve dönüştürücüler öyle önceden afişler filan bastırıp büyük tezahüratlar eşliğinde sahneye çıkmazlar. Birdenbire olur her şey...

Her şey birdenbire olacak. Kir birdenbire kazınmaya başlayacak. Önemli olan ellerinde ıspatulalarla nasıl bir kitlenin hazır tutulacağı. Şu, çok açık: Ölümcül hastanın başındaki cerrahın eli titrememeli ve neşter de inanılmaz boyutlarda keskin olmalıdır.