Bir Trump tercümesi

Donald Trump sürprizi milleti fena sarstı. Bizdekilere ileride bakarız. Henüz pek kimsenin sesi çıkmıyor, geçiştiriyorlar. Ama Avrupa ve onun hegemonyal lideri Almanya’daki şaşkınlığın dibini görmek için üç hükümet üyesinin açıklamalarına göz atmak yetecektir.

Biri Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier. Adı yeni cumhurbaşkanlığı için şanslı adaylar arasında geçen bu hazret, ağustos ayında “nefret vaazcısı” ilan etmişti Donald Trump’ı. O sıralarda fazla bir olay olmadı. Ama Trump Amerikan sandığından başkan olarak çıkınca, “Yahu n’oluyoz?” diyenlerin sayısı artıverdi. Steinmeier, ki dünya sosyal demokrasisinin herhalde en düzeysiz ama işini en iyi bilir örneklerinden Gerhard Schröder’in Avrupa ve dünya sağına müstesna bir armağanıdır, Trump hakkındaki görüşlerinde bir değişiklik olmadığını hafta ortasında yeni başkana yönelik ilk açıklamalarında yinelemekten çekinmedi. Başdiplomat, diplomasinin birçok kuralını çiğneyerek Trump’ın seçimini kayda aldıklarını belirtmekle yetindi; kutlamadı. Geçiştirilir gibi değil.

Demek, yukarıda ciddi sürtüşmeler, en azında ciddi sürtüşme nedenleri var. Ortalığı buz kesiyor...

Bu soğukluğu, Federal Savunma Bakanı Ursula von der Leyen daha sıcak bir şaşkınlıkla sürdürdü. Angela Merkel’in prensesi gözüyle de bakılan bu kadın bakanın Başkan Trump sürpriziyle ilgili ilk açıklaması, ağır bir şok yaşadığını belirtmek oldu. SPD Başkanı ve hem Federal Başbakan Yardımcısı hem de Federal  Ekonomi Bakanı Sigmar Gabriel, iki ülke arasındaki 173 milyar avroluk ticaret hacmine rağmen, yeni başkanın yeni bir otoriter ve şovenist enternasyonalin öncüsü olduğunu, seçiminin bir uyarı sayılması gerektiğini söyledi. Gabriel’e göre, Trump, Türkiye’de Erdoğan’ın, Fransa’da Sarkozy ve hatta Le Pen’in, Polonya’da Kaczynski, Hollanda’da Wilders ve Almanya’da da sağ popülist AfD’nin ABD’deki örneği. Ağır sözler bunlar.

Ne mi oluyor?

Bütün bunlar ağır bir siyasi krizin göstergeleri değilse, başka hiçbir şeyin göstergesi değildir. Ekonomiden söz etmiyoruz. O temelde sistem zaten çatırdıyor. Artık dünya finans sisteminin sadece ne zaman çökeceği ve merkezdeki yıkımın düzeyiyle yan etkilerinin ne olabileceği üzerine tartışmalar var. Çöküş kesin ve tartışma dışı. 

“Trump vak’ası”, dünyanın zenginlerinin, hep birlikte büyük bir krizden geçtiklerini, bunun sonuçlarından korkmaya başladıklarını ilan etmelerinin bir başka ifade biçimi olarak okunabilir. Böyle bir tercümeden bize bir yol var.

Bu her geçen gün biraz daha derinleşen küresel krizde, karşılıksız trilyonların, yani değersiz kağıtların finans saraylarında birikmesine, reel ekonominin gerilemesine ve bunun doğrudan sonucu olarak yoksullaşmayla sağ popülizmin sıçramalarına engel olunamayan bir Avrupa’da, Türkiye meselesi sanıldığından çok daha büyük yer alacaktır. Türkiye, Avrupa ana akım medyası için bile artık bir despotun diktatörlüğüdür.  Demek ki, olağanüstü koşullardan geçiyoruz.

Olağanüstü koşullar, eski ezberlerin yürürlükten kaldırılması için bir gerekçedir. Bu anlamda da bir olanaktır.

Etkinliğini hızla yitiren Kürt siyasetinin, Türkiye aydınlanmasını daha ciddiye alması ve bu aydınlanmanın bugünkü mirasçılarıyla, Türkiye işçi sınıfını felaketin tek çözüm kaynağı sayan sosyalist hareketle, o hareketin sosyalizmi tek hedef koyan sözcüleriyle masaya oturmasında, onlara siyasi destek vermesinde yarar var. Batı’nın cahil ve liberal döküntülerinden ezberlenmiş ahmaklıklarla yüklü cahil karikatürleri, yani Türkiye’deki devrimci işçi sınıfı hareketine ve aydınlanmacı tarihimize küfretmeyi ömürlerinin tek işi bellemiş olanları Meclis’e sokuşturmak, krizi derinleştirmekten, bu coğrafyayı da barut fıçısı haline getirmekten ve Kürt hareketinin kendisini hızla etkisizleştirmesinden başka bir işe yaramadı. Gördük.

Bu büyük krizde umarız Kürt siyaseti de artık gerçekleri görmeye başlar ve sosyalizmin acil bir görev olduğunu ileri süren sınıf hareketiyle oturur konuşur. Bu yıkıntının en altında kalacak olanlar, Türk ve Kürt yoksulları çünkü.

Türk aydınlanmasına küfretmenin, mesela 1923’ü anomali ilan etmenin, felaketimizi derinleştirmekten ve Türkiye toprağından tamamen kopmaktan başka hiçbir anlamı yok. Kürt siyasetinin, ne olursa olsun attığı gerçekten öğretici adımları ise inkâr etmemek önemli. Kürt düşmanlığı, büyük kriz patladığında, sadece Anadolu’da değil, kimilerinin kendisini pek bir güvende saydığı “laik kıyılarda” da taş üstünde taş bırakmayacak çünkü.

İslamcılık ve Türkçülükle mücadelenin altından ancak sosyalist bir sınıf hareketi kalkabilir. Onun dışında, dünyanın resmen kaosa sürüklendiği böyle bir ortamdan feraha çıkmak mümkün değildir. O kaosu biz yükleneceğiz çünkü. Bizler bitirileceğiz. Şu ana kadarki egemen Türk ve Kürt “muhalif” siyaseti, yüksek tansiyon hastasına kan basıncını yükseltecek ilaçlar önermekten ve hatta içirmekten başka bir iş çıkaramadı.

Donald Trump, küresel felaketin nasıl derinleştiğini gösterdi. Bu felaketin tüm ezberleri yürürlükten kaldırması gerekir. Sosyalizmin güncelliği, liberal döküntülerin ürünü tüm ezberlerin iptal edilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Yaratıcı ve sosyalist bir sınıf hareketinin dizginleri ele almasını engelleyen herkes bu coğrafyaya ölüm ekiyor. Kuşkusuz, sermayeye ölümü (sosyalizmi) gösterip onu sıtmaya (demokrasi) razı etmek falan da değildir politika...

Yepyeni bir hayat önermek zorundayız.

Ağır bir krizden geçen Batı’nın parlamentoları önünde “Bize müdahale edin, gerekirse asker gönderin de demokrasi gelsin yahu!” diye bağıranların, Erdoğan despotizminin en büyük yardımcıları olduğunu, bu konuda MHP’den ve Mao düşüğü nevzuhur Türkçülerden hiç geri kalmadıklarını görüyoruz. Hep birlikte Türkiye’yi gömüyorlar.

Çok kirli zamanlardan geçiyoruz, çok daha kirli zamanlara itiliyoruz.