“Dökelek Türkler” ve peygamberleri

Aklımıza gelmişti, fikrimize çağırmakta tedirgindik.

Zamanı geldi, gerekeni yapalım, daha doğrusu söyleyelim dedik.

Türkçemizle başlayalım: Bu dilde bazı olanaklarımız var. Kolay kavram üretebiliyoruz. Böyle veya benzer olanakları Batı dillerinde bulamıyoruz. Orada da başka olanaklar gizli kuşkusuz. Ama doğudan batıya bir fikir akışı için zamanın gelip de geçtiğini savunanların, içinden çıktıkları kültür ve dile bazı ayrıcalıklar atfetmesi, hoş karşılanmalıdır.

“Dökelek Türkler” böyle bir şey.

Ortalık bunlarla dolu.

Dökülmekle, döküntü olmakla bağlantılı diyelim. Çökelti ve çökelek gibi. Ama tam onun gibi de değil. Toplumda çok acı bir siyasi yansıması var bu niteliğin. Dökülenler, gerek ezen ulus egemenlerinin gerekse ezilen ulus egemenlerinin nitelikleri, yani iki ulusun zenginleri ve talepleri karşısında eğilip bükülenlerden, yani milliyetçilerden oluşuyor. Döküntü bir nitelikleri var, çünkü son tahlilde “ayakçıdırlar”. Dökülmüşler. Döküntü olmuşlar. En ve galiba tek önemli “hasletleri” egemen sınıfların şu veya bu kesitinden çözüm ve solculuk beklemeleri. Döküntü de diyebilirdik, ama oldukça geniş bir katman oldular. “Dökelek Türkleri” veya “Dökelek Türkler”... Öyle...

Kürt avına Erdoğan’la birlikte çağrı yapanları artık hiçbir biçimde soldan sayamayız. Bunlar MHP ve itilip kakılmış özel harpçilerin eşliğinde Erdoğan’la el eleler; hak ettikleri çöplüğün içinde kaybolmak üzereler. Bunlarla sosyalizmin hiçbir bağlantısı olamaz, sadece içlerindeki son kalan solculara bu eğilimle bağlarını kesmelerini önerebiliriz. Artık onlar bilir...

Ya diğer “Dökelek Türkler”...

Konumuz asıl bunlar, çünkü bu kesim bayağılıkta birinci gruptan çok daha düşük ve saldırgandır. Geleceğin kendilerine çalıştığına inanıyorlar ve birçok emperyalist kapının kendilerine açık tutulduğunu çok iyi biliyorlar. Böyle besleniyorlar. 

Özetle: Emperyalist demokrasiden gelen her “sol” öneriye boyun eğen, hatta bırakın boyun eğmeyi önünde taklalar atan bir soytarılar tugayı karşısındayız. Her anlamda silahlandırıldılar. Bunların gücü çok büyük. Bizi ilgilendiren ise bunların “fikir kaynakları” veya depoları. Bu depolar nerede ve nasıl bir niteliğe sahipler acaba?

Dökelek Türklerin peygamberlerini arıyoruz.

Bulmakta güçlük çekmiyoruz.

Biraz dikkatli bakınca hemen bulabiliyoruz.

Sol liberal peygamberlerin özellikleri, Batı’da bazı sol yayınevleri kadar resmen tekelci sermayenin veya devletin yayınevleri üzerinden de fikirlerini yayabilmeleri. Medyanın gülü olmaları.

Abarttık mı?

Aklımıza geleni fikrimize de çağırmak zorundayız, dedik: Sol liberallerin sınıf mücadelesinde pek kirli bir rolleri var. Bütün kullanışlı ahmaklar bunların içinden çıkıyor. Bunların attıkları tohumlar kendilerinden çok daha etkili kullanışlı ahmaklar yarıtıyor.

Sadede gelelim: David Harvey’in de bir süre önce Almancada “Siebzehn Widersprüche und das Ende des Kapitalismus” (On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu) başlıklı kitabı yayımlandı. Bizdeki Doğan Kitap veya YKY ya da İş Bankası Kültür Yayınları’nın karşılığı bir dev yayınevi olan Ullstein’ın listesinden hem de. Tekelci sermayenin bizzat kendisi bir yayınevinden söz ediyoruz. İyi.

Harvey, yine bir süre önce, bazı Kürt grupların aracılığıyla Hamburg Üniversitesi’ne gelmiş ve konferans vermişti. Bu çerçevede de Alman solunun artık pek eski havası kalmamış bir aylık dergisi olan Konkret’in temmuz sayısına açıklamalarda bulundu. Bazı açılardan kafa açıcı yönleri bulunduğunu da kabul ederek, bu yine de tehlikeli mülakattan bir küçük alıntı yapalım; böylece derdimizi ve Dökelek Türkler’in nelere kadir olduğunu tartışmaya açarız. Soru sahibi Tomacz Konicz, ki bizim de ilgiyle izlediğimiz Polonya asıllı ve genelde Almanca yazan bir çalışkan solcudur, kapitalist yayılmanın sınırlarını sorgulamaya çalıştığı sorularında coğrafyacı ve antropolog Harvey’e bir ara krizin niteliğini de hatırlatıyor.

David Harvey, Konicz’in sorusu üzerine, bizim de bulunduğumuz bölgeyle ilgili saptamalarında krizin köken ve sonuçlarını, özellikle “sermayenin birikimin sürecine bağlanamayan fuzuli insanlar” kavramını onaylarken şunu söylüyor:

“İkinci ve en önemli kriz faktörü bu bölgedeki demografik gelişmede aranabilir. Mısır ve Suriye gibi yüksek nüfus artışı gösteren ülkelerde artan sayıda iyi eğitilmiş ama bu eğitimine uygun bir iş olanağı bulamamış genç insanlar var. Bu, tabanda çok büyük bir memnuniyetsizlik yarattı... (...) İlaveten, bu toplumlardaki sosyal yapılar da eridi. Orada gördüğümüz, tek derdi iktidarda kalmak olan ve ekonomik kalkınma projelerine hemen hemen hiç girişmeyen bir egemen sınıftır. Bölgedeki tek istisna Türkiye’dir.  Gerçekten de bu ülke geçen yıllar içinde oldukça yüksek bir büyüme gösterdi.” (Konkret, “Das System muss wachsen”, Nr. 7/2015, s. 37) 

Söylenecek çok şey var.

Her yıl 2 milyonu aşkın gencin liseyi bitirdiği ve çözülmekte olan bir dev ülke burası. Oysa hakkımızda ne kadar az şey biliyorlar ve Türk gericiliğini üstelik solculuk adına nasıl da rahat övebiliyorlar?

Dökelek Türkler gerçekten de böyle meclislere yakışıyor: Harvey, bizimle ilgili her şeyin farkındaymış gibi görünmüyor. Söyledikleri başka türlü, hatta AKP rejimine açık destek gibi de yorumlanabilir. Bunda suçlu olan o değildir kuşkusuz. Yani Türkiye ekonomisinde ne olup bittiğini bütün ayrıntılarıyla bilmemek, yalnız başına onun üstlenmesi gereken bir eksiklik değil. Burada başka bir şey var. Sonuçta bizde de eksiklikler var. Fakat Batı’daki sol liberalizm için bir genelleme yapabiliriz: Bizi bilmiyorlar, ama asıl önemlisi, pek bilmek de istemiyorlar. Sadece bizi değil, genel şablona uymayan hiçbir bölge, ülke ve kurumu da bilmek istemiyorlar. Yunanistan’la ilgili her şeyi bildiklerini iddia ediyorlar ama mesela bir Yunanistan Komünist Partisi (KKE) ile bilgileri sıfıra yakındır ve bildiklerini de saklamayı görev sayıyorlar. Bırakın KKE’yi, öcü ilan ettikleri eski Yunan Maliye Bakanı Varoufakis’in bile derdini anlamış değiller. Oysa adam sabah akşam İngilizce bağırıp duruyor; solcu falan da değil. 

Dertleri Türkler veya Türkiye değil, bağımsızlık ve sosyalizmi hatırlatan her dirençtir. Dolayısıyla Batı’daki sol liberaller, yani Dökelek Türklerin peygamberleri veya peygamber adayları, Türkiye’nin ekonomik durumuyla ilgili Korkut Boratav’ın, Yalçın Küçük’ün, İzzettin Önder’in, Nazif Ekzen’in, Oğuz Oyan’ın, Erinç Yeldan’ın ve daha genç kuşaktan birçok iktisatçımızın farkında bile değildir. Böyle meselelerde bağımsızlıkçı solumuzdan hiç beslenemedikleri zaten açık. Burada eksiklik biraz da bizimdir. Fakat böyle bir ihtiyaç hissettikleri de kuşkuludur. Dökelek Türkler gerekli perdelemeyi yapmaktadır ve başarılıdır.

Bu meseleyi hadise haline getirebilmeliydik. Haziran mucizesini yaratan kuşağın günü geldiğinde onu da yapacağına inanıyoruz. Bunun için sol iktidar mücadelesinin bazı adımlar atabilmesi gerekiyor. Yani Dökelek Türklerin peygamberi konumundaki sol liberaller Türkiye’ye geldiğinde uygun bir dille yüzlerine Türkiye konusundaki cehaletlerini vurmak gerekir. Oysa reel sosyalizmin önemini vurgulayan yine Batılı bilimadamları arasında bu tür cehalet tuzaklarına dikkat çekenler de yok değildir. Bir konuşmamızda, Prof. Dr. Georg Fülberth’in Rusya ve Çin hakkında fikir beyan ederken çok dikkatli olunması gerektiğini söylediğini hatırlıyoruz. “Günlük yaşamın nasıl aktığını bilmiyoruz, dil eksikliğimiz var” diyordu ve kolayca “işkembe-i kübradan atanlarla” arasına mesafe koyuyordu. Yani Batı’da da bizlerin öneminin bizlerden öğrenilmesi gerektiğini bilen insanlar hiç yok değildir. Ama bunlar medyada ölü ilan edilmişlerdir.

Sol liberallerin Türkiye’nin çöküşünde özel bir rol aldığı, çünkü bizdeki çökerticilerin ve onların hık deyicisi “Dökelek Türkler” tarikatının veya ordusunun en önemli peygamberleri olduğu ortadadır.

“Dökelek Türkler” ve onların demokrat peygamberleri, sınıf mücadelesinde birlikte hedef alınması gereken kaynaklardır. Bu da onları çok iyi okuyarak ve karşı cephedeki yerlerini hakkıyla çizerek olur. Görmezden gelerek ve yok sayarak ya da küfrederek değil.

Tabii mutlaka iktidara yürüyerek...