İşgalcilerin karşı-işgal korkusu

Osman Çutsay'ın “İşgalcilerin karşı-işgal korkusu” başlıklı yazısı 07 Şubat 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

“İplerini koparıp” zenginliğin merkezine, o ışıl ışıl metropollerden pay almaya geliyorlar. Genç ve güzel olanları, eğer başka özellikleri yoksa, hatta başka entelektüel özellikleri olsa bile, çok ucuza malum yerlerde pazarlanıyorlar. İyi yetişmiş olanlar (“beyin göçü”), zaten sokakları kirletmiyor. Öyle diyorlar...

Krizin vurgunu yemiş AB’nin yoksul çevre ülkelerindeki en yoksullar, son çare olarak, merkez ülkelerde, ama öncelikle de İngiliz ve Alman şehirlerinin kenar mahallelerinde şanslarını deniyorlar. AB’nin yoksulları “bendime sığmam taşarım” diye bağıra bağıra geliyor.
AB’nin en yoksul iki ülkesi Romanya ve Bulgaristan’daki “geleceksiz” yığınlar, seyahat ve yerleşme özgürlüğünden yararlanarak, bilhassa Berlin’i, Hamburg’u, Münih’i, Duisburg’u, Dortmund’u ve hatta Avrupa’nın mali başkenti Frankfurt’a 10 dakika mesafedeki Offenbach’ı yavaş yavaş ve kenarlardan işgal ediyorlar. Zaten yüksek işsizlik altında inleyen dış mahallelere yerleşiyorlar ve buralarda çok ucuz emeklerini gerçekten en pis işler için piyasaya sunuyorlar. Korunmasız, ama saldırganlar. “Demokrasi” diye bağıra bağıra tarihin en eşitlikçi cumhuriyetlerini yıkanların çocukları hepsi. Ücretleri aşağıya çekiyorlar. Yoksul yerli yığınlarda da ırkçı-milliyetçi refleks güçleniyor.
Birçok Alman şehri, bu yeni yığılma nedeniyle, zor durumda. En çok da AB’nin en yoksul iki ülkesinden gelenler, Rumen ve Bulgar yoksulları, şehirlerin manzarasını bozacak kadar göze çarpan bir tavırla sokaklarda “arz-ı endam” ediyorlar. Şehir yönetimleri bu yığılma karşısında çaresiz. AB rüyası çevrede çoktan çöktü, şimdi o yıkıntılardan kopup gelenler merkezdeki parlaklıktan pay istiyor. Hem bizzat gelerek yapıyorlar bunu: İşgalcilerin işgali gibi bir şey.

Nitekim Alman Şehirler Birliği bünyesinde hazırlanan yeni bir rapor, açıkça toplumsal denge ve toplumsal barışın “olağanüstü ölçülerde” tehdit altında olduğunu ileri sürüyor. Bazı şehirlerde Rumen ve Bulgar göçü, son 6 yılda tam 6 kat artmış durumda. Gelenler, raporda da belirtildiği gibi, kendi ülkelerinin en yoksulları, çok kötü koşullarda yaşıyorlar ve eğitimsizler. Birer AB vatandaşı olarak en zenginlerin sosyal güvenlik sisteminden yararlanmaya, bu arada buldukları gündelik işlerle nefes almaya çalışıyorlar. Sözcüğün tam anlamıyla itilip kakılıyorlar, yıkıntılarda yaşıyorlar, ama geliyorlar. Çünkü başka çarelerinin olmadığını biliyorlar.

Alman şehir yönetimlerinin en çok endişelendiği yığılma Sinti ve Roma damgası taşıyor. Bu insanlar ülkelerindeki koşulları sanki metropollere de taşıyorlar. Şehir yönetimleri, şaşkın. Merkezi devletten, bu yüzbinlerce insana acil konaklayacakları yerler hazırlanması, tıbbi bakımlarının sağlanması ve sosyal hizmetler sunulması için kaynak ayırmasını istiyorlar. İyi de, yok ki. Kaynak yok. Var da yok.

“Zürefa” takımını, zor günler bekliyor. “Çingenelerin işgali” dedikleri “karşı-işgal”, zengin mutfağının da kirlendiğini gösteriyor.