Bizde ve onlarda risk

Osman Çutsay'ın "Bizde ve onlarda risk" başlıklı köşe yazısı 29 Kasım 2012 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Bir doğruyu, zamanında değil, fazla risk gerektirmediği, yani doğruculuğun bir cüret sayılmayacağı zamanlarda söyleyince, önemli bir iş yapmış olmuyoruz. Çok önemli de olsa o doğru saptama, sıradan bir “eyyamcı” damgası yemekten kurtulamıyoruz. O nedenle, şimdilerde pek rahat yinelenen gerçeklerin çoğu, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın serzenişiyle anarsak, “artık bize hiçbir şey ilave etmeyen doğrular” sınıfındandır.
Örnek mi? AkParti-AsParti ittifakının yeni bir baskı rejimi, çürümüş Osmanlı’nın ihyası, boydan boya bir gericilik olduğunu, Ankara’daki hükümetin Türkiye halkı ve solu için dinci bir işkence rejimi kurduğunu, “İkinci Cumhuriyet”te totaliter eğilimlerin hızla yayıldığını söylemek, şimdi herhangi bir önem taşımıyor.

Ana akım medyada kısa bir süre öncesine kadar bol bol boy gösteren ve AKP’ye bir şans verilmesini gizli veya açık ifade eden “makbul solcular” gibi... Bunların önemli bir bölümünün şimdilerde Recep Tayyip Erdoğan rejiminden şikayetçi olması ve AKP’de bir gericilik keşfetmesi, sadece algı kapasitelerini göstermiş oluyor. Hiçbir şey anlamıyorlar.

Peki, bizde, yani “az gelişmiş demokraside” böyle de, şu “çok gelişmiş Batı demokrasisinde” durum farklı mı?

Değil.

Almanya’nın, galiba bizdeki 60-70’lerin İlhan Selçuk’unu andıran gazetecilerinden Heribert Prantl, 22 Kasım’da gazetesi Süddeutsche Zeitung’da, Nazi Almanyası artığı yönetici kadroların Federal Almanya kurulurken adalet sistemini, tüm idari yapıyı ve bakanlıkları doldurmuş olduğunu yazdı:

“Eski naziler genç Federal Cumhuriyet’te her yerdeydiler. Memurlarda, devlet ve toplumun fonsiyonel seçkinlerinde tam bir devamlılık vardı. Böyle bir saptama yüzünden insan daha 20 yıl önce bile kötü niyetli bir solcu diye küfür yerdi bugün bunu kimse inkar etmiyor.”

Türkçeye çoktan girmesi gereken bu gerçekten ilginç ve “istisnai demokrat” Prantl’ın gelmek istediği yer başka. Bizim gideceğimiz yer de öyle. Hukuk okumuş ve savcılıktan gazeteciliğe geçiş yapmış Heribert Prantl’ın açıkça söyleyemeyeceği şey, Almanya’daki tutarlı antifaşistlerin ve “öteki” Alman devletinin sürekli yinelediği bir şeydi ve insanların başına bela açıyordu: Nazilerin kurduğu bir cumhuriyetten söz edenler, çok değil daha birkaç yıl önce kitaplarını basamadılar da imdada küçük sol yayınevleri yetişti. Prof. Dr. Luciano Canfora’nın Almanya macerasını bir başka vesile-i haseneyle anlatırız. Belki de İtalya’daki arkadaşımız Aslı Kayabal bu ilginç filolog ve felsefeciyle bir geniş görüşme de hazırlar AB demokrasisindeki durum ve Almanya’nın rolü üzerine...

Neyse, işte bunun kavgası bitmez. Söylenmesi gereken şey de başka zaten...

Olan olduktan, birileri kariyer ve parayı kaptıktan, ülke yıkımın eşiğine geldikten sonra tutup “Yahu bu iktidar da kötüymüş, hiç demokrat değilmiş!” falan derse, bunları hiç ciddiye almamakta, kaldıkları yerde bırakmakta yarar var.

Doğruyu söylemek diye girdik, onu örgütlemedikçe pek bir iş yapmış sayılmayacağımızı kabul ederek çıkalım: Olanları ve olacakları önceden görebilenler, doğru saptamalarda bulunanlar, somut bir güç oluşturamamışsa, bu kahinliklerinin de bir önemi bulunmuyor.
Sermayenin kervanı yürüyor çünkü.