Doğal afet: İşgal daveti

“Filipinler nere, Türkiye nere?” diyemeyiz. Bu iş sanıldığından çok daha gündemde ve yakıcı, silip süpürücü... Ne mi?
Şöyle söyleyelim: Elbette doğal afeti nasıl tanımladığınıza bağlı ama, insanı çok fazla işin içine katıp, insanların tetiklediği kanlı olayları da böyle bir afet sayabiliriz. Saymayabiliriz de. İçsavaş mesela... Ama önemi yok. Önemli olan, halkların, içinde yaşadıkları doğal çevreyi de altüst eden olaylarda, yoğun bir acı ortamında yani, her uzatılan ele şükranla yaklaşmasıdır. Böyle oluyor bu işler...
Deprem, sel, tayfun... Bunların ardından ne gelir? Yardımla birlikte o yardımı getirenler! Nasıl gelirlerse gelsinler, hoş gelirler, sefa getirirler... Öyle mi, değil mi?
Eğer öyleyse, Türkiye’nin ikili bir doğal afetin eşiğinde olduğunu söylemek zorundayız. Birinci afet, uçurumun içine yuvarlanan bu ülkenin tüm sorunlarını etnik ve dinsel haritalara sıkıştırmaktır. Buradan bir doğal afet çıkmaması mümkün değil. Hem bunun kısa vadede sahne alacağı kesin. İkincisi de, belki yine vadede, fay hattındaki bu ülkenin birden çok depremle altüst olacağıdır. Hele hele her türlü plan ve denetimden bağımsızlaşmış, çürük bir gecekondudan daha gelişkin olmayan 15 milyonluk metropol İstanbul... Deprem, İstanbul’u ve Türkiye’yi yerle bir edecek.
Peki sonra ne olacak?
Yani bu iki felaket patladığında, buraya kim gelecek? Birbirlerinden hiç farkı yok, kimse kendini aldatmasın, Türkler ve Kürtler, etnik kimlik bahenesiyle birbirlerinin boğazına sarıldığında (Yakın Doğal Afet-1) ya da bir deprem sonucu İstanbul’un yıkıntıları arasında yine bu çerçevede yağma ve boğazlaşmalar başladığında (Yakın Doğal Afet-2) bu topraklara kim müdahale edecek?
ABD ve müttefikleri, belki de Almanya-Fransa öncülüğündeki AB ve müttefiki ABD ile İngiltere, artık hangi sıralamayla olursa olsun, bu topraklara toplumsal veya doğal deprem nedeniyle yabancı askerlerin gireceği kesindir.
Türkiye halkının buna itiraz edeceğini söyleyebilir miyiz? Felaket ilk patladığında değil, o felaketin şoku geçince asıl korkunç ağrıların başlayacağı unutulmasın... Eğer yedikleri kazıklara rağmen hâlâ NATO şarkısı söyleyen ve şu sıralarda dinci bir faşist iktidarın zindanlarında “Canım, belki Fransa gibi NATO ile düzeyli bağlantı kurabiliriz” hesapları yapanlar varsa, ki bu zihniyetin parlamentodaki en büyük muhalefet partisine egemen olduğunu söylemek sadece bir saptamadır, bu sahnelere kendilerini şimdiden hazırlasınlar: Türkiye bir işgale gidiyor.
Türkiye toprakları yabancı askerlerin, belki BM Barış Gücü’nün belki NATO doğal afet yardımcılarının çizmeleri altında inleyecektir. Gencecik Behice Boran’ları Enver Gökçe’leri zindana atıp bu ülkeyi yabancı askerlerin postallarına teslim eden zihniyet utanır mı? Bilemiyoruz. Ama bu ülkeye, İstanbul ve Anadolu’nun işgalinden sonra ilk yabancı postalları kimlerin çağırdığını biliyoruz. Gelen, yıkmadan çıkmaz.
Bunlar bu ülkeden ancak sol yönelişli bir cephe hükümetinin toplumsal kalkışmasıyla kovulabilir.
Kürt halkını inkar politikasının bu cumhuriyeti nasıl sıfırladığını görmeyenler varsa, görsünler. Öyle yaparsanız, dinciler ünlü TSK’nızın kurduğu/kurdurduğu hükümetlerle (12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980) işbirliği içinde serpilir, 2002 sonunda “AkParti-AsParti” koalisyonu olur, sonra “bağırsaklarını temizlemek üzere” bir-iki faşisti araya katıp bütün aydınlanmaya yakın odakları enterne eder ve cumhuriyetinizi de bitirir. 1923’ün tüm aydınlanmacı, kamucu kazanımlarını emperyalizmin açık desteğiyle çiğnerler kimsenin gıkı çıkmaz.
Türkiye’nin oraya gittiğini görmek için Avrupa Merkez Bankası’nın bulunduğu yerden bakmak mı gerekiyor? Değil tabii. “İçeriden görülmüyor” diyemezsiniz, çünkü Sol Cephe çağrısı içeriden yapıldı ve bu toprakların son şansıdır.
Sol Cephe başarılı olursa, dünya çapında bir adımı tetikleriz, başarısızlık ise bu topraklardaki her türlü ilericiliğin kazınmasıyla sonuçlanır. Filipinler’deki Amerikan uçak gemilerine, yüzlerce helikoptere, binlerce Amerikan deniz piyadesine bakarak nasıl bir işgale itildiğimizi görmek mümkün.