'Gezi 2013'ten Kobanê 2014’e

Her şeyi aynen böyle mi yaşardık? Geçen yılki Haziran İsyanı, Erdoğan gericiliğinin burnunu kırsaydı, bütün bu ölümleri, kitle katliamlarını, milyonların sefaletine yeni milyonları ekleyen şu korkunç göçleri aynen yaşar mıydık?

Bu sorulara yanıt arayacağız.

Malum: Tarihte olan biteni hep “olduğu gibi almamız”, tarihsel süreci kafamıza göre eğip bükmememiz, “olmayanları olsaydı diye düşünmememiz” gerektiği söylenir. Spekülasyondan kaçınmanın tek yolu herhalde. Bir yere kadar kabul edilebilir.

Ama tarihi, yani şu içinden geçtiğimiz ve bizi belirlediği kadar bizim de yer yer belirleyebileceğimiz “hareketli mekânı”, yine gözlem altında bulundurmak ve akışıyla ilgili değerlendirmeler yapmak, sadece spekülasyonun sınırları içinde algılanamaz. Dolayısıyla bazı sorular son derece masum ve doğruyu bulmak için gereklidir.

Burada da öyle yapabiliriz. Soralım: 2013 yazına damgasını vurmuş, milyonlarca insanı sokağa çıkarmış Haziran İsyanı (“Her Yer Taksim, Her Yer Direniş!”), eğer başarılı olsaydı ve hükümet düşseydi, çünkü en makul slogan “Hükümet İstifa!” idi, acaba, diğerlerinin yanında, Suriye’deki kanlı operasyon aynen devam eder miydi?

Daha açığı: Tarihinde ilk kez böyle bir kitlesellikle sokağa dökülen Türkiye halkı 2013’te AKP gericiliğini iktidardan süpürebilseydi, Kobanê yaşanır mıydı?
Her çözümü emperyalizmden bekleyenler tam tersini ileri sürebilir elbette, zaten aramızda uçurumlar olduğu kesin, ama bizim çıkardığımız sonuç cümleye girişimizden belli: Yaşanmazdı!

Bu, yaptığı “gönderme” kadar sonuçları da çok ağır bir saptamadır, farkındayız. Ama Türkiye halkından insanların değil sadece, Türkiye hakkında biraz bilgisi olan yabancıların da üzerinde anlaştığı bir gerçekten söz ediyoruz. Kitleler Kürt coğrafyasında sokağa çıksaydı ve Türkiye halkının gericiliğe karşı bu mücadelesini destekleseydi, bugün Erdoğan ve tayfası mahkemede hesap verir olurdu. Kürt egemen siyasetinin ne boyutlarda bir etkiye sahip olduğunu burada da gördük. Yoksul Kürt halkını, Kürt emekçilerini ve aydın adaylarını, Türkiye toplumundan yalıtmayı başardılar tam da bunun için AKP’yi desteklediler. “AKP’yi biz ipten aldık” görüşünü kimlerin hangi sözcüklerle ve hangi pazarlıklarda savunduğunu artık hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu görüşün, 2013’ten sonra kırılacak tüm Kürt ve Türk genç fidanlarından, hızla yaklaşan nihai içsavaşımızda üzerimize boşanacak kandan, daha da küçük parçalara ayrılacak ortak coğrafyamızdan sorumlu olduğunu eklemek herhalde gereksizdir. Gözünü kan bürümüş ve köşeye sıkıştırılmış Türk gericiliğine rüyasında görse inanamayacağı bir destek verdiler.

Oysa hükümeti istifa ettiren bir 2013’ten sonra, sadece Türkiye’nin değil, tüm bölgenin çehresi hızla değişebilirdi. Biz, Türk ve Kürt emekçi halklarının yaşadıklarında kalalım. Kobanê’de dökülen ve dökülecek kanların, bu politikanın bir sonucu olması gerektiğini de ekleyelim.

Kuşkusuz “Kobanê 2014” ile “Haziran İsyanı 2013” arasında bir ilişki kurma hakkımız olup olmadığı sorulabilir. Var diyelim.

Böyle bir hakkımız varsa, bu ilişkiyi nasıl kurmamız ve analiz etmemiz gerekiyor?

Buradan, her çeşit Türkçü’nün ülkemizi yangın yerine çevireceği kesin “suçlu teşhir etme” tuzağına düşmeksizin (malum bu Kürt düşmanı milliyetçi çevrelerin gözünde tek suçlu, haklı başkaldırısına kıskançlıkla sahip çıkan ve maalesef sosyalizmle araya mesafe koymayı çözüm sayan Kürt isyanıdır), bir siyasetin iktidar yolundaki gücünü test etmiş olduğumuzu söyleyebiliriz. Herkes bu gücü kabullendi: O büyük kalkışmada Kürt yumruğu eksik kalınca, Erdoğan ve şürekası, iktidara iyice yapışma şansı buldu ve ülkeyi açık bir faşizme taşımayı başardı. Büyük ve nihai içsavaşın kapılarını ardına kadar açmak durumunda kaldı. AkParti-AsParti veya Erdoğan-Davutoğlu faşizminin, bu başarıyı egemen Kürt siyasetine ve Türkiye’den yalıtılmış Kürt emekçilerine borçlu olduğunu, o siyasetin ve halkın bir numaralı temsilcisi taviz elde etmek için çok sık hatırlatıyor. Çok acı. Bu yoldan feraha çıkılmaz.

Kürt düğümünün, nasıl bir önem taşıdığına hep birlikte tanık olduk.

2013’te iktidardan alaşağı edilmiş bir Erdoğan, Kobanê’nin yaşanmaması anlamına gelecekti. Emperyalizmin Suriye harekatı sönümlenecek, Kürt politikası bölgesel bir kurtuluş yaşayacaktı. Türkçülüğün belini kırabilecek ve onun muhalefet güçleri içindeki etkisini daha rahat sınırlayabilecektik. 2013 isyanında barikatlara Kürt bayraklarıyla birlikte çıkan Türk bayrağının yeni konumu, böyle bir kompozisyonun hayal olmadığını göstermişti çünkü. Dolayısıyla başka halkların ve bölgelerin yaşadıkları bir yana, Kürt halkının çektiği birçok acının ve Kobanê’de yaşananların bir numaralı sorumlusu, AKP ve onun her renkten destekçileridir. Bu toplam içinde egemen Kürt siyasetinin tüm boyutlarıyla yer alması, o çevrelerde de layıkıyla tartışılmalıdır. Olur mu? Bilemeyiz.

Ama burada, Türk sağının, sol renkleri dahil, kurduğu tüm denklemlerin dışından bakmayı öğrenmek zorundayız. Böyle bir ilişki kurma hakkımız var, çünkü çıkan yangın sadece Kürtleri değil, sayısal olarak ezici bir çoğunluk oluşturan Türk ve Arap halkları dahil tüm bölge emekçilerini tehdit ediyor. Bu ilişkiyi böyle bir doğrusal nedensellik içinde düşünme hakkımız var. Yerleşik ve egemen Kürt siyaseti, Merdan Yanardağ’ın yeni kitabının başlığından ödünç alarak söylersek, tüm “Türk liberal ihanet çetelerinin” desteğinde, tabii Türkçülüğün de -pek istemeden- yardımıyla, bu sonuca sahip çıkıyor. Bu sayede AKP’den çözüm ve barış kopartabileceğini, bu gerekçeyle başarıya ulaşabileceğini düşünüyor. Maalesef.

Olmayacak duaya amin demek, herhalde budur.

Hatırlatmış olalım: Türkiye aydınlanmasının tek mirasçısı olan ve elbette Kürt kültürünü/ilericiliğini de içeren Türkiye sosyalizmi, Türkçü katliamları kaşıyacak bu emperyalist yalan çemberinde yer almıyor: Tamamen dışındadır ve geleceğe dönük en büyük güvencemizdir.

Entelektüel direncin sokakta ete kemiğe bürünmesini engellemek için Haziran 2013’ten bu yana her şeyi ve el ele deniyorlar. Sadece emperyalist başkentleri ve Türk gericiliğini sevindiriyorlar. Kaosu hızlandırıyor ve derinleştiriyorlar ilericiliğin kökünü kazıyorlar.

Peki, ya başarılı olamazlarsa ve biz kazanırsak?..

Tarih, “doğrusal düşünmeyi siyaset sanan” geçici güç sahiplerinin isimsiz mezarlarıyla dolu.