Balık hafızalı sol mu?

Sosyalizm tarihine nasıl bakacağız? Olmamış gibi mi? Hiç yaşanmamış gibi mi? Daha açık bir ifadeyle: Sosyalizm ve sosyal mücadeleler tarihinin tartışmaları sonuçsuz mu kabul edilmeli? 

Her şeye yeniden başlamak mümkün değil. Bu, balık hafızalı olmaktan farksız bir şey. Söylemek istediğimiz şey şu: Reel sosyalizm de diyebileceğimiz devrim tarihinden, ana hatlarıyla belirginleşmiş bir tutarlılıklar, doğrular listesi çıkarmak mümkün. 

Sosyalizme yakışmayan solla hesaplaşma olarak görülmesi gereken Komünist Manifesto bir yana, sonrasında, Bernstein, Kautsky “sapmaları”, Trotski ve arkasından gidenler, sosyalizmle ilişkisi çok tartışmalı, ama yine de devrim tarihi içinde görülebilecek “bazı katkılarıyla” Batı maoculuğunun verdiği büyük zarar, onun değil ama trotskizmle akraba “anarko-liberter” akımların harmanlanarak 1989’da reel sosyalizmin belini kırmayı başarması, III. Enternasyonal ve faşizm tanımları, sınıfa karşı sınıf tezinin tutarlılığının zaman içinde iyice belirginleşmesi, Avrupa komünizmi denilen rezalet, Gorbaçov’la simgelenen çürüme... Sosyalizm tarihinde entelektüel çatışmaların haddi hesabı yok... Ama bunların sonuçları var... 

Yanlış olarak “tek ülkede sosyalizm” başlığı altında anılan dönemde -çünkü birçok ülke, dil, kültür çevresi üzerinde yükseliyordu-, reel sosyalizmin kurucu babalarının birçok konuda haklı çıktıkları görülüyor; mahkûm ettikleri çizgileri bir dönem etkisizleştirmelerine rağmen sonunda onlara yenilmeleri (“1989”), bu tarihin yaşanmadığını göstermez.

Devrimcilerin balık hafızalı olmadığını kanıtlamak gerek. Bu, ilkelerle olur.  

“Tarihi bilmeyen, bugünü bilemez” noktasına gelmek istemiyoruz. Zaten tam tersinden düşünüyoruz: Bugünün üzerindeki örtüyü kaldıramayan, bugünü anlayamayan, dünü veya tarihi de anlayamaz, oradan ders falan çıkaramaz. Geçmişteki tartışmaları yok saymak, tarihsizleşmek ve hatta mistikleşmek demektir. 

Geçmişteki doğrularımız, yanlışlarımızdan çok daha fazla. 

O zaman, onları sık sık ve gerektiğince modifiye ederek hatırlamak/hatırlatmak durumundayız. 

1920’lerin ve 1930’ların faşizm tartışmaları, Clara Zetkin’in 1923 haziranında Hamburg’daki ünlü konuşmasında verdiği o unutulmaz faşizm tanımı (“Tarihsel ve nesnel bakıldığında, faşizm daha çok bir ceza olarak gelir, çünkü proletarya Rusya’da girişilen devrimi devam ettirememiş ve ilerletememiştir”), bizde yankısız kalmamıştır. Hemen aklımıza Durmuş Tiryaki’nin çok gençken mükemmel bir algı gücüyle Sosyalist İktidar dergisinde 1980’de kaleme aldığı faşizm yazısı geliyor. Başka birçok katkı daha var. Ana hatlarıyla bir faşizm tanımı üzerine konuşabiliriz bugün. İslamcı bir faşizm iktidardır; gerekecek tabii.  

Ancak söylemek istediğimiz bu değil. 

Şu: Geçmişte yaptığımız tartışmalar, verdiğimiz ve aldığımız mahkûmiyetler, boşuna olmamalı. Reel sosyalizm, yani devrim yapmış ve yaşatmış kadroların entelektüel mücadelesinden belli doğrular çıktığını, bunlardan vazgeçerek sosyalist bir iktidar için ittifak falan kurulamayacağını görmek gerekiyor. 

Mahkûm ettiklerimiz, kapitalizm sevdalıları yani, kazandı diye, o mahkûmiyetler ortadan kalkmış değildir. Doğrular bizim safımızda. 

O doğrulardan ilkeler çıkarabiliyoruz. 

Öyle konuşalım. 

Belkemiğimiz olduğunu bilerek, ondan utanmayarak, bu dünyada devrimci bir kalkışmanın mirasçıları ve günümüz temsilcileri olduğumuzu unutmayarak... 

Fakat asıl mesele başka yerde: Artık bir İslamcı faşizm içinde yaşayan Türkiye’nin, geçmişteki birçok tartışmayı sol içinde yeniden yapacak zamanı kalmamıştır. Aslında dünyanın böyle bir zamanı kalmamıştır. 

Kriz üzerimize boca ediliyor. 

Avrupa’nın en zenginleri bile hükümet kuramaz veya hükümet kursa yaşatamaz halde. 

Türkiye battığı anda, ki tüm Avrupa bu iflasın ne zaman gerçekleşeceğini bekliyor, iç içe banka sistemleri nedeniyle hemen İtalya ve İspanya’nın batacağını, onların da AB’nin hegemonu Almanya’yı dibe çekeceğini, piyasalardaki trilyonlarca dolar ve avronun  bir karşılığı olmadığını, ABD-AB ticaret savaşının bir dünya savaşına dönüşebileceğini herkes biliyor.  Artık yazıyorlar da... Zaman kalmadı yani. 

Balık hafızalı ergenler de sosyalizm mücadelesine sızar, sonra önlerine atılan bir takım yemlerle uzaklaşırlar, bunların kıt zekâlarını, etkinliklerini falan fazla ciddiye almamak gerek. 

Bir de şu: Faşizmin sosyal demokrasiyle ikiz kardeş olduğu tezlerinin yanlış çıktığını, komşudaki Syriza ile sağcı koalisyon ortağına bakarak mesela, nasıl söyleyebiliriz? Yarın veya öbür gün bu ülkede CHP ve/veya HDP’nin AKP veya İyi Parti ya da MHP ile ortaklık yapabileceğini nasıl düşünemeyiz? Geçmişin maocu bir “lideri” bugün bir AKP/MHP militanı konumunda değil mi? Geçmişte yapmışlardı, şu sırada da yapıyorlar. 

Bizden örnek verelim: Türkiye’yi bitiren birinci faşist darbe 12 Eylül’ün Bonn Cumhuriyeti ve Helmut Schmidt hükümeti, ikinci faşizan darbe 3 Kasım 2002’nin de Berlin ve Gerhard Schröder hükümeti sayesinde yerleştiğini söylemeyelim mi? Görmeyelim mi? Sormayalım mı?

Sosyalizmin ilkeleri var, evet. Var, çünkü çok dolu bir tarihi var. Sadece sokaklarda değil, kitaplarda da var bu. Kısa bir süre önce yitirdiğimiz Domenico Losurdo biraz da bunu anlatmaya çalışıyordu. İlkelerimiz deyince, tarihimize sahip çıktığımızı anlatmak istiyoruz. Sadece tarihi olanlar ve o tarihi ilerletmek isteyenler, mistifikasyon tuzağına düşmezler. 

Balık hafızalılar unuttu ve/veya yemlendiler vs. diye, o büyük entelektüel zenginliği biz de yeniden keşfedecek değiliz. Yani Amerika’yı yeniden keşfetmek bizim işimiz değil. 

İlke dediğimiz şey, bu. Konuşmak ve birlikte iş yapmak isteyenlerin, artık kendilerini nerede görüyorlarsa, önce bu ilkelerle masaya oturup oturamayacaklarını tartması gerekiyor. Jakoben geleneğimizle, halkçı müktesebatımızla, Türkiye’nin bir anomali olmadığı gerçeğiyle, zengin bir devrimci birikime sahip olduğumuz gerçeğiyle, büyük yenilgilerle de bitse ortak büyük sosyalizm mücadelemizin birikimiyle ve doğrularıyla karşılaşmayı göze alanlar, “sekter” dedikleriyle masaya oturabilir. O masada sosyalizm olacağını bilmeliler... 

İttifak tamam da, böyle bir çerçevesi var işte. Ağır bir şey. Bu birikim, karşıdevrimci Birikim’e ve onun bulaştığı şeylere, yayınlara, partilere vs. hiç benzemiyor; galiba o nedenle ağır.