Kiev’deki adamın sahipleri

Ukrayna’da artık kan gövdeyi götürmeye başladı. Buradan dönüş olmaz. Avrupa’nın parselasyonu devam ediyor.

Pazartesi günü ünlü boksör Vitali Kliçko Berlin’e geldi, beraberinde Arzeni Yatsenyuk vardı. Kliçko Berlin’in, Yatsenyuk da Washington’ın “adamı” kabul ediliyor. Bir koalisyon bu ama üçüncü bir ayağı var: İçsavaşın vurucu gücü, sokaktaki faşist terörün sahibi Oleg Tyagnibok ve örgütü “Svoboda”. Bunlar Nazi Almanyası ile ittifak eden Ukraynalıların torunları. Biraz değişmişler...

Değişmişler: Bu faşist partinin programatiğinde artık antimesitizme yer verilmediğini bizzat Yahudi temsilciler söylüyor. Mesela, Josef Sissel. Hem Ukrayna Yahudi Cemaatleri ve Örgütleri Birliği Başkanı hem de “World Jewish Congress” Başkan Yardımcısı Sissel, Svoboda’yı çoktan “temize çıkarmış” durumda. Hazret, Frankfurter Allgemeine Zeitung’a yaptığı bir açıklamada, Tyagnibok’un Yahudi düşmanı son demeçlerini 10 yıl önce verdiğinin altını çizme ihtiyacı duydu. Herhalde boşuna değildi.

Yeni faşizmler böyle. Hollanda aşırı sağındaki Geert Wilders ve Fransız faşistlerinin lideri Marine Le Pen’in de İsrail’i bırakın düşman saymayı, eleştirmeyi bile düşünmediklerini epeydir biliyoruz. Müslümanları hedef alan yeni Avrupa faşizmi, antisemitizmde neden ısrarlı olsun? İşte Ukrayna’da da faşizmin antisemitizm safrasından kurtulduğuna tanık oluyoruz.

Fakat yine de, Berlin olsun, Paris olsun, bu Ukraynalı Alparslan Türkeş’le, yani Oleg Tyagnibok ile aynı fotoğrafta yer almayı hâlâ sakıncalı buluyor. Ne olur, ne olmaz..

Bizim çıkaracağımız ilk sonuç, Kiev’in yanmaya başlamasıyla Kliçko’nun Berlin ziyareti ve muhtemelen cebine koyduğu “onay” arasında saatler bulunmasıdır. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Vitali Kliçko’ya “Arkanızdayız!” demeseydi, bu adamın Ukrayna’yı ateşe vermek üzere böyle rahat harekete geçmesi mümkün olmazdı. Merkel’in o görüşmenin ardından basına yansıttığı mesaj “açık çek vermediği” yolundaydı oysa... Demek ki...

Demek ki, emperyal siyaset kapalı kapılar ardında, bin bir türlü komployla yapılan bir şeymiş. Demokratların yüzündeki maskenin böylece bir kez daha indiği söylenebilir. Demokratlar: Hani şu Batı demokrasisini her türlü beyazlığın ve dürüstlüğün öncüsü ya da örneği sanan, öyle de propaganda eden “Ufuk Uras cemaati”... Bu “cemaat” yeni faşizmin vurucu gücüdür.

İkinci bir sonuç: Doğu Avrupa’daki gelişmeleri belirleyen dünya gücü, bir başka ifadeyle, düvel-i muazzama içindeki bölge sorumlusu, epeydir ABD değil. Washington ne isterse o olmuyor anlaşılan Berlin’in sözü, 1989’dan beri her yıl daha da güçlenerek, geçiyor. Nitekim Kliçko, ayaklanmanın yeni aşaması için ay başında Münih Güvenlik Konferansı bahanesiyle apar topar geldiği geldiği Almanya’ya, bu hafta başında tekrar uğruyor ve “el alıyor”. Kimden? Herhalde Obama’dan değil.

Dünyanın efendileri arasındaki güçler dengesinde on yıllardır süren kayma, yeni bir aşamaya gelmiş ve Berlin kendisini hatırlatmıştır. O istemezse, hiçbir şey olmuyor. Kuşkusuz onun her istediği de olamayabiliyor. Fakat Kiev sokaklarında şu anda Almanya’nın sözü geçiyor.

Sol Parti’nin çalışkan ve sol duyarlılığı gerçekten yüksek milletvekili Sevim Dağdelen, Merkel’in Kliçko damgalı bu silahlı kalkışmaya ve darbeye destek verdiğini hatırlattı. Dağdelen, askeri üniformalar giymiş “faşoların” Alman parlamentosunu basması halinde ne yapılacağını soruyordu önceki gün...

Bütün bu kaosun bize tuttuğu bir ışık var o da üçüncü bir sonuç olsun: Bugünkü Ukrayna, Rusya’ya yakın bir tür Sırbistan ile Almanya Avrupası’nın uydusu bir başka Ukrayna halinde bölünebilir. Putin’in adamı ve “içsavaş zengini Yanukoviç”, sanki Türkiye’ye geleceğini gösteriyor: Ayrılıkçıların eline oynayan “içsavaş zengini veya mağduru Türkçülerin” küçülteceği bir Türkiye bu...

Yani biz Ukrayna’ya bakınca da kendimizi görüyoruz: Ya sol Türkiye, ya yok Türkiye!...