AB’nin Türkî kâbusu

20 Haziran 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Türkiye halkı, kafasının arkasında herhangi bir hesap yapmadan, herhangi bir dış güçle irtibat kurmadan, gerçekten beklentisiz bir saflıkla sokağa çıktı. Son 33 yenilgi yılını bir anda siliverdi.

Tamam bu, yeni bir durum. Türkiye için yeni bir durum, Türkiye devrimcileri için yeni bir durum. Peki, ya kendisini Türkiye’den sorumlu sayan Almanya Avrupası veya Avrupa Almanyası için durum ne?

Farklı değil... Angela Merkel, Sigmar Gabriel, hele hele Cem Özdemir ve Claudia Roth’lar da, herhangi bir destek veremeden, “atı alanın Üsküdar’ı geçtiğine”, Türkiye halkının 1960’lar ve 70’lerdeki yükselişlerden sonra on yıllar süren çaresizliğini bir anda bitirdiğine ve kaderini kendi eline alıverdiğine tanık oldular. Türk gericiliği ve içerideki müttefikleri (öncelikle “AkParti-AsParti koalisyonu”) bir yana, dışarıda da herkes, bütün başkentler şaşırdı.

AB, daha doğrusu Berlin ve Paris, Türkiye’de olan bitenleri en az Erdoğan ve takımı kadar şaşkınlıkla izlemek zorunda kaldı.Huzursuzlar.

Huzursuzlar, çünkü Türkiye aydınlanmasının, bu ülkeyi ve halkını Arap dünyasından çok farklı bir hale sokabildiğini, kazanılmış değerlerin devrimci yürüyüşün parçası olduğunu, Türkiye halkının beyninde başka bir tarih anlayışının şu ya da bu biçimde oluştuğunu hep birlikte gördüler. Washington-Berlin-Paris destekli İslamcılık, gücünün sonuna gelmişti ve gelebileceği en ileri noktadaydı. Bundan sonra attığı her adım için binlerce baş koparması gerekiyordu.

İslamcı iktidar baş kopararak yürümek zorunda.

Artık böyle acımasız bir iktidar sath-ı mailindeyiz. Bu kaygan toprakta siyaset yapılacak. Fakat son üç haftadaki toplumsal yükseliş, 1923’e küfrederek Türkiye’de devrimcilik yapılamayacağını ilk kez bu kitlesellikle hatırlatmış oldu.

İçerideki bazı kesimlerin aynı hatada ısrar etmeleri bizi şaşırtmaz, ama akıl veren başkentlerin bazı yazıcılarının Erdoğan’ın ipini çekerken bile onu “Kemalist” olmakla suçlaması, önemli bir göstergedir: Batı’nın, daha doğrusu emperyalist başkentlerin şu anda en büyük düşmanı, sosyalizmin çekim alanına girmesi muhtemel bir Türkiye aydınlanmasıdır. Zaten Erdoğan da, örneğin ana akım Alman medyasındaki bazı yazarlara göre, “İslamo-Kemalist” olduğu için kötüdür artık. Neyse...

Sonuçta bir şey çok açık: AB, devrimci Taksim direnişçilerinden nefret ediyor. AB ve AB’ciler bizdeki direnişçilerin sadece sivil-yeşil bir kapitalist yorgan örtünme ihtimalini seviyorlar. Kimse kendini aldatmasın: Batı’nın hiçbir antiemperyalist isyanda, herhangi bir değer görmesi mümkün değildir.

Belki de, şu anda Batı için en korkunç fotoğraf, polis vahşetine karşı biri Türk bayrağı ve Atatürk portresi, diğeri de BDP bayrağı taşıyan ve el ele direnen iki genç göstericidir. Sosyal medyada bir versiyonu pek yaygın... Bu ittifak, direniş ve sosyalizm kokan bu fotoğraf, Avrupa başkentlerinin uykularını kaçırmaya yeter de artar bile.

Hiçbir yerden hiçbir şey beklemeden, günlerce büyük bir içtenlik ve saflıkla iktidardaki İslamcı faşizme direnebilen “98’liler”, emperyalist başkentleri hepten uykusuz bırakabilirler.

Eğer sosyalizm ve siyasetten korkmazlarsa...