İçsavaş zenginleri neden her yerde?

Bir türlü ilan edilmeyen, ama içten içe süren ve derinleşen, er ya da geç tüm boyutlarıyla patlayacak bir içsavaştan geçiyorsak eğer, ki öyle,  bu içsavaşın zenginlerini de saptamak durumundayız.

İçeridekileri biliyoruz.

Türkiye içindekilerden söz ediyoruz: Sadece badem bıyıklı tüccar imam döküntülerinin, dinci müteahhitlerin, turizmcilerin, tekstilcilerin, nakliyecilerin, “Anadolu kaplanlarının” vs. değil, Koç, Sabancı gibi “laik zenginlerin” de zenginliklerine zenginlik kattıkları bir dönemdir bu içinde debelendiğimiz. Demek ki, bir bütün olarak, Türkiye içindeki içsavaş zenginlerini iktidar yanlısı, dinci ve kısmen de liberal-laik uyanıklar oluşturuyor. Bu uyanıkların bir kısmı bir süre zenginleştiler, ilgi odağı oldular ve şu sıralarda hapiste gün sayıyorlar. “Reis”le anlaşamadılar. Daha doğrusu reisin kendilerini kandırdığını ve bu nedenle “mapusluğa” mecbur kaldıklarını düşünüyorlar: Ahmet-Mehmet Altan, Şahin Alpay, Akın Atalay ve bir dolu kader arkadaşları... Dışarıda Hasan Cemaller, İlber Ortaylılar, İsmail Saymazlar, hatta Emrah Serbesler falan var... Bunlar, en içeridekiler.

Ya en dışarıdakiler?

Bu kesimin yurtdışına kapağa atmış sözde muhalif izdüşümü de acaba bir başka içsavaş zengini değil midir? Aynı içsavaşın içerideki ve dışarıdaki zenginlerinden, zenginleşenlerinden söz ediyoruz.

İşte bu yeni ve dışarıya kapağı atmış içsavaş zenginleri, metropollerde, bir dönem demokrat buldukları “müstebit reise” küfrederek dünyalık yapıyor. Neredeyse kendi elleriyle iktidara taşıdıkları “müstebidin” art arda tokatlarını yiyince akılları başlarına gelmiş gibi görünüyor... En tipik ve belirgin örnek, herhalde Can Dündar ve kafadarlarıdır. Bunların bir bölümünü solculuk adına Avrupa’ya kapağı atan akademisyenler, gazeteciler, bilhassa her “cemaatten” televizyoncular oluşturuyor. Bir tehdit altında oldukları doğrudur. Ama hak etmedikleri bir umur gördükleri de doğrudur. Hem sonuçta, zenginleşme bir riskin sonucu değil midir? Bu riski üstlenerek bugünkü durumlarına gelmiş görünüyorlar.

Bu içsavaş zenginlerinin önemli bir kesiminin cebinde beş kuruş da olmayabilir. Ama bir iktidar projesinin unsurları olduğu mutlaka söylenmelidir. Türkiye kapitalizminin kurtarıcı militanları bunlar arasından devşirilecektir ve metropollerin gözü bu kadrolardadır.

Biz başka, bambaşka bir mahalleden (“Acil Sosyalizm!”) konuşuyoruz. Bir gün bu zenginleşmenin kaynaklarını ve hesabını eğer işçi sınıfı soramazsa, Türkiye bir daha toparlanamayacak şekilde dağılmış olacaktır.

Savaş zenginlerinden hesap soramayanlar, yenilgiyi kabullenmiş sayılırlar.

İçsavaş zenginlerinin büyük ölçüde solun içine sızdığını göremeyenler yenilgi propagandistleridir.

Daha açık adres mi verelim?

CHP ve HDP üstyönetimleri, içsavaş zenginlerinden oluşmaktadır.

Kemal Kılıçdaroğlu tam bir içsavaş zenginidir. Ekibi de içsavaş zenginlerinden oluşmaktadır.

Milletvekilleri bir alınıp bir bırakılan, halkın gözü önünde sürekli dövülerek itibarı yer bir edilmeye çalışılan HDP üstyönetimi de maalesef bir içsavaş zenginidir. Bu siyasetin destek aldığı ve destek verdiği “liberal sol” (“Belge’li Birikim gericiliği”nin tüm versiyonları), içsavaş zengini bir teknokrat ordusudur. Büyük bölümünün bir elinin yağda bir elinin balda olduğunu kimse söylemiyor, hatta bunlar bazı büyük riskler de üstlenmiştir, ama sonuçta kapitalizmin nimetlerinden yararlanmaya yeminli içsavaş zenginleridirler.  Türkiye’de kalanlarıyla ve dışarıya kapağı atanlarıyla HDP üstyönetim kadroları, yoksul halklardan değil, içsavaş zenginlerinden oluşuyor.

Tüm renkleriyle bu içsavaş zenginleri, acımasız birer sosyalizm düşmanıdır. Büyük bölümü solculuk adına sosyalizme, özellikle de “ille sosyalizm” diyen çizgiye düşmandır.

Solun trajedisi, kendi içindendir: Bu içsavaş zenginlerine kapılanlar, onlara yürüyüşlerinde konu mankenliği yapıp şu veya bu kitle partisinden milletvekilliği koparmaya çalışanlar, böylece de etkili kitle siyaseti yapabileceklerine inananlar, o içsavaş zenginlerinin kâhyalarıdır. Hatta bazıları tetikçidir.

Dışarısı mı? Şu anda Almanya-Avusturya hattına, Türkiye’den sadece basit bir  beyin göçü gerçekleşmiyor, aslında bir içsavaş zenginleri trafiği yaşanıyor. İçsavaş zenginleri, tıpkı sermaye gibi, çok ürkektir; istisnaları kaideyi bozamıyor.  

Savaş zenginlerinin affedilir yanı olmaz.

İçsavaş zenginlerini affetmek sosyalizm siyasetine yakışmaz.

Bu nevzuhur zenginleri muhatap ve hatta önder alarak solculuk yapmaya kalkanların “ihaneti”, 1914 ağustosunda Reichstag’da savaş kredilerini onaylayan SPD’nin ihanetinden daha düşük yoğunluklu veya daha “masum” değildir.

Zengin zengini korur, gerçi ortaklıklarında bile birbirlerinin gözünü oymaktan geri durmazlar, ama son tahlilde yoksullara karşı birbirlerini, daha doğrusu mülkiyet sistemini korurlar.

İçsavaş zenginleri de birbirlerini korurlar. İyi de, kendilerini zengin yapan içsavaş rejimini neden korumasınlar?  Örneğin düşük yoğunluklu bir içsavaş ortamını sürdürmekten niye vazgeçsinler? Kapitalizmin bir başka “biçimi” var mı adresi silinen Türkiye’de, olabilir mi?

Metropol zenginleri, yani Türkiye ve çevresindeki yangına körükle, daha doğrusu silahla giden emperyalist merkezler de, dolaylı/dolaysız bizim içsavaşımızın zenginleridir ve bunlardan kurtuluş reçeteleri istemek, bağımsız sol siyaseti tasfiye etmek anlamına gelir. Bu zihniyet, sosyalist siyasete girdiği her yerden çıkarıp atılmalıdır.

Atılır mı?

O kadar kolay mı?

Bilemeyiz. Ama bir içsavaşı etkisizleştirmek, er ya da geç o içsavaşın zenginlerini etkisizleştirmek demektir.

İçerideki içsavaş zenginleriyle Almanya Avrupası’nda, Paris, Londra ve Brüksel’de demokrasi papağanlığı yapan, emperyal kurumların “özgürlükçülüğünü” siyaset belleyen her türden “akademisyeni, sanatçıyı, yazarı, çizeri, sinemacıyı, siyasetçiyi vs.” etkisizleştirmek, ancak yeni bir toplumsal düzene geçişle mümkündür.

Yoksa bu zenginlerin biri gider, diğeri gelir, biri etkisizleştirilir, diğeri ondan daha güçlü bir biçimde dizginleri eline alır ve yoksul halkın kanını içmeye devam eder.

“Acil sosyalizm! Hemen, şimdi!” diyemeyenler, planlı bir ekonomiye derhal geçişi savunmayanlar, bu zenginler batakhanesinin şu ya da bu renkteki kuklasıdır ya da kurbanıdır ve bunların her biri diğerinden daha demokrattır... “Demokratlar cephesi” diye önünde taklalar atılan şey, işte böyle unsurların üst üste yığıldığı, merkezi plan düşmanı, antikomünist  bir çaresizliktir. Değil midir? Daha mı iyi bir şeydir?

Yüksek yoğunluklu nihai bir içsavaşın eşiğinde, bu yeni içsavaşın yaratacağı zenginlerin eline bakanlar mı solcu?

Başka dillerdeki bir “deyişi” Türkçeye sıkıştırarak bitirelim: Halkımızı, işçi sınıfımızı, aydın adaylarımızı kendi mutluluğuna zorlamak gerekiyor ve bunun yolu da sosyalist bir iktidardan geçiyor.