Kardeş ‘payı’

Adamlar haklarını istiyorlar. Joachim Gauck mesela: Hazret, malum olduğu üzere birkaç gün önce Türkiye’deydi, eleştirilerde bulundu, ipin ucunu çoktan kaçırmış Erdoğan’ın beklenen yanıtlarını cebine koydu. Kayıkçı dövüşü biraz daha sürer. II. Dünya Savaşı’nın ürünü bir Almanya’nın yıkımına katılmış, sonra da onu bünyesine katan daha büyük Almanya’nın başına geçmiş bu “din adamı politikacı”, kısmen kendi biyografisini andıran çizgilere sahip Türk “mevkidaşlarına” ayar vermeye gelmişti.

Ayar vermesinde şaşılacak bir şey yok.

Dinse din, antikomünizmse antikomünizm, ekonomiyse ekonomi, siyasi merci olmaksa siyasi merci... Almanya’nın bir numaralı temsilcisi, Ankara’daki Türk temsilcilere, “mevkidaşlarına” yani, ayar vermeyecek ve gelinen noktadaki paylarını göstermeyecek de neye ve kime ayar verecek, kime ne gösterecek?

Almanya Devlet Başkanı, Ankara’nın yönetenlerine, özellikle de Erdoğan’a, belli ve pek sıkıntı yaratmayacak bir ambalaj içinde “Valla suyunuz iyice ısındı, benden söylemesi” demiş oldu. Bu, ayarı biraz aşıyor doğruya doğru.

Ancak, sonuçta, Türkiye’nin dış dünyayla bağlantısındaki en önemli dış merkez ve onun baştemsilcisinden söz ediyoruz. Erdoğan’a veryansın eden Alman medyasında Gauck’un demokrasi dersini pek beğenen Türk gençlerine de yer verildi. “Adam çok haklı” diyen ve belki katıldıkları, en azından destekledikleri Gezi ayaklanmasını bu sözleriyle yerle bir ettiklerinin bile farkında olmayan bazı “duyarlı demokrat genç arkadaşlar”dı bunlar. Olur. Böylelerini bulmak hiç zor değildir. Hele hele Almanya’dan Türkiye’ye demokrasi ithal etmeye pek meraklı ve sözcüğün tam anlamıyla “Almancılar”, bırakın ortalığı, sol partileri bile tıka basa doldurmuşken...

Amerikancılar varsa, Almancılar niye olmasın?

“Ortalık dolu” dedik. Misal: Thilo Sarrazin gibi, yazdıklarını faşizan duyarlılıkları kaşıyarak sunan ünlü kitap zenginini, şu sıralarda, kitapları dilimize de çevrilmiş bir Almanya delisi, Akif Pirinçci, Almanya’yı, daha doğrusu “Germania”yı kutsayan ve yere göğe koyamayan kitabıyla (“Deutschland von Sinnen”) izliyor. “Güzeller güzeli Almanya”ya “Kafayı mı yedin?”diye soran, “gelişmemiş yabancıların” bu ülkeyi kirlettiğini savunan, tam bir Almanya manyası içinde birbirinden bayağı sayıklamalarla doldurduğu kitabı son bir aydır “Amazon”un satış listelerini de zorlamaya başlayan bu “Türk asıllı örnek Alman”ın öyküsü başlı başına bir değiniyi hak ediyor. Küçük bir yayınevinde çıkan ve yerleşik medyanın büyük tepkisini alan Almanya ve Almanlık güzellemesi kitabının kendisine iyi para kazandırması kimseyi şaşırtmayacak bu yazar, Akif Pirinçci, birçok açıdan Almanya-Türkiye ilişkisini aydınlatıyor aslında.

Ortada bir sürpriz yok.

Paris’in, Alstom adlı Fransız devinin General Electric’in eline geçmemesi için Siemens’i göreve çağırdığı zamanlardan geçiyoruz. Avrupa Almanyası, yaşlı kıtanın her yerinde ve bu kıtaya bağlı her coğrafyada, elbette geniş arka bahçesindeki Balkanlar-Türkiye-İran hattı ve çevresinde de, ağırlığını hissettiriyor. Hissettirmesi gerekecek.

Kötülüklerinden değil. Kendileri pek iyi ruhlu olabilirler. Sonuçta sermayenin yasalarına boyun eğmek zorundalar.

Ama herhalde en acımasız kader, bir din adamının, yıktığı ve iltihakını gerçekleştirdiği cumhuriyetin ardından yeni ve büyüyen cumhuriyetin başına geçince, uzaklardaki bir başka cumhuriyet yıkıcısına, kendisi gibi dindar/dinci bir demokrat olan Erdoğan’a, demokrasi dersi vermesidir. Joachim Gauck “Buralar bizden sorulur hemşerim!” demiş oldu “lisan-ı münasip”le. Belki de, Türk mevkidaşlarına, içinde yetiştikleri cumhuriyeti yıkarken dikkatli olmalarını, ipin ucunu kaçırırlarsa kendilerini Berlin veya Washington gibi merkezlerin de kurtaramayacağını hatırlatmaya çalıştı. Gauck, farklı koşulların ürünü de olsa, son tahlilde biraz daha derli toplu bir Gülen-Erdoğan tipolojisidir. Değil midir?

Türkiye, iç ve dış dincilerin, bu “kardeş demokratların” biçtiği deli gömleğine sığmayacak kadar gelişkin bir aydınlanma geleneğinden çıktı. 1917’nin damgasını taşır. 1917 olmasaydı, 1923 olmazdı. Türkiye aydınlanması ve onun gerçek mirasçıları, Türkiye’nin sosyalistleri, mesela Ortadoğu’da eksikliği hissedilen en önemli olgudur. Bu olgu, emekten yana bir aydınlanma geleneğinin ne olduğunu, kapıları böyle din düşkünlerinin yüzüne çarparak öğretebilir.

Öğretemezse de önce bu ülke biter.

Hep diyoruz: Ya sol Türkiye, ya yok Türkiye!

Gelen giden de bunu söylüyor aslında. Tabii hep kendi penceresinden bakarak...