Çözülen tampon devlet: Türkiye

Neresinden bakılırsa bakılsın, bir “tampon ülke” veya “yastık ülke” kaderi bu. Hadi “tampon devlet” diyelim; sonuçta Türkiye’den söz ediyoruz, şu tel tel dökülmekte olan cumhuriyetten. Bu çöküş sürecinde, böyle bir rolün veya işlevin çeşitli başlıklar altında sürdürüldüğüne tanık oluyoruz. Türkiye, sosyalist bir devletin yarattığı koruma alanında boy vermiş ilericiliğe yakın kuruluş yılları ile çöktüğü şu gericilik yıllarında, aslında tüm tarihi boyunca, Batı’yı veya emperyalizmi, sol tehditlere (“kötülüklere”) karşı koruyan bir duvar oldu. Sovyet rejimi 1923’te yerleşmeye başlamıştı, genç Türkiye Batı’nın gözünde, emperyalizme hizmet edecek, en azından emperyalizme karşı savaşmayacak bir duvar olarak değer kazandı. Öyle kurgulandı. Devrimci Türkiye solu bu kaderi kırmak için çok çaba harcadı ve sadece bu çaba bile onun değerinin ne kadar büyük olduğunu kanıtlamaya yeter. 

Gerçekten de her şey çok açık oynandı: Dönemin bir numaralı emperyalist devleti İngiltere genç Türkiye Cumhuriyeti’ni, kurulmasına engel olamadığı bu devleti, sosyalizmin yayılmasına karşı bir set olarak kurgulayabileceğini düşündü. Öyle de oldu. Bu ilk dönemde, Ankara’nın komşudaki işçi devletine karşı askeri maceralara girişmeyeceği ortaya çıkınca, SSCB de bu tampon rolünü tersinden kabullendi. Yani Sovyetler de, emperyalizmle arasına bir “Türk yastığı” koyarak, kendisini sağlama almayı başardı. 1920 ve 30’larda dünya ilericiliği, sosyalizme karşı bir Türk hançerinden söz etmez ki, haklıdır.

Ama rakının şişede durduğu gibi durmadığı nasıl malumsa, sosyalizme düşmanlığın da bu ilk “göreli masumiyetiyle” kalamayacağı belliydi. Antikomünizm ve antisovyetizm zamanla azgın bir sosyalizm düşmanlığına dönüştü, o kadar öyle ki, Türkiye özellikle Soğuk Savaş’ta Federal Almanya ile beraber en acımasız iki cephe ülkesinden biri unvanını kazandı. Dünya ilericiliğine asıl büyük zararları da zaten İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki “cephe ülkesi” kimliğiyle verdi, açtığı yaraları böyle derinleştirdi.

Yine de bu özelliklerin, çöküş veya AKP-Erdoğan dönemi Türkiye’sinden kısmen farklı olduğunu düşünebiliriz.

Farklıdır, çünkü ilk dönemde, özellikle İkinci Savaş sonrası azgın Amerikancılığın gölgesindeki antikomünizm yıllarında, sosyalizm ve Rus renginin Türk duvarına çarparak geri dönmesi gerekiyordu. Kuzey komşumuzdan hiçbir şey Türk duvarını aşarak Batı’ya geçememeliydi; öyle de oldu. İşte bu rol, son veya çöküş dönemimizdeki “tampon karakterinden” biraz farklıdır.

Nasıl mı farklıdır?

Şöyle farklıdır: Çöken Türkiye’de iktidar olan İslamaofaşist gerici iktidar, Erdoğan Türkiyesi, şimdi yepyeni bir görevle karşı karşıya ve bu görev, onun eski alışılmış “yansıtıcı duvar” rolünden dönüşü de içeriyor. İslamcı barbarların neden olduğu kavimler göçünün Türkiye duvarına çarparak geri dönmesi değil, Türkiye’nin içinde soğurulması isteniyor.

Dün akşam Davutoğlu’nun avro karşılığında onur ve Türkiye satmaya çalıştığı Brüksel’deki AB Zirvesi’nde, bunun maddi temeli kuruluyordu.

Sağ elin olumladığını sol elin reddettiği bir AB kargaşasında, üzerinde anlaşılan tek mesele, Türkiye’nin İslamcı saldırılarla şişen kavimler göçünü içine alarak soğurması ve Avrupa metropollerini ek bir kaostan uzak tutması... Bunda anlaşmış gibiler, ama finansmanını beceremiyorlar. Kavga 3 milyar avronun Doğu Avrupa fonlarından çekilmesinde ve Erdoğan ekibinin hesaba gelmezliğinde yatıyor. AB’nin hegemonu ve Almanya Başbakanı Angela Merkel, milliyetçi reflekslerle ve Berlin’e karşı kendi içine kapanan Doğu Avrupa’dan bayağı rahatsız. Neyse...

Anlatmak istediğimiz fark bunlarla bağlantılı işte. Türkiye’nin rolü, ilk dönemde sosyalizmi uzak tutmak ve böylece emperyalist metropolleri sosyalist yayılmaya karşı rahatlatmaktan geçiyordu. İkinci dönemde, yani şimdiki “çöken Türkiye” yıllarında, İslamcıları ve onların neden olduğu milyonlarca kaçak sığınmacıyı içine alarak emperyalizmi rahatlatmak durumunda. Özellikle Avrupa emperyalistlerini...

Demek ki, kapitalizmde bir defa biçilen rol değişmiyor. Biçimsel bazı dönüşümler, bu rolün temelde aynı kaldığını gizleyen bir dizi makyaj çabası olmanın dışında bir anlam taşımıyor. Ama çöküşün önüne geçecek bir çaba olduğunu da kimse söyleyemiyor.

Belki şu eklenebilir: Sosyalist bir iktidar, Türkiye’nin bu tampon kaderini hem parçalamak hem de bir üst düzeyde fakat farklı nitelikte ve yeniden üretmek zorunda kalacaktır: Sosyalizmi sadece kapitalizme karşı koruyacak bir tampon devletten değil, sosyalizmi yeni coğrafyalara fütursuzca taşıyabilecek, varlığıyla bile bir propaganda merkezi gibi parlayacak yeni devletten söz ediyoruz.

Emperyalist metropollerin hizmetindeki kapitalist tampon devlet kaderinin paramparça edilmesi, Türkiye Sosyalist Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden biri olacak; mecbur. Göreceğiz.