Avrupa Almanyası’ndaki “kayıtsızlık”

Tuhaf ya da maskaralık olarak nitelendirilebilecek bir seçim oyunu geride kaldı. Türkiye’deki bu tuhaflık, Avrupa’nın hegemon ülkesi Almanya için yine bir tür iç politika unsuruydu. Endişeli Berlin, Erdoğan’ın biraz kırpılarak önde çıktığı sonucu memnuniyetle karşıladı. “Sıkıntı yok” yani. Neden?

Kıvılcımları sıçrayacak bir yangın tehlikesi henüz görülmüyor da, ondan. Oysa şunu biliyoruz: Türkiye, devrimci öncü eksikliği ne düzeyde seyrederse seyretsin, giderek derinleşen bir devrimci durumdan geçiyor. Sadece parlamentonun değil, yerleşik siyasetin tümüyle sokaktan, daha doğrusu zenginlerin hep birlikte somut gerçeklikten koptuğunu söyleyebiliriz. Mesele o değil, mesele Türkiye’deki bu kırılmanın, belki bir kez daha kırılarak, Alman iç politikasına yansıması. Buna ileride ve başka vesilelerle dönmemiz gerekebilir.

Fakat biz, buradan el alarak, başka bir şey söylemek istiyoruz.

Şunu: Şaka gibi, ama ortada somut bir gerçek var. Avrupa’da 5 milyonu aşkın Türkiye kökenlinin yaşadığını biliyoruz. Türkçe konuşan bu topluluğun en hareketli ve ilgili kesimi Almanya’da. Burada yaşayan 3 milyonluk bir toplumun Türkiye’deki gelişmelere son derece duyarlı olduğu, hatta büyük bir bölümünün kafasıyla ve kalbiyle hâlâ Türkiye’de yaşadığı, ortak bir saptamaydı. Dolayısıyla, bu toplumun, Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimine de çok duyarlı olacağı, bu nedenle kendisine bahşedilen “seçme” olanağını geniş biçimde kullanacağı düşünülüyordu. Kullanmadılar.

En zengin “yandaşlar”, örneğin Köln merkezli Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (Union Europäisch-Türkischer Demokraten - UETD) kendince geniş bir kamuoyu çalışması yaptı. Erdoğan Almanya’ya geldi. Tepkiler daha büyüktü. Sonuçta, yandaşlar kadar muhaliflerin de ortak görüşü, Almanya’daki Türkiyelilerin Türkiye konusunda çok duyarlı ve ilgili olduğu yolundaydı. Avrupa oylarının cumhurbaşkanlığı seçiminde kilit bir rol oynayabileceğine inanıyorlardı.

Herkes boş çıktı.

Biz, yarı şaka yarı ciddi, boykotçular olarak haklı çıktığımızı söyleyebiliriz. Alman medyası da şaşkındı, oy kullananların yüzde 10’u bile bulmadığını yazdı. Türk kaynaklar katılımın yüzde 8.2’de kaldığını kaydetti. Yani seçmenin yüzde 92’si sandığa gitmemiş, Türkiyelilerin Türkiye’ye ilgisi ve gelişmeler karşısındaki “duyarlılığı” da kuvveden fiile çıkamamıştı. Almanya tam bir şaşkınlık merkezi oldu. Peki.

Şimdi, bu yarı trajik yarı komik sonucun tetiklediği iki mesele var.

Bir: Batı Avrupa’da tirajları yerlerde sürünen, toplumun tamamen dışındaki Türkçe gazetelerin ve diğer medyanın yoğun propagandasının hiçbir anlamının kalmadığı, büyük etkisizliği yeniden gözlendi. Bu bilgi perçinlendi. Türkçe medyadan gelen çağrıların Türkiye kökenli bir nüfusun sadece yüzde 8’ine falan ulaşabilmiş olması, bir sektörün çoktan bittiğine yönelik bir işaret. Sinyal değil, somut veri. Panik halinde ve panayır cazgırlarını aratmayacak şiddetteki seçimlere katılım çağrılarına kulak asılmamıştır. Yüzde 8’i, Erdoğan, İhsanoğlu ve Demirtaş’ın Avrupa’daki toplam gücü olarak yorumlayabiliriz. İnsanlar bu maskaralığı pek ciddiye almıyor.

Böyle bir sonuç, Türkiye dışında bir Türkiye yaşandığı gerçeğine yeniden eğilmeyi gerektiriyor kuşkusuz. Ama Türk medyasının etkisizliği ortadadır. Hürriyet ve Zaman başta olmak üzere, tek tük gazeteleri okuyanlar, o korkunç televizyonları izleyenler, bu merkezlerden gelen telkinleri hiç ciddiye almıyor. Bağlar tümüyle kopmuştur. O zaman, bu sektörün, bu haliyle yakın bir gelecekte tasfiyesi kimseyi şaşırtmayacaktır.

İki: En önemlisi, Berlin’in bu kamuoyu araştırması sonucu aldığı derin nefestir. Alman siyaset sınıfı gerçekten çok rahatladı ve 3 milyonluk bir kitlenin, tıpkı daha önceleri Yugoslavya, Sovyetler Birliği, Arap dünyalarındaki felaketlere, bu ülkede gösterilen tepkilerden daha farklı bir tepki göstermeyeceğini gördü. Almanya’daki Rusların, Sırpların, Arapların “gıkı çıkmamıştı” ülkeleri yıkılırken. İşte sandığa gitmeyen Türk seçmenleri de benzer bir tepki verdi. Berlin Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı için kurulan sandıklara ilgisizliği böyle okudu: Almanya’daki Türkler ve Kürtler, bu ülkede yaşayan Sırpların, Hırvatların, Boşnakların 15 yıl önceki Yugoslavya kayıtsızlığını adeta aynen paylaşıyordu Türkiye yıkılsa bile yerinden kıpırdamayacak ve oradaki gelişmelere uzaktan bakmakla yetinecekti. Omuzlarını silkecekti. Korkulacak bir şey yoktu. Nitekim Yeşiller Partisi’nin Türk kökenli Eşbaşkanı Cem Özdemir, SPD Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz gibi politikacı akranlarıyla birlikte, “Böylesi iyi oldu, Türklerin anteni Ankara’ya değil, Berlin’e dönük” mealindeki açıklamasıyla nasıl rahatladığını kayıtlara geçirmiş oldu. Türkiye kökenli 3 milyonluk bir kitle, Türkiye altüst olsa da Almanya’da sessiz kalacaktı. Bu, tüm Alman siyaset sınıfının duygusuydu.

“Buradaki Türkler ve Kürtler, Türkiye’ye kayıtsız” diye düşünen bir siyaset ikliminin, Türkiye ilgili istediği planları yapabileceğini, kendisini bazı olumsuz beklentilerle sınırlamayacağını anlıyoruz. İçeride elini tutan bir “kitle” yoktur.

Türkiye’deki seçim tiyatrosunun Avrupa Almanyası’na düşen gölgesi, ilk adımda böyle. Fakat bu “rahat nefesin” çok sıkıntılı sonuçları olacaktır. Üç bölgede kıl payı hegemonya alanlarına bölünmüş ve bunların her biri ayrı bir saatli bombaya dönüşmüş Türkiye’de, üç “gizil” iç savaş bölgesine yönelik dış oyunların, bu kayıtsızlıktan güç alacağı kesindir. Bunu düşünmemek olmaz.