Alman seçimlerinin açığa çıkardığı

Avrupa’nın sahibi Almanya’daki Angela Merkel “sürprizi”, açık etti aslında: Batı ve Doğu, emperyalizm ve ona bağımlı ülkeler, bir yasanın cenderesindeler. Elbette milliyetçiliği/etnikçiliği de içeren dinci veya dinsel bir cendere bu. Akıldışılık, dinin çağdaş versiyonlarıyla yığınların beynine zerk edilmiş durumda. Yeni ortaçağ diyorsak yaşadığımız zamana, eh, bu da normal. Olmaması tuhaf kaçardı.

Fakat başka bir şey var...

Reel sosyalizm, irrasyonel deliliği, ki Hitler sayesinde galiba ilk zirve noktasına İkinci Büyük Savaş’ta ulaştı, büyük ölçüde engelleyebilmişti. Dünya toplumlarında aklın ve akılcılığın yaygınlaştığı bir dönem olarak bakabiliriz 1917 sonrasına... Dolayısıyla 1990’da sadece reel sosyalizm ortadan kalkmış olmadı, irrasyonel olanın neredeyse rakipsiz egemenliğine giriş yapıldı. Çeyrek yüzyıldır irrasyonelizme karşı güçlü bir set bulunmuyor.

Refleks türünden kalıntılar var kuşkusuz. Rasyonel refleksler, etkisizleştirilmiş de olsalar, tamamen kazınamadıklarını gösteriyorlar. Ancak bugün gelişmiş veya azgelişmiş kapitalist ülkeler irrasyonelizmin siyasal egemenliği altındadır. Rasyonel aklın siyasetten silinmesinin çeşitli araçları var. Bunu da görüyoruz. Fakat bu akıldışılığı sadece Müslüman dünya ve şeriatçı akımlarla sınırlayanlar fena yanılıyorlar.

Burada bileşik kaplar yasasının kendisini hatırlattığına söyleyebiliriz: Gericilik ve dinci-etnikçi görüşler yığınsal etkilerini tüm coğrafyalara kabul ettirebiliyor. Batı’da, diyelim Berlin’de Angela Merkel varsa, onun Ankara’daki “muadili” de er ya da geç Recep Tayyip Erdoğan oluyor. Blair, Hollande, Schröder’leri de Merkel yerine düşünebiliriz.

Yani Batı “aydınlanmış”, Doğu da “aydınlanmamış” kalmıyor. “İrrasyonel olan”, toplumsal ve siyasal hayata çeşitli kıyafetlerle el koyabiliyor. Batı demokrasisi artık küresel bir dindir. Görüyoruz...

Pazar günü Angela Merkel bir başarı gösterebildi, çünkü, bileşik kaplar misali, diğer ülkeler bunu taşıyabiliyordu. Yani, Batı’da demokrasi varsa, Doğu’da da ona uygun bir rejim oluyor: Bunlar aynı resmin parçaları. Tayyip Batı’nın bir ürünüdür ve bu Batı, Tayyip ile el ele dolaşırken birden sahneden atmaya kalkışacak bir gericiliktir. Değil midir? Gericiler birbirlerini döverek sever.

Ama Batı demokrasisinde çare arayanlar, Angela ile Tayyip’in, hatta SPD’nin adayı Peer Steinbrück’ün, Yeşiller’in yöneticisi Cem Özdemir’in, Türkiye’deki Kemal Kılıçdaroğlu ve Mustafa Sarıgül ile “kardeş olduklarını” unutmuş olanlardır. Devam edebilirler.

Avrupa yangın yerine dönmüş ve Berlin bu yangının en büyük müsebbibi kabul ediliyor. İşte böyle bir zaman ve zeminde, bu zaman ve zeminin yaratıcısı bir politikacı, Merkel, halkından büyük destek alıyor.

İyi de, Recep Tayyip Erdoğan almıyor mu? Daha önce Menderes’ler, Demirel’ler, Kenan Evren ve Turgut Özal’lar almadı mı?

Akıldışılık bu denli yaygın olmasa, Almanya’da, bırakın sosyalizmi, “Yahu şu uluslararası finans piyasalarının yıkıcılığını durduralım, herkesin özel hayatını kasteden şu büyük gözaltı bitsin, dünyanın her yerine askeri müdahaleye, ihracat bombardımanına, gelir dağılımındaki korkunç eşitsizliğe son verelim, hiç değilse asgari ücreti yasalaştıralım” diyen sıradan bir adama, bu arada hakkını yemeyelim, Sol Parti’nin yüzüne “demokrasi” adına kapılar çarpılabilir mi?

Bu taleplerden kaçan Alman sosyal demokratlarına ve Yeşiller’e nasıl bir açıklama getirebiliriz?

Alman seçimlerinin anlamı, küresel irrasyonelizmde aranabilir. Avrupa, bu: Tayyip’ler onların adamı, onlar da Tayyip’lerin...