Erhan Tuncel ve ‘Küçük Adolf’

Bizde Erhan Tuncel, Ramazan Akyürek, Sabri Uzun falan var da, Avrupa’da bunların ikizleri yok mu? Mesela “Küçük Adolf” denilen bir istihbaratçı ve onun polis-yargı içindeki “ustaları”, yok mu? NSU cinayetlerindeki rolü insanın aklına korkunç sorular düşüren ve belki de bu nedenle inanılmaz ölçülerde korunan bu Andreas Temme ile Türkiye’de Hrantımızı katledenler/katlettirenler çok mu farklı? Kimse kendini aldatmasın: Türk ve Avrupa demokrasisi bu adamların üzerinde yükseliyor.

Hani biz “muktedir” falan diyerek sarakaya alıyoruz ya, biliyoruz çünkü, bu adam gerçek muktedirlerin paspasından daha fazla bir şey değildir, ama bu gerçeğin farkına varacak bir kapasitesi olmadığından, bazen ağzından kaçırıveriyor: İnsanlarımızın canına kastederken, Batı’dan gelen demokrasi derslerini, sinirlerine hakim olamadığı için, “Yahu siz de yapıyorsunuz, bize ne çıkışıyorsunuz!” diye yanıtlıyor.

Araplar haklı: Hırsızlar dövüşmeye başlayınca çaldıkları ve yaptıkları, tüm kirli çamaşırlar da ortaya dökülüveriyor. Kurtlukta düşeni yemek kanundur ve bunlar birbirlerini boğazlamaya hazır. Haziran’ın sonuçları bunlar: Türkiye Başbakanı, Haziran İsyanı’nda can alırken, kullanılan sertliği “eleştiren” (yani temelde haklı bulan ama dozundan kuşkulanan) Batı demokrasilerini “Siz kendi polisinizin yaptıklarına bir bakın. Siz yapınca iyi de, biz yapınca mı kötü?” anlamında uyarmıştı. Unutmadık.

Tamamen haksız değildi.

Batı demokrasilerindeki muhalefete, hele hele sosyalist-komünist muhalefete layık görülen muamele, Tayyip Türkiyesi’ni temelde aratmamaktadır. Nitel değil nicel bir fark olduğunu söyleyebiliriz. Onu da, örneğin Avrupa veya AB oligarşilerinin demokratik terbiyesine falan değil, tepkilerin kitlesel olmamasına ve siyasi rejimde köklü bir değişiklik tehlikesi içermemesine bağlayabiliriz. Gerçek muktedirlerin, böyle bir tehdit olduğunda, dünyayı ne hale getirdiklerini geçen yüzyıldan beri iyi biliyoruz.

Haziran Ayaklanması, en beklenmedik bir zamanda, Türkiye’nin bir köklü rejim değişikliğine gebe olduğunu, sosyalizmin hiç de öyle uzak olmadığını hatırlatıverdi. Türkiye halkının da sanıldığı kadar koyun olmadığını... Türkiye’nin derinlerindeki aydınlanmacı, kamucu, sosyalizan damarların bir anda tüm ülkenin kaderini belirleyebilecek bir enerjiye dönüştüğüne tanık olduk. Sadece başlangıçtı oysa...

Bu enerji korkusuyla olmalı, 4 Haziran’a kadar ortalığı kan-gaz-basınçlı su götürürken Batı medyasında pek bir haber göremedik. Esas olarak 4 Haziran’dan sonra birinci sayfalara çıktı ayaklanma... Nereye mi geldik?

Şuraya: Tayyip ile Blair-Cameron veya Angela Merkel-Sigmar Gabriel ya da Sarkozy-Hollande gibi “kahramanlar” arasında nitel bir fark arayanlar varsa, kendilerini aldatmaya devam edebilirler. Tayyip Bey’in bıyığını kesseniz ve biraz rötuşlasanız Merkel-Hollande-Berlusconi-Cameron benzeri bir siyasi kimlik bile elde edebilirsiniz. Hepsi Tayyip-Gül hayranıydı.

Soldan nefret, sosyalizmin mezarı Avrupa’da, eğer Türkiye’den farklı bir görünüm arz ediyorsa, bu, emperyalist başkentlerin yaşlı kıtanın ortasında artık bir sosyalizm tehdidi görmemesindendir. Yani “muktedirin polisi” Türkiye’de can alırken, Alman polisi aynı günlerde örneğin Frankfurt’taki Avrupa Merkez Bankası binası yakınlarındaki göstericilere aynı sertlikle yaklaşmadı. Tamam, onlar da biraz kol büküp biber gazı falan sıktılar, ama dikkatlilerdi. Halkın kitlesel bir tepkisi ve iktidar seçeneği yok çünkü rejim değişikliği falan söz konusu değil. Ya Haziran Türkiyesi’nde?

Arada köklü fark yok dedik. Hep diyorduk. Edward Snowden bunu iyice açık etti. “1984” diye kodlayabileceğimiz Batı demokrasisinin paçalarından nasıl irin sızdığını kendileri bağırıyorlar. Örnek çok...

Biri, bu hafta Münih’teki ünlü Döner Cinayetleri veya NSU Cinayetleri ile ilgili duruşmalarda yaşandı. Önceki gün, Andreas Temme adlı Alman istihbaratçının, yıllardır ve hâlâ nasıl korunduğuna tanık olduk. Tamam, adları Hrantımızın katline karışan Erhan Tuncel, Ramazan Akyürek falan var da, bunların muadilleri Avrupa demokrasisinde yok mu? Var. İnanılmaz bir biçimde korumaya alınan Temme’yle ilgili soruşturma dosyalarını, çocukları katledilen Yozgat ailesine bile göstermiyorlar. Anlaşılan “derin” sırların ortaya yayılmasından korkuyorlar. Birbirlerini çok iyi koruyorlar.
Herhalde demokrasilerini koruyorlar.