Ankara’nın vampirleri ve ışık ısrarımız

Parlak bir saptamadan hareket edebiliriz: “Böyledir, karşı devrim günlerinde geri olan ne varsa parlak görünür.” Orhan Gökdemir’in, son 38 yılımızın özeti niteliğindeki bu yaratıcı vurgusuna belki şunu ekleyebiliriz: “Devrim günlerinde ileri olan ne varsa parlak görünür. Görünmeyenler de, gösterilir.” 

Bir şeyleri parlak göstermemiz boşuna değil yani. 

Bizim Türkiye topraklarında ileri olan, ilerici olan her şeyi, her tarihsel atılımı öne çıkarmamızla, tarihimizdeki her geriliği (şeyhleri, şıhları, mollaları, Menderes, Demirel ve Ecevitleri) parlak bulan “sol” liberal döküntülerin hezeyanları arasındaki farkı özetlemiş oldu Orhan. 

Karşıdevrim de bir devrim olduğu için, geriliklere meftun olan çoğunluk ile her ilerici atılımda kendisinden bir parça  bulan devrimci azınlık arasında bir cepheleşme kaçınılmazdır. Devrimlerin karşıdevrimleri de içinde taşıdığını, koşullar olgunlaştığında karşıtına dönüşebileceğini en son ve en büyük ölçekte 1989 büyük kapitalist restorasyonuyla, daha küçük ölçekte de 12 Eylül 1980-3 Kasım 2002 darbeleri sürecinde bizde cumhuriyet katledilirken yaşadık. 

O zaman bizim 1923’ü ve aydınlanmacı cumhuriyet atılımlarını öne çıkarmamız, bir devrimci zamanın da içinden geçtiğimizi gösteriyor. Gericiliğin kazandığı tüm mevzilere rağmen feraha çıkamayacağını, bundan böyle sadece sosyalist bir iktidarın acil, mümkün ve tek kurtarıcı olabileceğini savunmamız, normaldir.  Türkiye topraklarında da patlak veren acımasız kriz, bu coğrafyayı “ya felaket, ya kurtuluş” ikilemiyle yüz yüze bırakmış bulunuyor. Kurtuluş, sosyalizmdir. 

Liberal, etnikçi, dinci, cinsiyetçi, “altkültürcü” vs. olan her şey sosyalizm alternatifi karşısında geri ve gericidir, ancak bunlar artık eskisi kadar parlak da görünmüyorlar. Demek ki, karşıdevrimimiz teklemeye başladı. “Muktedir” ve müttefikleri, bu krizin  ve enkazın altından kalkamayacaklarını anladılar. Ama bırakıp gidemiyorlar. Gidemezler.  Cumhuriyet düşüncesinin, kazanımların yeniden sokağa çıkma işaretleri veren kitleler üzerinden kıpırdamaya başladığı, onların da gözünden kaçmıyor. 

Muktedir ve ortaklarının en büyük şansları, karşılarında CHP ve HDP gibi iki cemaatler koalisyonunun parti ve muhalefet diye bulunması. Bir de “solun” en geniş kesimlerinin bu iki cemaatler koalisyonu öksürdüğünde heyecanlanıvermesi, bir parti içi delge manevrası olduğunu bile bile mesela adalet yürüyüşlerine, seçimde oy çağrılarına “verdik gitti” sloganlarıyla falan katılması... Bunlardan Erdoğan rejimine daha çoook ekmek çıkar: Çözülen Türkiye kapitalizminin stepneleridirler ve gerçekten devrimci bir muhalefetin önünü kesmekle yükümlüdürler. Muktedirin özgüveni temelsiz değil. 

Peki, geçmişteki ilerilikleri öne çıkarmak, o ileriliklere/ilericiliklere dönmek anlamına mı geliyor? Geçmişe ve bir “kutsal ruha” dönüp yardım dilenmek, devrimci zamanlar olgunlaştıkça zorlaşır. Ama geçmişte yatan ilerilikler, ilericilikler yeni devrimci zamanlardaki kavgacılara tarihsel bir meşruiyet kazandırmaktadır. Bu meşruiyete, bu topraklara ve Türkiye’nin emekçi halkına elbette ihtiyaç var bir büyük yenilenme  için. 

Hiç saklamıyoruz ki: Derinleşen ekonomik kriz, birkaç ay içinde Türkiye’yi daha da dağıtacak gibi görünen bu çöküş, içinden devrimci bir atılım çıkarabilir. Bunu engellemeyi kimse başaramaz. Ama sadece geçmişteki ileri adımların bir kurtuluş getiremeyeceğinin tekrar altını çizmek gerekiyor. Kemal Okuyan, bizim ve Türkiye ilericiliği için Mustafa Kemal’in anlamını bir kez daha hatırlattı. 

Oradan baktığımızda görüyoruz: 29 Ekim’e ve cumhuriyetin aydınlanmacı, Büyük Ekim’le işbirliği içindeki kurucu babalarına saygı, kendimizi devrimci  zamanlara hükümlü ve yükümlü saymamızla bağlantılıdır. Gerçekten de “devrimci zamanlarda ileri olan her şey parlak bulunur, en azından öyle görünmesi sağlanır.” Yani öyle görünmüyorlarsa, gösterirsiniz, halkın adeta gözüne sokarsınız, zorla.  Jakoben irade bunu gerektirir.

Yinelemeden bitirmeyelim. Çağdaş komünistlerin diğer ilericiliklerden, örnek olsun, bizdeki sol kürdizm ve sol kemalizmden nitel bir farkı var: Tarihimizde ilerici olan her şeye sahip çıkmamız ve onları ısrarla parlak göstermemiz, geriye ve küçük ölçeklere dönmek, eski ileriliklerde bugünün çözümlerinin yattığını propaganda etmek için değil, tersine, onların yetersiz kalacağını, fakat içerdikleri özgürleştirici ruhun da sosyalizmde geliştirilebileceğini anlatmak içindir. Yoksa 100 yıl öncesindeki “fabrika ayarlarında”, etnisizmlerde, tanımsız demokratizmlerde vs. bir çözüm yok.  Geçmişin ileri adımlarında, modern sosyalist atılımlarımız için bizi gericiliğe karşı güçlendiren geçici bir yakıt var. Geçmişin ilericilikleri bugünün sosyalizmine ek bir destektir; bugünden bakarak değerlendirilirse, bir tür ışıktır. Bugünün vampirleri (“muktedirleri”) karşısında bu tür ışıklara elbette ihtiyacımız var, neden kendimizi yoksun bırakalım? Fakat Türk-Kürt gericiliğine, Türkiye sermaye sınıfına yaranarak ilerici olunmaz.

Çok açık: İslamcı Ankara’nın vampirleri geçmişin o ışıklarından çok korkuyor. Kin duyuyorlar. Dengelerini yitiriyorlar. Çünkü delirmiş vahşi hayvanlara özgü bir içgüdüyle bugün o insani ışıkların çok daha güçlendirilebileceğini hissediyorlar. Haklıdırlar. Liberallerin yıllarca bu vampirlerde demokrasi vs. bulmaları doğaldır ve  zaten gericiliğin tanımına içkindir. Akraba oldukları için, birbirlerini sevdiler. 

Saklamıyoruz: Biz, ışığa tutkunuz. Karanlığı yırtan ve insanı ileriye iten her eşitlikçi/özgürlükçü ışığı geçmişin içinden çekip bugüne alırız, ama bugünün büyük atılımına bir katkıda bulunması için, yoksa bugünün sorunlarını çözmesi için değil. Çözemez çünkü. “Fabrika ayarlarına” dönmek, bir “türev gericiliktir” ve Türkiye’yi getirdiği yeri görüyoruz: Kenan Evren o “fabrika ayarlarına dönme” propagandasıyla Türkiye’yi İslamcılaştırdı ve Erdoğanları besleyip büyüterek Ankara’ya oturttu. 

Neyse, devrimci zamanlardayız, eğer karşıdevrim böyle yapıyorsa, alttan alta devrim de yokluyor demektir.  Cansever’in ünlü şiirini biraz deforme ederek düşündüğümüzde, “iyimser bir duvarcıyız”, sonuçta, “her gün bir tuğla düşürürüz elimizden.” 

Devrimci zamanlarda biz hep geçmişteki ilericiliklerimizin de propagandasını yapar, onları, geliştireceğimiz ek birer meşruiyet kaynağı sayarız.  Ama asıl meşruiyetimizi bugünün emekçi sınıflarından ve sosyalizmi  acil görev sayan aydınlarından alırız. 

Sosyalizmde işçi sınıfını bölen bir etnisizme tahammül gösterilemez, her tür kimlikçi demokratizm yalanı kapının dışında tutulur, tamam, ama “fabrika ayarlarına” dönüş hiç olmaz.  Birbirimizi aldatmayalım...