Berlin de Erdoğan’ın ipini çekti

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Berlin’de Başbakan Angela Merkel’le buluşması, bu arada da yandaşlarıyla yaptığı salon toplantısı, üç meselenin altını bir kez daha çizdi.

Bir: Almanya için Türkiye Ortadoğu’da önemli bir atlama taşıdır, ama bir köprü olarak çökme sürecindedir. Berlin’in bu çöküşe şimdilik fazla üzüldüğü söylenemez.

İki: Türkiye Doğu Avrupa açısından ve Rusya’ya karşı, Karadeniz’de, örneğin Ukrayna’daki Batı destekli faşizan kalkışmaya destek için de kullanılabilecek bir “alet”tir fazla büyük olması kullanımında sorunlar yaratabilir.

Üç: Artık “altı hiç çizilmeyen” bir gerçek, bu Türkiye ile mevcut AB arasındaki ilişkilerin asla bir üyelik çerçevesinde yürütülemeyeceğidir. Erdoğan’ın bu ziyaretini, Türkiye’nin AB dosyasını kapatan bir final olarak yorumlayabiliriz.

Alman medyasındaki yankılara baktığımızda, bu hesapların hepsinin çeşitli yorumlara konu edildiğini gözleyebiliyoruz. Sol etiketli demokrat bayağılıklarda bir fikir yok ve sol adına ciddiye alınabilecek bir etki alanı yaratmaktan çok uzaklar. Sadece sol etiketli bir sağcılıkla, “harbi sağın” hık deyicisi rolünü oynadıklarını söyleyebiliriz.

Örnek sağda: Devlet yönetimi ve akademi üzerindeki en etkili sağ gazete Frankfurter Allgemeine Zeitung, Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin verdiği resmin, bir bütün olarak “korkunç” olduğunu açıkça yazdı. Erdoğan’ı sorumlu sayan gazetenin yorumcusuna göre, “Böyle bir ruh halindeki Türkiye, AB üyesi olamaz”.

Bir diğeri: Avrupa’nın en büyük medya gruplarından ve bizdeki “amiral gemisinin” de ortağı Springer’e (“Bild”) bağlı, sağcı Die Welt de acı gerçeği görünür kıldı. Gazetenin yorumcusu, dolaylı cümlelerle, Türkiye ile AB müzakerelerinin ucunun açık olduğunu vurgulayan Başbakan Merkel’in, ayrıca “üyeliğe kuşkuyla baktığı” ifadelerini eleştirdi. Böyle bir tutumun “siyasal açıdan akıllı olmadığını” hatırlatan gazete ve Berlin için, demek ki, ortada artık kapanmış bir defter var. Bu, kuşkusuz, başka defterlerin, başka opsiyonların, başka girişimlerin önünün açılmayacağı anlamına gelmiyor.

Fakat Die Welt yorumcusunun asıl “Üyelik müzakereleri iç politikada bir profil oluşturma konusunda işe yaramaz” sözleri tehlikeli bir meseleyi sahneye davet ediyor. Ne yorumcunun ne de Avrupa’yı güden Alman siyaset sınıfının görebildiği bir şey bu: Türkiye’yle ilgili her adım, her girişim, her opsiyon, artık Almanya’nın bir iç politika sorunudur. Belki bazı Alman yöneticiler, Türkiye’yi kırpacak, ama onu aynı zamanda Irak ve Suriye’deki Kürt bölgeleriyle oluşturulacak bir “Büyük Kürdistan’ın hamisi” rolüne sığıştıracak “parçacıklar siyasetinin”, sadece Ortadoğu ile sınırlı kalabileceğini düşünüyorlar.

Bir tür “uzak Sırbistan” politikası diyelim.

Tutar mı?

Almanya’daki bu solsuzluk devam ederse, belki. Gerçi ortada solculuk iddiasıyla dolaşan Sol Parti var. Ama Oskar Lafontaine ve Sahra Wagenknecht enerjisi bir kenara bırakılırsa, özellikle Türkiye konusunda bu partinin üst düzey yöneticileri, insanın içini bulandıracak kadar cahil ve Türkiye’deki aydınlanmacı-emekçi geleneğin çocuğu devrimci müktesebata düşman bir zihniyetin elinde esirdir. Bir sürü Nabi Yağcı diyelim. Hesap, tutabilir yani.

Ama yine de kuşkulu bir beklenti saymak zorundayız.

Şöyle bağlayalım: Berlin, Türkiye ilintili ve dış politika sandığı girişimlerin aslında yakıcı bir iç politika unsuru olduğunu ne zaman anlar, bilemeyiz, ama bu bayağılığın ve korkunç senaryonun tereyağından kıl çeker gibi sahneleneceğine ancak solsuz cahiller inanır.

Solsuzluk da sonsuza kadar devam etmez, bir yerde kırılır.