Her yerde sağ var

Avrupa Birliği, başından sonuna kadar sağ bir projeydi, yani hep sağdaydı, şimdi kimilerine göre daha da sağa çekmeye başladı. Hızla yayılan milliyetçi eğilimleri ve “ulusalcı” refah şovenizmini abartmamayı önerenler, hele de “sol” diye yutturulan liberal barbarlık, “Ama bakın Yunanistan’da ve Portekiz’de sol iktidarlar var” diye karşı çıkmaya çalışıyor. Emperyalist demokraside gerçekten de her zırva tevil götürüyor. Gizlemeye çalıştıkları şey, bu müthiş sağcılık yarışında, Yunanistan veya Portekiz’deki sözde sol iktidarların da sağcı birer aktör/reçete olduğu gerçeğidir.

Böyle bir ortamda insanlara Marine Le Pen, Sarkozy ve Hollande arasında bir sevinme aralığı bırakılmaz da ne bırakılır?

Derdimiz Fransa, daha doğrusu Fransa-Almanya hattı. Soralım: Ne oluyor?

İslamcı terörün vurması ve kavimler göçüne dönüşmüş sığınmacı ordularının işgali falan bahane. Aslında olan, şu: Avrupa kıtasındaki neoliberal barbarlığın kaymağını yiyen Alman sermayesi, kıtanın geri kalanını ot yemeye mahkum etmesiyle başlayan süreci kıskançlıkla koruyor. Eğer Fransa bile bu hallere düşmüş ve Almanya’nın altında resmen can çekişmeye başlamışsa, gerisini düşünün artık.

Fransa, büyüyen Almanya ile bir ekseni paylaştığı ileri sürülen bu kadim emperyalist merkez, Avrupa’nın hegemonu Almanya’nın altında kalmış ve çoktan ikinci çürük keman rolüne yapışmış durumda. Bunun sonuçlarıyla yüz yüze. Ama Fransız sağının en onursuz yüzünü François Hollande ve “sosyalist partisi”nin, artık nasıl bir sosyalist şeyse, temsil ettiğini açıkça ilan edelim. Hollande geldi diye solculuk adına orada ve burada takla atanlar, ki onların devamcıları Syriza’cılar ve Podemos’çular oldu, gerçekle yüz yüze gelmelerine rağmen, sahneyi kabul etmemekte diretiyorlar. Oysa Paris, eşitsiz ve bileşik gelişme yasasının kara kaderini yaşıyor ve Berlin’in ağır yükü altındadır. Seçimlerini askerle korumaya çalışan Fransız demokrasisi iyi bir resim veremiyor. Gençlik neredeyse yığınsal bir biçimde Front National (FN) için sandığa koşuyor. Yerel seçimlerin geçen haftaki ilk turunda 18-24 yaş grubunun yüzde 35’nin FP’ye oy verdiği ortaya çıkmıştı. Bunları Sarkozy ve Hollande’ın tamamladığını görmemek için “sosyalizme karşı birleşik cephe” üyesi olmak gerek. Neyse...

Bunlar görüntü.

Geride veya derinlerde olan ne peki?

Emperyalizmin savaş anlamına geldiği ve en üsttekilerin, hegemon adaylarının yani, mutlaka birbirlerinin kemiklerini kırıp kanlarını dökerek ittifak yapabileceği tezine dair yeni örnekler yaşıyoruz.

Rakamların arkasına da bakabiliriz. Fransızların uluslararası ve stratejik ilişkiler enstitüsü (“Institut de relations internationales et stratégiques”)  ile Almanların da ünlü federal istatistik dairesi (“Statistisches Bundesamt”) tarafından hazırlanan tablolar, acı gerçeği epeydir haykırıyordu: Neoliberal barbarlığın, zengin mutfağındaki tuzu kuruları bile nasıl vurduğunu adamlar sürekli raporlaştırmışlar. Sonuçlar, ihracat manyaklığının “Fransalmanya”ya nelere mal olduğunu gösteriyor. Hep söylüyoruz ya, bunlar birbirlerinin kanını dökmeden işbirliği yapamıyorlar. Büyük çarpıklıklar üretiyorlar ve her çarpıklığın faturasını emekçi yığınlardan çıkarmayı biliyorlar. Ama giderek yoksullaşan yığınların artık dizginlenemez olduğu da gözleniyor. Özellikle Fransa’da, Ulusal Cephe (FN) bu kargaşanın kaymağını yiyeceğini, gerekirse AB’yi sarsacağını ilan etmiş durumda.

Fransız ekonomisindeki çözülme, Berlin’in sadece AB’nin değil neredeyse tüm kıtanın üzerine geçirdiği deli gömleği (“tasarruf politikası”) ile bağlantılı. François Hollande’ın, Almanya’nın eski ve hep Erdoğancı, ama sıkı sosyal demokrat başbakanı Gerhard Schröder’in  politikalarını (“Agenda 2010”)  uygulamaya kalkması, çözülüşü hızlandırmaktan başka bir işe yaramadı. Geniş emekçi kitlelerin gelirlerini ve sosyal kazanımlarını tırpanlamayı reçete edinen bu Fransalmanya sosyal demokratları, Almanya’daki sonuçları aynen Fransa’ya taşımaya kalktılar. Hollande dizginleri Sarkozy’den devralmadan önce, 2010 itibariyle, işgücü maliyetleri Almanya’da 2000 yılına göre yüzde 1.3 oranında gerilemiş, ama aynı dönemde Fransa’daki işgücü maliyeti, emekçi gelirleri yani, yüzde 17 oranında artmıştı. Almanya reel ücretlerin 2000-2008 döneminde binde 8 oranında gerilediği tek AB ülkesiydi, Fransızların reel ücretleri ise yüzde 9.6 artmıştı. Burada, iktisat mesleğinin 200 yaşındaki temel meselelerinden birine ve Ricardo’ya dayanarak söylersek, karşılaştırmalı üstünlükleri sayesinde Avro Bölgesi’ndeki Almanya’nın ihracat payı 2000 yılında yüzde 25 iken 2008’de yüzde 28’e yükselmişti. Fransa’nın Avro Bölgesi’ndeki ihracat payı ise yüzde 16’dan yüzde 13’e gerilemişti.

Somut rakamlar gerçekten acımasız: Fransa 1999 yılında 39 milyar avro tutarında bir dış ticaret fazlası vermiş, 2009’da ise bırakın fazlayı, dış ticaret açığı 43 milyar avroyu bulmuştu. Fransa’dan Almanya’ya net gelir akımı 2010’da 29 milyar avroydu, iki yıl içinde bu değer 40 milyar avroya ulaştı: 2014 rakamları, bu net akımın 34 milyar avroda kaldığına işaret ediyor; “iyileşme” var yani.

Özet: Alman ihracat devinin arkasında yatan acı gerçek, yaşlı kıtanın sanayisizleştirilmesidir. Yani sadece ihracat değil, burada asıl önemli olan, Almanya’nın resmen kıtanın sanayi merkezi halini alması ve diğer tüm ekonomik birimleri kendi çıkarlarına bağlamasıdır. Biz, kısaca “ihracat manyaklığı” olarak formüle edebileceğimiz bu iktisat politikasının temel yönelimlerini, elbette farklı ve Avrupa için kanlı bir sahnede, ama 1930’lardan da tanıyor değil miyiz?

Tasarruf politikası devam ederse, savaşlar Avrupa’nın merkezine doğru göz kırpacak, kavimler göçü yeni yangın yerleri açacak ve liberal sol denilen gericilik yuvasının yere göğe sığdıramadığı neoliberal AB demokrasisi insanlığa benzersiz felaketler servis edecek.

Fransa seçim sonuçları, derinlerdeki çok büyük bir eşitsizliğin kaçınılmaz sonucu. Le Pen yerine Sarkozy’ye “ehven-i şer” diye bakanlar, daha önce de Hollande’a böyle bakıyordu. Bu işin sonu yok. Sermaye her durumda kazançlı ve halklar kan kusuyor.

Hadi Anadolu’yu felaket bekliyor, anladık, yazıp duruyoruz, ama Avrupalıları da “ferahfeza makamı” beklemiyor doğrusu. Çözülme ve çaresizlik her yerde.