İslamofaşist iktisat politikası

Türkiye’yi artık yerle bir etmiş İslamcıların işgali 2002 sonunda açıkça başladığından beri (“Şerefsiz Osmanlı’ya Dönüş”), burada çok yazdık. Bu cahil tüccar imamların tek iktisat politikasının, ülkeyi emperyalizme tümüyle satarak kendilerini garantiye alma “güdüsü” olduğunu ileri sürdük. Emperyalist metropolleri sevindirik eden bir hırstı bu. 

İslamcılar, basitlikleri oranında “tilkiydiler”... Basit ve kirli ruhlu tilkiler, diyelim: Canavarlaştıklarını da ekleyerek tabii...  

Her biri diğerinden daha tüccar bu islamofaşistler, katlettikleri cumhuriyetin enkazı altında kalmamak için ülkenin kamuya ait her değerini yabancı sermayeye peşkeş çekmek zorunda olduklarını düşündüler. Bunu elbette önce çabuk yoldan kâr ve rant elde etmek için yapıyorlardı. Kamu mallarını yağmalayarak büyük birikimler sağlayacaklarını biliyorlardı ve bunu “laik burjuvaziden” öğrenmişlerdi. Yani sonuçta Koç, Sabancı vs.’nin açtığı laik yoldan ilerlediler. Ama...

Ama asıl dertleri şuydu: Ülkeyi yabancı sermayeye “bire kadar kakalarlarsa”, kendilerine epey bir komisyon kalacağını, ondan önemlisi, yabancıların da Türkiye’nin çökmesine kendi çıkarları gereği engel olacağını düşünüyorlardı. Böyle bir cahil cüreti... 

Kapitalizmin yasalarından falan haberleri olmadığı için böyle güdük hesaplar yapabildiler: “Ülkeyi yabancı sermayeye devredersen, yabancı sermaye ülkenin batmasına engel olur. Çünkü o zaman kendi parası da batar.” 

Bu kadar ucuzdurlar. 

Kimse kendini aldatmasın: Laik veya dinci-faşist, burjuvaların (sermayedarların) amansızlıkları ve tilkilikleri birbirlerinden farklı değildir. Türkiye kapitalizminin sahipleri, Türkiye zenginleri, etnik, dinsel, kültürel vs. tüm “renkleriyle” Türkiye’yi uluslararası sermayeye “üç otuz paraya” peşkeş çekmeyi bir tür “full kasko” saydılar. 

Bu artık bilimsel bir saptamadır. Nitekim Korkut Hocamız önceki gün burada yabancı sermayenin bizdeki büyük ağırlığını yazdı: 

“2007-2015 döneminde iki servet mülkiyeti arasındaki farkın (Türkiye’nin net varlık durumunun) da hep 'eksi' değerler gösterdiği ve hem milyar dolar olarak, hem de millî gelire oranlandığında hızla arttığı gözlenmekteydi. Zira, Türkiye’deki servet mülkiyeti önemli boyutlarda yabancılaşmakta; 'gayri millî' hale gelmekteydi.”

Bu satırların yazarına Mülkiye’de iktisadı sevdiren Büyük Hoca, sözü geçen yazısında, servet mülkiyetindeki yabancılaşmanın 2016 ve 2017’de de devam ettiğini vurguladı. İyi...

Bizim geleceğimiz nokta şu. Bu tuzaktan, Türkiye’nin acımasız sermayedarlarının güdük kafasındaki “tam kasko”dan sıyrılmanın sosyalizm ve merkezi plan dışında bir çıkış yolu yok artık. 

Daha doğrusu bu bataklık, sosyalist bir hükümetin izleyeceği iktisat politikalarıyla kurutulmadıkça, Türkiye’nin ayağa kalkması olanaksız. Sosyalist bir “sıfırlamayla” üretim araçları üzerindeki mülkiyet rejimi kesintiye uğratılıp sosyalist yönelişli bir merkezi plan uygulamaya girmezse, bu topraklarda herhangi bir ferahlama yaşanamaz. 

Yani “sol keynesçilikle” falan yapılacak bir iş kalmadı ortada. İsteyen komşudaki Syriza rezaletine bakabilir... 

Ya sol, sosyalist yönelişli Türkiye ya da yok Türkiye! 

Ama asıl söylemek istediğimiz şey şu: Türkiye’yi İslamcı katillerin/satıcıların aracılığıyla çok ucuza kapatan dış sermaye, hiç öyle bu toprakları bırakıp tıpış tıpış gidecek değildir. Müthiş bir finans gücüdür. Yüksek yoğunluklu bir nihai içsavaşın pençesindeki Türkiye’de gasp ettiği serveti elinde tutmaya çalışacak, bu amaçla da gerekirse dinci/etnikçi/liberal güçleri militarize etmek (daha açığı: silahlandırmak, milisleştirmek, ordulaştırmak) için fonlar kuracaktır. 

Türk gericiliğinin “full kasko” hesabı, korkunç bir bomba olarak bu topraklara dönecektir. Yani dış sermaye Türkiye’nin çökmesine engel olmak şöyle dursun, işler bugünkü noktasına gelmişse, İstanbul ve Anadolu’da taş üzerinde taş bırakmayacak bir hırsla milisler, mafya orduları oluşturacaktır.  

Gericiliğimizin asıl kaynağı burada: “Batı demokrasisi”nde... 

Bu güruhun yaratacağı yıkıma karşı çıkabilecek tek ilerici reçete, işçi sınıfı ve müttefiklerini temel almış, aydınlanmacı bir merkezi planlamadan geçiyor.

Sosyalizm yoksa, Türkiye falan da yok... Nereye baksak bu gerçekle yüz yüze kalıyoruz...