Alman denklemi şimdilik kalıcı

Avrupa’nın sahibi Almanya, sokaktaki insanın fazla ilgilenmediği bir seçim ortamında. Bu pazar ülkenin en büyük yüzölçümüne sahip ve sanayi altyapısı en gelişkin eyaleti Bavyera’da yerel seçimler yapılacak. Yani hafta başında ülkedeki siyasal nabız ortaya çıkmış olacak. Sonraki pazar, yani 22 Eylül’de de, genel seçimler için sandığa gidilecek.

Neoliberal acımasızlığın şu veya bu çeşitlemesiyle yola devam edileceği, buna da halktan büyük bir tepki gelmeyeceği anlaşılıyor. Düşük yoğunluklu seçim havası, hiçbir şeyi yaklaştırmıyor. Geç kapitalizm, toplumu istediği gibi sürüklemeyi başarıyor. Bu “demokratik kapitalizm”, sosyalizmi olanaksızlaştırma şiddetini özellikle içeriyor. “Sivil toplumcu” veya “postdemokrat” diktatörlüğün, geçmişteki faşist diktatörlüklerden farkı “sivil demokratlığında” demek ki...

Ne mi oluyor?

Galiba şu: En gelişmişi, dolayısıyla en gericisi bile olsa ve galiba tam da o nedenle, kapitalizm yaşadıkça sosyalizmi uzaklaştırıyor. Eğer gerçekten aşkın bir karşı güç yoksa, sosyalist iktidar olasılığını siyasal gündemin uzağında tutabiliyor. Halkı uyuşturma olanağı inanılmaz. Bu uyuşturma eylemini de aydın adaylarına ve onlar üzerinden de emekçi halkın beynine düzenlediği entelektüel şiddet saldırılarıyla gerçekleştiriyor.

Erken sosyalizme içkin “kapitalizm geliştikçe sosyalizmi yakınlaştırır” kolaycılığı, reel sosyalizmin hoşgörüsüne sığınarak ve onun Batı’daki gerici izdüşümü “Eleştirel Teori” (özellikle Horkheimer, Adorno, Habermas) üzerinden semirtildi. Bunu yaşadık. Merkezin en zengin metropollerindeki kapitalist refah patlamalarını, bu eğilim “demokrasiyi ve sosyalizmi yaklaştıran bir şans” olarak tanımladı. Geçen yüzyıldan bize devredilen en büyük yenilgi olduğu açık.

Artık sol başarıların da kapitalizmin bekasına hizmet ettiğini görüyoruz.

Bu denklemi bozacak şey, sistem içinde entelektüel akışı düzensizleştirecek, aydın aklını ve işçi sınıfını yeni atılımlar için kışkırtacak bir “aşırılık” olabilir. Bu “aşırılığı”, kötü anlamıyla algılamamak lazım. Sonuçta kanlı barbarlıkları, kitlesel katliamları, insanlığın bitişini engelleyecek entelektüel bir aşkınlıktan ve insanlığın bekasını sağlayabilecek bir sorumluluktan söz ediyoruz.

Tekrar Almanya: Ülkenin önde gelen kamuoyu araştırma kuruluşlarından Forsa önceki gün son bir anketin sonuçlarını yayımladı ve Alman demokrasisinin şeytanı olarak çizilen Sol Parti’nin yüzde 10’luk bir oy oranına ulaşacağını ilan etti. Herkes şaşırdı. Medyaya kalsa, bu parti epeydir bitmişti. Öyle olmadığı anlaşıldı. Yeşiller’i de geride bırakacağı belirtilen bu “sol” çıkışın, SPD’nin nereye kadar düşeceği ile bağlantılı olarak, genel siyaseti etkilemesi bekleniyor. Ama bu Sol Parti üst yönetimi ile Ufuk Uras zihniyeti arasında bir fark aramak, aşırı iyimserlik olur.

Başbakan Angela Merkel’in “erkek ve sosyal demokrat” versiyonu Peer Steinbrück’ün, SPD’yi tarihsel bir hezimete itmesi halinde, Avrupa’nın hegemon ülkesinde “bağzı” taşlar yerinden oynayabilir.

Ama şu veya bu biçimde, sokağa yansıyan bir aydın aşkınlığı, işçi sınıfı üzerindeki korkunç ataleti silkeleyen ve, hadi açık konuşalım, Türkiye solunda Genç TKP’nin temsil ettiği ve yaygınlaştırdığı marksist derin damarı hatırlatan bir yükseliş olmazsa, Sol Parti’nin ortak olacağı bir Berlin hükümeti, hiçbir şeyi değiştirmez.

Sokak ve aydın aklı, bu iki aşkınlık her şeydir.

Gelişmiş kapitalizmdeki solculuğun, arınmak ve bir iktidar tehditi haline gelmesi için, Türkiye’nin derinlerinde akmaya başlayan büyük özgürleşmeyi, bizdeki aşkın marksist damarı ciddiye alması gerekiyor. Sonuçta iç içeyiz. Bizden öğrenecekleri şeyler çok. Ama öğrenmek istiyorlar mı, yoksa su başlarını tutmuş etnikçi-dinci-liberal uşaklıkları bizdeki sol olarak görmek işlerine mi geliyor? Bilemiyoruz.

Pek bir şeyi değiştirmeyecek gibi görünen Alman seçimlerine tekrar döneceğiz.