Avrupa’dan demokrasi ve sanat dilenmek

Hafta sonunda Doğan Akhanlı’nın düştüğü konumda olan çok insan var Avrupa Birliği’nde. Bunlar Türkiye kökenli ve Ankara’nın nefesini on yıllardır enselerinde hissediyorlar. Bazıları Türkiye’den hükümlü, bazılarının soruşturması var: Tabii İslamcı Türkiye’deki “hukuki incelemelere” ne kadar hukuk ve inceleme sözcükleri yakışıyorsa, o kadar var. Kapitalist Türkiye’nin yeni ve İslamcı egemenleri, tıpkı eskileri gibi, ömürlerinin bir döneminde devrimciliğe, solculuğa, sosyalizme bulaşmış olanları affetmiyor.

Sistem, kapitalist Türkiye, kendisini sürdürmek için bu insanları iki biçimde yola getirmek zorunda olduğunu biliyor: Ya tamamen teslim alacaktır ya da solun içine kendisine muhalif bir tuhaf solcu olarak sokacaktır.

“Yetmez ama evetçiliğin” hem pozitif hem de negatif unsurları, solun içinde gerekli tahribatı yapalı çok oldu. “Öldürülen ve cesedine her gün tecavüz edilen cumhuriyet” , biraz da bu liberal sürünün ürünüdür.

Şimdi AKP’nin en üst düzeydeki isimleri ilan ediyor: Yeni bir devlet kurduklarını bağırıyorlar.

Peki muhalifleri ne oluyor?

Doğan Akhanlı vakası böyle bir şey.

Bir yazar? Evet, genç ömründe ilerici bir Türkiye ağrısıyla yaşamış bir solcuydu. Şimdi kendisini hâlâ solcu sanıyor olabilir, ama biz yazdıklarına bakarak, ilerici-sosyalist bir Türkiye rüyasından fersah fersah uzakta olduğunu kolayca görebiliyoruz. Akhanlı, maalesef, cumhuriyet tarihimizi, özellikle de aydınlanmacı-ilerici müdahaleleri, bir tür anomali olarak gören ve gösteren türdendir.  

İslamcı Ankara’nın saldırılarına direnenlerin, başka saldırıya uğrayanlara sahip çıkmaları doğaldır. Ama o saldırıya uğrayanların, İslamcı Ankara’nın militanları karşısında ne kadar haklı olurlarsa olsunlar, sol ve sosyalizm adına pek bir şey söyleyemeyeceklerini de görmek, göstermek gerekir.

Daha açık olsun: Şimdi islamofaşist bir iktidar, hukuku ve insana dair her iyi şeyi ayaklar altına alan bu gerici zombiler, vaktiyle kendisini “kemalist devleti sarsacağı ve demokrasi, AB sözü verdiği için destekleyenleri” de acımasızca hırpalamaya başlayınca, hırpaladıklarından kahraman çıkarmayalım.

Faşizm, daha doğrusu kapitalizm, tüm versiyonlarıyla böyle bir şeydir. Kendisine yarayanları kullanır ve engel olmaya başladıklarında da bir biçimde tasfiye eder. Bu tasfiyenin en kıyıcı yöntemlerine çeşitli faşist rejimlerde rastlıyoruz.

Doğan Akhanlı’ya acımasız bir saldırı var; doğru. Kabul edilemez; evet. Buna sosyalist kamuoyu, bizler, elbette onay veremeyiz ve İslamcı Ankara’ya tepki gösteririz. Kuşkusuz bu İslamcı saldırıyı püskürtmek ve toplumu aydınlanmacı, sosyalist günlere ulaştırmak için çabalarız.

Fakat, bunu Akhanlı ve ona hemen destek verenlerin önemli bir bölümünün bizim çabalarımızı önlemek için yazarlık, gazetecilik, hatta solculuk tasladıklarını bilerek yaparız. Akhanlı’nın yazılarını okuduklarında, Türkiyeli olmanın bir suçla eşdeğer olduğu duygusuna kapılanlar varsa, bunların kendilerine “Birleşik Almanya”yı örnek almaları normaldir. 1914’ü ve 1915’i Türkiye halklarının sırtına yıkmaya meraklı olanların muhalif üretme seanslarına katılamayız.

Rus, Türk ve Alman kültürlerinin aydınlanma çerçevesinde bir ortak yanı yok mu? Daha açık olsun: Akhanlı ve onun gibi düşünenlerin, yani Avrupa kapitalizmine ruhen iltica eden “demokratların”, hiç istemediği ve hiç onay veremeyeceği bir benzerliğimiz yok mu? Var: Türk, Alman ve Rus aydınları belki birçok tarihsel suçun işlenmesine engel olamadılar, ama o suçlara ortak da olmadılar ve neredeyse tüm dünyanın karşı çıktığı işler becerdiler. Rus aydını, tüm dünyanın karşı çıktığı çok ülkeli ve çok halklı bir sosyalist cumhuriyet kurdu, hatta onu İkinci Dünya Savaşı’nda, özellikle SSCB’de tarihin bütün soykırımlarını gölgede bırakan Nazi işgaline rağmen en az 27 milyon ölü vererek yaşattı. Türkler, dünyanın istemediği bir aydınlanmacı cumhuriyeti, Sovyetler Birliği sayesinde kurdu ve -tüm demokratların desteklediği- İslamcı Ankara son darbeyi vuruncaya kadar yaşatabildi. Alman aydını da Moskova’nın bile desteklemekte güçlük çektiği bir “emrivakiyle” Alman toprağında ilk sosyalist cumhuriyeti kurdu, hem de “Alman” Demokratik Cumhuriyeti adıyla...  Yani Almanlıklarından hiç utanmadılar.

Bu üç aydın müdahalesinin kurdukları, çoktan tarih oldu. Yani o cumhuriyetler artık yok. Ama ortada şanlı bir tarih ve zengin bir deneyim var. Tabii kurban etmeyenler için...   

Bize bakalım: Genç devrimci Ataol Behramoğlu’nun 1970’lerin başında devrimci yol arkadaşı İsmet Özel’e yazdığı mektupta çocuksu bir duyarlılıkla vurguladığı gibi ve hâlâ, yani bugün de, “Türkiye bizim yurdumuzdur, köpeklerin değil” diyenler var. Kimseyi, katillerin saldırısında çaresiz bırakmayız.

Bize dost olmadıklarını bilerek ve tamamen başka bir dünyanın kollarında kalmayı seçmelerine rağmen.

İslamcıların palazlanmasında payları da olsa, saldırıya uğrayanları savunuruz. Ama  Türkiye’ye anomali olarak bakmalarını ve öyle pazarlamalarını savunmayız. Türkiye’yi sosyalist bir serpilme için geçmişinden de güç alabilecek bir şans olduğu için önemli ve değerli buluruz. Türkiye, bir anomali değildir.  

Dolayısıyla, kimse bizden, İspanya’da İslamcı Ankara’nın kepaze bir oyunuyla gözaltına alınıp Berlin’in müdahalesiyle hemen serbest bırakılan Akhanlı’yı ve “dünyasını”, sosyalizme yakıştırmamızı beklemesin.

Avrupa kapılarında demokrasi dilenen sanatçılar hep olacak, itilip kakılmalarını Türkiye’nin aydınlanmacı parçalarına mal edip kendi medar-ı maişet motorlarını yürütenler de olacak. Sanat ve demokrasi dilenenleri, İslamcıların eline esir düşmüş Türkiye’nin iç direncine yakıştırmayacağız.

Türkiye’yi, aydını, solu ve sosyalizmi, direnişi, yeniden tanımlamak zorunda olduğumuz anlaşılıyor. Yaparız.

Kimseden bir şey dilenmeyeceğiz. Kapitalizmin emperyal makyajı demokrasiyi, hani şu Venezuela’da Maduro’ya karşı yapılmaya çalışanı mesela, hiç istemeyeceğiz. Bize Berlin-Paris hattında “layık görülen” bir sosyalizmi de istemeyeceğiz. Biz kuracağız. Sosyalizmimiz daha önce kurulanları saygıyla içeren, ama onları aşan bir katkı olacak...

Tarihimizde sadece Mahir’den ve Deniz’den beri değil, onlardan önce ve sonra da bu konuda çok örnek var. Emperyalist dünyanın heveslerini kursaklarında bırakan aydın ve savaşçılarımız olduğunu unutmayız. Ama onları da tekrar etmeyiz.

Sosyalist bir Türkiye’nin mümkün olduğunu düşünenler, bu ülkenin aydınlanmacı mücadelesini ve emekçi halkının, sosyalizm için kavga eden aydınının mücadelesini, emperyalist demokrasinin talepleri doğrultusunda satışa çıkarmayanlardır.

Örnek istemiyoruz. Kimin ne olduğunu iyi biliyoruz.

Doğan Akhanlı’yı elbette insanlıktan nasibini almamış gericilerin eline bırakmayız. Ama aramızdaki nitel farkı da unutmayız.

Çünkü bir başka âlemde yaşıyoruz ve “biz başka bir âlem kurmak” istiyoruz. Bu yürüyüşte, ülkemizi ve aydınlanmacı kazanımlarımızı “anomali” ilan edip Batı’dan aferin almanın yeri bulunmuyor. Maalesef.