Bağışıklık sistemi çökerken

Galiba sekterlik demek istiyorlar: Bağışıklık sistemini korumak isteyen ve sosyalist bir hükümet kurma inadını yitirmeyen sosyalistleri, hareketsizlikle suçlamak hep moda olmuştur. Gözlerimizin önündeki kanlı komediyi başka nasıl yorumlayabiliriz? “Beceriksiz Bay Çipras”ı biz bir başka karikatürden “Beceriksiz Bay Uras”tan, hatta “Becerikli Bay Ecevit”ten beri çok iyi tanıyorduk. Burada da çok yazdık. Komşuda yaşananlara, baştan sona bir karikatür olan Syriza ve onun emsali Türk karikatürlere bakınca görüyoruz: Bağışıklık sistemini koruyamayan solcudan hiçbir hayır çıkmaz.

İktidar için ittifak meselesini bağışıklık sistemini çökertmek ve kendi değerlerini soyunup atmak olarak anlayanlara anlatmak zor, ama bu konuda gerçekten de söylenecek çok şey var. Böyle bir sisteme sahip olmadıkları için sağımızda solumuzda dünyalar batıyor çünkü.

Malum: Devrimler tarihine baktığımızda, iktidar öncesinde, devrimcilerin en çok sekterlikle, hatta yalnızlığı seçmek ve böylece iktidar mücadelesinin dışında kalmakla suçlandığına tanık oluyoruz. Oysa her canlı, normal şartlar altında, bilinçli veya bilinçsiz olarak, kendi bağışıklık sistemini korumaya çalışır. Sosyalizm çağında devrimci parti de böyle bir bağışıklık sistemini korumak ve geliştirmek isteyecektir. Hayvanla aramızdaki fark, bizim bağışıklık zaaflarımızı gidermek ve enerjimizi geliştirmek için bilinçli çaba gösterebilmemizde yatıyor olmalıdır.

Elbette mayınlı arazide yürünüyor. Sadece akıl yürütürken bile mayınlara basmamak güç. Sorun, devrimci grupların kendi bağışıklık sistemini korumaktan çok, yeni bir durumda nasıl hareket edecekleridir. İktidar mücadelesi verenler, bağışıklıklık sistemi diye içine doğup üzerine oturdukları koşulların değişmemesi için de mücadele vermeye başlayabilirler. Vardır öyle bir risk. Ani değişiklikler karşısında, kendi varlığının tehlikeye düşeceği gerekçesi ve hatta bilgisiyle, son derece korunmacı bir tutumla kendi gardlarına da kapanabilirler. Bu işin her zaman geçerli bir reçetesi yok. Tıpkı okyanus dalgaları üzerinde sörf yapmak gibi: Belli bir denge duygusu dışında hiçbir bilgi sizi dalgaların üzarinde tutamaz ve hedefinize ulaştıramaz.

Ama bizi tanımlayan şeyleri, bağışıklık sistemimizi ayakta tutan ve vazgeçemeyeceğimiz değerleri de gözden çıkarıp atamayız. Çünkü o zaman dalgaların üzerinde süzülemeyiz. Sulara gömülürüz. Sonuçta bağışıklık sistemimizi oluşturan bir çerçevenin mutlaka değişmesi için mücadele etmiyor muyuz? Koşulların değişmesi halinde bizim dışarıdan gelecek yeni etkilere karşı ne kadar direnebileceğimiz, bir sorudur. Burada gereğinden fazla bir korunmacılık elbette savunulabilecek bir iş değildir. Ama kendi bağışıklık sistemimizi bilmemek de affedilebilecek bir iş değildir.

Mesele belli bir bağışıklık sistemine kavuştuktan ve bunu sürdürdükten sonra; gelişmelere müdahale etmekten kaçınmamaktır. Bağışıklık sistemimiz tehlikeye bile düşse, belli sınırları zorlamazsak bazı dönüşümleri elde edemeyeceğimiz açık.

Siyasal eylemler ve siyasal gruplar da büyük düşünürler gibidir. Devrimci düşünür, çağ açıp kapatabilen devrimci düşünürlerden söz ediyoruz, yeniye yelken açan, yeniye açılan, ama kendisine bu koşullar altında hep bir bağışıklık sistemi kurabilen insandır. Parti de öyle değil midir?

Değişen ve devrimci partinin sağlığını zora sokacak koşullara değmek zorundayız. Değiyoruz da, ama bu bağışıklık sistemimizi yok saymak anlamına gelmemelidir. Yeni bir durumun ya da öznenin peşinde kendimize yol açabileceğimizi düşünenlerin en büyük hatası, kendi varlıklarını tanımlayacak koşulları, kendi bağışıklık sistemlerini, başkalarının, daha acısı sınıf düşmanlarının eline bırakmakta gösterdikleri aculluktur.

Oysa büyük düşünürler, devrimci partiler, kendi varlıklarını yepyeni koşullarda, neleri alıp neleri verirse koruyabileceğinin hesabını yapabilenlerdir. Gövdenin ve kafanın sağlığını başka nasıl koruyabiliriz?

Bağışıklık sistemini koruyamayan hiçbir yazar veya parti, yeni koşullar yaratamaz ve yeni koşulların ortaya çıkması halinde bu koşullara müdahale edip kendi lehine veya hedefleri doğrultusunda bir takım sonuçlar üretemez.

Tehlike şurada: Bu korumacılık abartılırsa, gerçekten yeni durumlarda hareketsiz kalma riski büyür. Ama müdahale demek, kendi zırhını sıyırıp atma ve yeni koşulların istediği biçimlere girmek demek değildir.

İstanbullu Petros Markaris, bu haftaki Die Zeit gazetesi için “Bak Dürüst Olalım!” başlığı altında çok açık yazdı. Demek istediklerimizi özetlemiş sayılabilir:

“Yunanlılar Syriza’yı seçti, çünkü onu devlet mekanizmasına karışmamış bir genç parti sayıyordu. Ama biraz daha bilgi toplasalar iyi olurdu. Zira Pasok hükümeti çekildiğinde, tüm kamu hizmeti sendikacıları, devletin Pasok üyesi bütün büyükbaşları Syriza’ya geçtiler. Böylece parti kendi müşteri sistemini almış oldu. Bu sistem partiyi bugün bile kullanıyor.”

Bize dönelim: 7 Haziran’da, tek bir istisnayla tüm Türk solunun kendisini tasfiye ettiğine tanık olmuştuk. Kendi bağışıklık sistemini iyi tanıyan ve ona sahip çıkan bir müfrezenin şimdilik ayakta kalabildiğini gözlüyoruz. Türkiye’dekilerin ne halde olduğunu, Çipras’ın bayağılıklarına meze olanlara bakarak çıkarabiliriz.

Elbette bağışıklık sistemini korumak, hiçbir sorunu çözmüyor. Ancak kendi ayaklarının üzerinde, kendi kafasıyla düşünerek kalabilenler, böyle dağılma dönemlerinde olağanüstü büyük bir önem taşırlar.

Büyük düşünürle, büyük sanatçıyla, büyük örgütle vs. diğerleri arasındaki fark herhalde budur. Büyüklük bir içsel değerdir ve mevcudu dönüştürebilme kudretini korumak, yani kendi bağışıklık sistemini geliştirmek anlamına gelir. Düşmanı olduğu kurumların bağışıklık sistemini çökertmek için gereklidir bu.

İşte komşuda komünistler (KKE) muhtemelen bunu anlatmaya çalışıyor. Bizde durum nicel açıdan farklı. Epey bir mesafe kat etmemiz gerekecek. Ama sol iktidarla, uşakları birbirinden ayıran denklemi şimdilik bulmuş sayılabiliriz. Formül, bağışıklık sistemine bağlı olarak ortada duruyor: Sol iktidar için devrimci parti kendi bağışıklık sistemini koruyup geliştirmek, düzenin veya kapitalizmin bağışıklık sistemini ise her düzeyde çökertmek zorundadır. Syriza ve onun Türkiye’deki “başarılı” karikatürleri meseleyi tam tersinden anlayıp işlediklerini gösteriyorlar: Kendi bağışıklık sistemini çökert ve mevcut kapitalizmin bağışıklık sistemini güçlendir!..

Bu sahnede en bayağı olanlar, bu komediye komünistlere küfrederek katılan ve sonra da parlamentoda Çipras’a karşı oy kullanan Syriza solcularıdır. CHP’nin seçim öncesinde sözde muhalefet bayrağı açan üç-beş zavallı milletvekilinden daha değerli olmadıkları kesindir. Biri bütün bunların yüzüne ne mal olduklarını söylemelidir.

Söylüyoruz: Lenin’in aşağılık bulduğu Tom Amcalardan daha değerli olduklarını bakalım kime, nasıl anlatacaklar? Merak işte...