Atina çıkmazı, Berlin telaşı

Gerçekten de komşudaki gelişmelerin bizi etkilememesi mümkün değil. Ama bunu birebir veya doğrudan bir yansıma olarak görmek hata olur. Yan bahçedeki veya evdeki değişikliklerin bizim iklimimizdeki yankısı çok başka sonuçlara yol açabilir çünkü. Malum, askeri darbeyle düzenlenecek bir Türkiye bile gündem dışı değil artık. Bir konu net: Bu AKP denilen rezalet, çok kötü gidecek. Uzun bir içsavaşı tetikleyerek gidecek ve ülkemizde büyük acılar yaşanacak. Geriye, belki bildiğimiz Türkiye de kalmayacak.

Daha önce durum farklıydı.

Eskiden sınırlar kısmen korunurdu ve koruyucuydu... Çünkü 1989 öncesindeki reel sosyalizm, en güçlü olduğu zamanlarda, tir tir titreyen kapitalist dünyayı pek bir rahat bırakmıştı. Moskova ve müttefikleri, artık 80’lerde, ülkelerin iç ilişkilerinin ve sınırlarının dokunulmazlığını sınıflar mücadelesi dışında bir şey gibi görüyordu. İkinci Savaş sonrasında sosyalist sistem bir dünya gücü olmasına rağmen, gereken ataklıklar gösterilemedi ve 1989’daki restorasyona adeta davet çıkarıldı. Sınırlara maddi temelinden bağımsız bir mutlaklık ve dokunulmazlık bahşedildi. Bunu bahşedenlerin ise önce kendi sınırları değişti ve hatta ortadan kalktılar. Geçmiş zaman, diyelim...

Şimdi, “küresel karşıdevrimin” 25’inci yılında, “deniz bitmiştir” ve devir değişiyor. Kapitalist dünya, sosyalizmi ezip geçmesine rağmen, bu sınırlar meselesinde epey bir geri adım atmak zorunda kalıyor: Yani bir yerdeki değişiklik hemen öbür tarafa etkide bulunabiliyor. Komşuyu kendi halinde bırakamıyorsunuz. O da zaten sizi bırakmıyor. Ama koşullar ve sonuçlar bir mekandan diğerine büyük sapmalar göstererek sıçrıyor. Kesinlikle aynen aktarılamıyor.

Rusya’nın bir seçenek olması meselesi böyle bir şey. Biz, şu MGK Genel Sekreteri iken Türkiye için İran ve Rusya seçeneklerine işaret eden Org. Tuncer Kılınç’ı nasıl epey bir hırpaladıklarını hatırlayabiliriz. Bu NATO generali, böyle bir şey dediğine diyeceğine pişman oldu. “AsParti” de zaten tamamen “pişmanlardan” oluşan bir partiydi; bunu son birkaç yılda iyice kanıtladı. “Yazar” İlker Başbuğ, ortada: Hazret, her kitabı nedeniyle özür üzerine özür dilemeyi sürdürüyor ve Yunanistan’da yerle bir edilen klasik sağ ve soysuz sosyal demokrat partilerin bizdeki benzerlerine, o benzerlerin adamlarına, bu arada büyük sermayeye teklifsiz yamanmayı politika zannediyor. Dünyayı okumak konusunda olağanüstü ilgisiz ve yeteneksizler bunlar. “Natotürkçülüğün/Natatürkçülüğün” beyinlerde ve yüreklerde başka bir etkisi olabilir miydi? Oradayız.  

Görmek isteseler görecekler oysa: Rusya fobisinin, yani bu kapitalist oligarklar devletinden “iğrentinin”, emperyalist başkentlerde Soğuk Savaş yıllarından çok daha derin, acımasız ve irrasyonel boyutlar kazandığını görüyoruz. Rusya’yı bir seçenek olarak koyan Türk generale ve yüzlerce arkadaşına yaptıklarının bakalım ne kadarını Atina’nın yeni ve genç başkanına yapacaklar? Atina’da tabii..

Alexis Çipras (veya Tsipras) ve ekibinin AB’yle papaz olurken Moskova seçeneğini açıkça gündeme getirmesi, Çipras’ın seçilir seçilmez önce Rusya büyükelçisiyle görüşmesi falan, bambaşka bir döneme girdiğimizin göstergesidir. Atina-Brüksel-Paris-Berlin hattındaki sürtüşme, eski rasyonelliğini yitirmiş bu anlamsız çekişme, kısa sürede tüm koordinatları altüst edebilir. Ancak, Avrupa’da bir şey iyice belirgin: Berlin, yeni Atina’yı asla affetme yanlısı değil. Affederse, ayaklarının altında toprağın tamamen kayacağını düşünüyor. Her saniye yeni bir enerjiyle Syriza’nın sivriliklerini törpülemeye çalışıyor. Şantajdan tehdide kadar her demokratik yolu deniyor. Ancak Atina’daki yeni hükümetin böyle bir töprülemeyi halka, en azından şu sıralarda, kabul ettirmesi mümkün değil. Berlin, Çipras’ı, ekibiyle birlikte ve seçim akşamı dillendirdiği taleplerle kabullenirse, sadece avronun değil AB’nin de elinden kayacağı telaşına kapılmış görünüyor.

Almanya Başbakanı Angela Merkel, Atina’da siyasal yaşamının en ağır yenilgilerinden birini aldı. Brüksel’in yardımıyla, tüm şantaj, tehdit ve aşağılama mekanizmalarını devreye sokmak zorunda kaldı. Neoliberal tasarruf paketi, Yunanistan’a ve aslında tüm demokratik Avrupa’ya giydirilen bu deli gömleği, çatırdıyor ve bunun anlamı, Yunanistan ve İspanya’da silinen klasik ve sosyal demokrat sağcıların yerine yeni hareketlerin iktidar seçeneği olması. Seçim sonuçları ilk haliyle, henüz Syriza’nın ne yapacağını görmesek ve pek umutlu olamasak da, bir dönemin, yani “neoliberal delirium”un sonu olarak yorumlandı. Sermaye yeni bir rejime geçmek zorunda olduğunu görüyor. Bizim itirazımız, bu yeni dönemden sosyalizm değil “sosyal kapitalizm” çıkartma hesaplarına... Daha doğrusu bu hesapların solculuk ve toplumsal kurtuluş gibi yutturulmaya çalışılmasına. Olmayacak duaya amin demeyi siyaset sananlara...  

“Avrupa demokratları”, başta da Angela Merkel ve onun sadece Berlin’deki değil başka ülkelerdeki sosyal demokrat koalisyonerleri, harıl harıl bu yeni ve sarsıcı enerjinin antikapitalist bir formasyonla kendilerine ve diğer komşulara sıçramasını engellemeye çalışıyorlar.

Kuşkusuz, bu işleri, sosyalizm ve sosyalist iktidar taleplerinden geri adım atmamış bir siyasal ve kitlesel gücün desteğini almadan yapmak mümkün değil. Syriza, bu eksikliğin acısını çekecek gibi görünüyor. Parti bileşenlerinden bazılarının komünistlere uzanan ellerine, örneğin seçimin ertesi günü “Komünist Akım”dan gelen Yunanistan Komünist Partisi’nin bir “doğal müttefik olarak kabul edilmesi ve ortak bir programla sermayeye karşı mevzilenilmesi” çağrılarına yönetici kadrolar kulaklarını fazla kapatamazlar. Ya solda kalacaklar ve komünist birikimin enerjisini alacaklar ya da geldiklerinden çok daha hızlı bir şekilde çöpe gidecekler. Hiç kimse görmek istemiyor olabilir, ama biraz uzaktan bakınca, kilit enerjinin Anel gibi bir koalisyon ortağında veya Syriza’da sık rastlanan liberal şımarıklıklarda değil, komünistlerde yattığı görülebiliyor. Bu, Yunan farkı işte...

Berlin çeyrek yüzyıldır böyle korkmamıştı. Her türlü diplomatik nezaketi elden bırakarak korkunç ve çok açık bir Rusya düşmanlığı ekmeye çalışıyor. Moskova’dan destek isteyenleri bir avuç suda boğacak. Berlin bu şirretliği Siemens, BMW, VW gibi kendi büyük sermayesine bile kabul ettiremez.

Syriza, Chavez’i çok iyi okumalıydı. İktidar için kitle ve sosyalist güçler dışında tek yol, sermayeden icazet istemektir. Berlin, istese de bu icazeti veremez. ABD ise zaten kuyruğunu tramvay çiğnemiş bir aslan çoktandır. Bir boşluk doğuyor...

Bir boşluğa doğuyoruz.

Haziran İsyanı ve Syriza, iki meseli açığa çıkardı: Çöken iç içe iki dönem ve/veya proje karşısındayız.

Bir: Tayyip Erdoğan, kabul etmesi imkansız, ama tıpkı bir türlü kuramadığı İkinci Cumhuriyet (“Şerefsiz Osmanlı’ya Dönüş”) gibi, çökmüş bir projedir. Çoktan bitti ve felaketine koşuyor.

İki: Sadece avro değil, bütün bir AB, kimse kabullenmek istemese de, neoliberal formatıyla çökmüş bir projedir. Bitti ve muhtemelen bir kaosa yürüyor. Yunanistan, kırılmanın başladığı yer sadece.

Boşluk, bu. Korkunç bir şiddet biriktiriyor.