Devrimsiz demokrasi mavalı

Sadece biz mi dikkat çekiyoruz? Üstelik, sosyalizmsiz bir kıtada, işçi sınıfının iktidar olasılığıyla sermaye üzerinde kurulacak baskının yokluğunda yani, geniş halk yığınları için bir ferahlık yaratmanın hiç mümkün olmayacağını mı söylüyoruz?

Kriz varsa, böyle bir şeyi aklımızdan bile geçiremeyeceğimiz açıktır. Ortada kriz falan yok diyenleri ise, “demokrasi cenneti” AB’den söz ediyoruz, bırakın darmaduman olmuş Türkiye’yi, gözlerini ve kulaklarını açmaya davet etmek dışında elimizden bir şey gelmez.

Ne midir?

Galiba, şudur: Sosyalist bir devlet ve/veya devletler topluluğunun, kapitalist ülkelerde geniş halk kesimleri ve aydın adayı kuşaklar için nasıl bir olanak olduğunu 1945-1989 döneminden biliyoruz. Bu olanağı, 1917 sayesinde 1923’te kurulabilmiş bir cumhuriyetin meşru ve aşkın devamcıları olan Türkiye sosyalistleri herkesten önce biliyor ya, neyse... Yaşlı kıtada kalalım: Sosyal devletin, Avrupa kapitalizminin bir dönemini damgalaması, o büyük bir cahillikle itilip kakılan reel sosyalizm sayesindedir. Babası Berlin’e savaş sonrasında Kızıl Ordu bünyesinde gelen Rus mühendislerden, şimdilerde New York’u mesken tutmuş ünlü felsefeci, matematikçi ve sanat eleştirmeni Boris Groys, ki Doğu Berlin doğumlu bir tuhaf 47’lidir, 2009 yılı sonunda Die Zeit’ta (Nr. 52/2009) yayımladığı ilginç yazısına şöyle giriyordu:

“Doğu Avrupa’daki komünist devletlerin çöküşü, Batı Avrupa damgalı sosyal demokrat sosyal devleti artan bir baskı altında bıraktı. Gerçekten de öyle: Batılı sosyal devlet, tarihsel açıdan bakıldığında, öncelikle yığınların isyanına, komünist tehdide, varlıklı sınıfların tamamen mülksüzleştirilmesi tehdidine karşı bir önlemdi.”

Yazı, Groys’un diğer yazıları gibi gerçekten işlek ve komünizm karşısında -belki komünizmin doğal bir çocuğu olduğu için, eleştirel fakat kabullenici konumuyla da- ayrıksı tutumunun altını çizen bu çalışmasında, reel sosyalizmin ağırlığını değerlendirme dışı bırakamıyordu. Bir başka zaman tekrar değineceğiz bu meseleye.

Şimdi geleceğimiz yer şu: Artık yok. Reel sosyalizm yok. Peki o zaman, sosyalizm yokluğu, sosyalizmsizlik, kapitalizmin sonsuza dek sürmesinin önkoşulu olmuyor mu?

Olmuyor.

Çünkü kapitalizm kriz demek ve her kriz, ki şu anda derin bir krizin içinde çırpınıyoruz, daha önceden fark edemeyeceğimiz anlık olanaklar içerir. Malum, Türkiye toplumunda geleneksel inanç “her yeni doğan bebeğin rızkıyla aileye girdiği” yolundadır. Onun gibi... Her kriz, çıkış olanaklarıyla, emek ve aydınlanma için yeni iktidar kapıları açarak gündeme oturur. Aynı nedenle de, eski krizin sonuçları ve dersleri, yeni krizin doğrudan ilacı olamaz. Özgün bir soyutlama ve bu soyutlamayı yapacak olan partiyi gereksinir.

“21’inci yüzyıl başka” dedik. Sosyalizmin artık yeni kuşakların aklından bir somut görüntü olarak yitmesi, doğal. Sonuçta 27 yıl önce tarihe karışan bir somutluktan söz ediyoruz. Peki, bu kadar yıl sonra aklı toplum yaşamından sürmekte kararlı irrasyonel bir yönetim biçimi altında (“emperyalizm irrasyonalizmdir”) kapitalizmin sonsuza dek süreceğine mi hep birlikte ikna edildik?  

1917, en az 70 yıl, rasyonel davranmayı bir yaşam formu halinde kuşaklara yapıştırmıştı. 1923, bu çerçevenin mümkün kıldığı bir başarıydı. Bugünkü çerçeve parçalanmadan herhangi rasyonel bir düzenleme, toplumların gündemine giremez.

Devrimcilerin hemen, şimdi, mutlaka siyasal iktidara el koyacaklarını ve toplumu sosyalist bir hükümet programı doğrultusunda sol bir cumhuriyet halinde yeniden örgütleyeceklerini ilan etmesi (“sosyalizm tehdidi”), burjuvaziyi belki önce gaddarlığa itecektir, ama bu nedenle de ağır hatalar yapıp tarihin çöplüğüne gidişlerini hızlandıracaklardır. Varlıklı sınıfların, geçen yüzyıldaki üçkağıtları, bu yüzyılın krizlerinden çıkacak devrimlere “panzehir” olamaz.

Yani biz geçmişten reçete alamıyoruz, ama mülk sahibi sınıflar hiç alamıyor. Hatta, sermaye, krizde tamamen tersine etki edecek ilaçlara el atıyor. Faşizm ve demokrasi varyasyonları bunlardan bazıları. Devrimcilerin, sosyalizmsizlikte kopan bu krizde, farklı avantajları var: Bizim, ki son “Toplumcu Anayasa” tasarımız sadece bir örnektir, aklımız ve aklı devrimcileştirme yollarımız çok daha gelişmiş bulunuyor. Yeterince yaygın olmaması, doğal karşılanmalıdır.

Tekrar oraya geliyoruz: Sosyalizm tehdidi dışında hiçbir siyasal direnç veya enerji kaynağı, sermayeyi (mülk sahiplerini) bir tavize zorlamaz. Demokrasi falan isteyerek kapitalizmin şu veya bu köşesindeki sertlikleri yumuşatabileceğini düşünenler, bu arada Türkiye’de çoktan yıkılmış cumhuriyeti yeniden ayağa kaldırabileceğini sananlar çok yanılıyor. Ancak sosyalizmi yakın ve kaçınılmaz “tehdit” olarak güncel siyasete zorla dahil edenler, sermayeyi, toplumun çalışan sınıfları ve aydın geleneğini rahatlatacak yönde geri adımlara zorlayabilir. O da geçici olur. 100 yıl önceki şubat ile ekim arasındaki süreden ve süreçten çok daha kısa. Sosyalizmsiz artık su bile içilemez bu coğrafyada.

Siyaset sahnesinde “hemen, şimdi, derhal sosyalizm” slogan ve heyecanı egemen değilse, devrim güncel değilse yani, hiçbir “demokratik kazanım” mümkün değildir. Eskiden de öyleydi. Batı Avrupa’da, Federal Almanya ve Fransa başta olmak üzere, eğer çalışan sınıflar ve aydın geleneği geçmişte bazı kazanımlar elde edebildiyse, bu o dönemdeki sosyalist sistemin içeride ve dışarıda yarattığı büyük tehdit sayesindedir.

Özetin özeti: Bizdeki liberal uşakların önünde taklalar attığı ünlü “Ren kapitalizmi” (sosyal devlet) denilen şeyi, bir önceki yüzyılda ve başka zeminler üzerinde aramak doğru değildir. 1989’da liyakatini kanıtlamış bir antikomünist ilaçtı o. Sosyalist sistem, emperyalist sistem içinde de 20-30 yıllık bir “Avrupa demokrasisi” illüzyonu yarattı. Emperyalist artık, sosyalist iktidarların yarattığı tehdit ve korku yüzünden çalışanlara bazı haklar bahşetmek zorunda kaldı. O “artık” sayesinde bu tavizi finanse edebildiler. Misal: Batı Avrupa’nın işçi çocukları daha önce hayal edemeyecekleri öğrenim olanaklarına bu sayede ulaştılar ve çarpık bir 68 masalı doğdu.

Kriz ortada: Artık bütün kazanımların geri alınacağını Batı Avrupa toplumları öğreneli çok oluyor. Sosyalizmsiz Avrupa’nın sermaye sahipleri, antikomünist bir ilaç olarak “demokrasiyi” taşıyamayacağını, zaten gerek de olmadığını, aslında onsuz da yaşanabileceğini aşılamaya çalışıyor emekçi sınıflara... Dışarıdaki zayıf halkaları göremez oldukları için, kendi yalanlarına kendileri de inanıyorlar. Acı olan, sosyalizmsiz dünyada, çalışan sınıfların böyle mavallara inanmaya eğilimli hale gelmesidir. Ya biz? Cumhuriyetsizleştirilen Türkiye?

Biz zayıf halkayız, sosyalizm önce burada mümkün ve bunun ne demek olduğunu galiba daha yüksek sesle anlatmamız gerekiyor.