Almanya’nın Susurluk’u mu?

Osman Çutsay'ın “Almanya'nın Susurluk'u mu?” başlıklı yazısı 21 Mart 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Avro Bölgesi ülkeleri için gerçekten de sonun başlangıcındayız. Kıbrıs, sadece bir sinyal. Tsunami, herkesi önüne katabilir. Trilyonlarca avrodan oluşan, karşılıksız ve denetimsiz dev para dalgalarından söz ediyoruz.

“Demokrasi ve refahın beşiğinde” bir türlü geriletilemeyen kriz, hızla derinleşip yayılıyor. Hem de merkeze doğru.

“Perde, kenarından yırtılıp ateş alır” demiştik burada daha önce. Güney Avrupa’dan başlayarak, krizin devletleri sarstığına ve Avrupa halklarının hareketlendiğine tanık oluyoruz. Bu herkes için şaşırtıcı. Sol Parti’nin sayısı çok olmayan makul ve finans krizini en iyi çözümleyen kafalarından biri Sahra Wagenknecht, dün bir yorumunda açıkça “Yukarıdakilerin artık elinden bir şey gelmiyor, aşağıdakiler de istemiyor” diye yazdı. Sol Parti Başkan Yardımcısı, “Hiç değilse İzlanda’nın yaptığını yapmak gerekir” derken, devrimci durumun yayıldığını vurguluyor.

İyi de, ne oluyor?
Tüm Avrupa’nın büyük krizden Almanya ve Merkel politikalarını sorumlu saydığı, Kıbrıs’taki Alman alacaklarının 6 milyar avroyu bulduğu bir zamanda, AB’nin motor ülkesindeki yoksulluk hızla yayılırken, bir korkunç dava gündeme giriyor. Adının Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) olduğu ileri sürülen çetenin üyesi ve “Döner Cinayetleri” başlığı altında irdelenen Federal Almanya tarihinin en büyük seri cinayetlerinin tek tanığı-sanığı, 17 Nisan’da Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi’nin önüne çıkacak. Ama “3 kişilik örgütün” hayatta kalan tek üyesi, Beate Zschäpe ne diyecek, ortaya ne çıkacak, kimse bilmiyor.

8 Türkiye insanını, bir Yunan ve bir de kadın polisi öldürdüğü ileri sürülüyor bu çetenin. İki erkek militanın “intihar ettiği” gün, 4 Kasım 2011’de, ortadan kaybolan ve 4 gün sonra kendisini hapishaneye dar atan, böylece bazı ciddi araştırmacılara göre “likide edilmekten kurtulan” kadın militanın ne hesaplar içinde olduğunu yakında göreceğiz.

Mesele şu: Kriz, sanıldığından çok daha derin. Tamam, Kennedy suikastı gizli kaldı, Baader-Meinhof intiharları öyle, Cenevre’deki bir otel odasında ölü bulunuveren sağ politikacı Uwe Barschel bilmecesi, paraşüt sporu yapan ve İsrail ile fena halde papaz olduğu bir zamanda o paraşütü açılmayıp “intihar ediveren” eski bakan Jürgen Mölleman, en önemlisi de 11 Eylül’deki ikiz kuleler hep karanlıkta... Gerçi bunlarla ilgili resmi açıklamalar var ama kimsenin inandığı yok. Şimdiye kadar böyle idare edebildiler. Ama kapitalizmin büyük bir tehdit altında olmadığı yıllardaki tuhaflıklardı bunlar. Ya şimdi? Krizin nereye açılacağını bilen yok.

NSU’nun iki Doğu Alman katili ve onlarla aynı evi paylaşan bir tuhaf kadının sırları, kriz içinde çok farklı sonuçlar verebilir.

Şimdi oraya gidiyoruz. Almanya’nın, 17 Nisan’dan sonra sadece kurbanlarıyla değil, belki katilleriyle de Türkleri içeren korkunç bir senaryoya sahne olduğu ortaya çıkabilir. Ana akım medyaya kalsa çıkmazdı ama Berlin’de gazeteciler de var.

Kaos sinyalleri veren bir krizde, Almanya’nın Susurluk’undan bakalım ortaya neler dökülecek? Peşindeyiz...