Biz geçmişe sığmayız!

Eski, geleneksel “birleşik cephe” türü aranışlar, gerçekten de tarihe karıştı. Neden? Herhalde bizim yüzümüzden değil. O kadar da güçlü değiliz., Artık ortada korunacak bir şey kalmadı, muhtemelen o yüzden.

Bundan sonraki beraberlikler, geçmişte kalanları korumak adına geri hedeflere tutunmaktan değil, yepyeni hedeflere kilitlenmekten geçiyor.

Gerçekten de, neyi koruyacaksınız?

Eski Türkiye’deki, bizim büyük ilericilik ırmağının bir aşaması saydığımız aydınlanmacı cumhuriyetin kolayca kazınabilmiş cılız kazanımlarını mı? Biz olmasak bu kadar da dayanamazdı.  Mümkün değil.

Geçmişten bize kalan ve kendisine dönmeyi önereceğimiz hiçbir “kendi başına” değer veya dönem yok. Biz bugün yoksak, geçmişte ilericilik hiçbir şey de yoktur. Ama varız.

Geçmiş değerler zemininde birleşme çağrılarında bulunanlar, geçmişte bir “devr-i saadet” arayanlar,  gericiliğin şu veya bu yüzünü temsil etme dışında bir enerji taşımıyorlar. Adını koyalım, geçmişteki “aydınlanmacı değer” ısrarlarıyla bile sermayenin kayığında solculuk yapma hevesi içinde olanlar bayağı etkilidir.

Farklı bakmak zorundayız: Devrimci Türkiye solunun laiklikten geri adım atmayacağını ilan eden çağrıları, herhalde bir savunmacılık, korumacılık falan değil, ileriye doğru bir adım, daha doğrusu bir saldırıdır. Bir ataktır. Neden mi?

Çünkü sol için laikliğe vs. geri dönüş, kolay bitirilmiş şu “Birinci Cumhuriyet” enkazında, artık mümkün değildir.  Reel sosyalizmi veya erken sosyalizmi bile biz ona dönmek için değil, ondan çok daha ilerisini ve daha sosyalistini gerçekleştirmek için savunuyoruz. Aslolan, ileriye doğru adım atabilmektir. Bugünün veya dünün şu veya bu değerini sadece savunmak, onu yüceltmekle sol politika yapılmaz, solculuk adına bir adım atılamaz. Bundan sonra artık sadece saldırı siyaseti önemlidir.

Laiklik çağrısı, dedik: Bu, sermayenin temellerine bir saldırıdır.

Sermaye rejimini karşısına almayan, laikliğin ancak rüyasını görür. Daha doğrusu, ya kemalizmin yeni bir karikatürü olarak yoksul Kürt halkından intikam almaya kalkar ya da şu sıralarda Paris-Berlin hattında cerre çıkmış uşakların yaptığı gibi, emperyalist başkentlerin parçacıklar siyasetinden nemalanmaya çalışır. Böyle bir intikam ve yaranma politikası da Anadolu’da taş üstünde taş bırakmaz, geriye Türkiye diye bir coğrafya bile kalmaz. En az “Üç Kosova” kalır.

Şu geçmiş işi, hepimizin yarasıdır: Örneğin, sosyalist deneyimlerin kendi kıt zekâlarıyla ve kolayca korunabileceğini sananlar, Gorbaçovculuğun önünü açtılar. Bu alanda en dirençliler bile bu yolu düzlemekten kaçamadılar. Sosyalizmi “iyidir” diyerek savunamazsınız; sosyalizmi, ancak yeni kazanımlarla taçlandırarak ve yeni alanlar kazanmak üzere ileriye doğru iterek, sermayeye “kültür endüstrisi” başta olmak üzere her alanda darbeler indirerek, yani onu her alanda aşarak savunabilirsiniz.

Şimdi laikliği veya Türkiye aydınlanmasını tarihin olumlu bir parçası olarak değerlendirenlerin, bu tuzaktan kaçınmaları gerekiyor. Biz, artık koruyacak bir şey aramıyoruz. Biz, saldırarak, sermayeyi tüm kurumlarıyla karşımıza alarak ve o kaleleri yerle bir etmeyi ilan ederek bir sosyalizm kurulabileceğini, bunun da sosyalizmin yegâne korunma biçimi olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Sekter miyiz?

Eski zamanlarla, içeriğini yenileyemediğimiz  eski kavramlarla hiçbir adım atamayız.

Sosyalizmin bütünsel bir silkinme, kopuş ve yenilenme olduğunu bilenler, geçmişin kazanımlarına dönülemeyeceğini bilenlerdir. Dolayısıyla bugün artık sol ve sosyalizm, geçmişteki kazanımları yeni koşullarda sermayenin elinden koparma ve mutlaka yenileme iradesidir. Bir hırs: Sınıf mücadelesindeki kazanımların sekterlik, ananecilik, korumacılıkla ileriye taşımayacağını iyi bilenlerin hırsı...

Laf geldi, oraya dayandı işte:  Galiba kısa bir süre sonra “Devrimin Cebiri” (Die Algebra der Revolution) dizisi Sadık Usta çevirisiyle yayına girecek. Türkçenin ve devrim düşüncesinin dışarıdan ancak bu yollarla zenginleşeceğini söylemiş olalım geçerken ve ekleyelim: Hegel uzmanı komünist düşünce adamı Hans Heinz Holz, ölümünden hemen önce yayımlanan ve görece uzun ömrünü taçlandıran kitap dizisine bir giriş yazıyor. Alexander Herzen’den devraldığı bu başlık altında, işe “siyasal felsefe”yle ne demek istediğini açıklamakla başlıyor. Marx’ın genç yıllarından itibaren felsefenin kaldırılması ve gerçekleştirilmesini bir siyasal program olarak önüne koyduğunu hatırlatan Holz, 20’nci yüzyılda felsefe yapmanın kesin yönelim noktalarının aktif siyasal önderlerce belirlendiğinin altını çiziyor ve bunun “siyasetle felsefenin yeni ilişkisini tanımladığını” kaydediyor. Hegel-Marx-Lenin-Gramsci çizgisinde, bugün artık üçüncü aşamada bulunduğumuzun altını çizen Prof. Dr. Holz, “Bu dönemde felsefenin işlevleri, pratiğe yönelmiş bilimsel bir dünya görüşü için geliştirilmek zorundadır” uyarısında bulunuyor. Türkiye devrimcileri için heyecan verici bir dönem açıldığını, sola sızmış liberal sürünün ayaklarının altındaki toprağın daha hızlı kayacağını, bu tür tercümelerden güç alarak da yinelemek zorundayız. Cumhuriyetin kısa radikalizminin, Nâzımların, Ataç-Tanpınar okullarının, Behice Boran-Mahir Çayan iradelerinin, Aziz Nesinlerin, Yalçın Küçüklerin, asıl önemlisi “Genç TKP” çizgisinin damgaladığı bir dildeyiz...

Yeni bir durum bu.

Geçmişi yineleyemeyiz. Ama geçmişi, devrimci geçmişimizi, Türkiye’de 200 yılı bulan devrimcilik, ilericilik, yenilikçilik mücadelesini, o geçmişi şu veya bu rengiyle savunmayı, dolayısıyla onlara dönmeyi iş sananlardan çok daha iyi bilmek ve mercek altına almak zorundayız: Aşmak için.  

Sadece yeniyi ve aşkın olanı arayanlar geçmişteki kazanımları koruyup ilerletebilir. Geçmişe dönmek, geçmişe çağrı, şu andaki büyük tuzaklarımızdan biridir. Bir zehir.

Panzehir ise sadece yeni ve ileri bir sosyalizmde. Biz de oradayız.

Geçmişe sığamayacağımızı biliyoruz.