ABD’nin gümrüğü ve Ankara’nın İslamcıları

Türkiye üzerinde bir etkisi olabilir mi? 

Washington’da Türk mallarına gümrük zorlukları çıkarılmasıyla ilgili hesaplar falan yapıldığı sızdırılıyor. Olur mu? Olursa, bu Ankara’yı çok mu fena vurur?

Pek değil. Türkiye’nin dış ticaretinde ABD’nin payı yüzde 5 bandında kalıyor. Bu bant başka ülkelere dağıtılabilir. Rusya bile devreye girebilir.  S-400 füze sistemleri Washington’a bu çerçevede bir mesajdır. Tutar mı? Yanıt aramıyoruz. 

Ancak... 

Ancak Donald Trump’ı AB’nin pek sevimli bulmadığı çok açık, Türkiye ekonomisini belirleyen bir Almanya Avrupası’nın ABD’nin bırakacağı boşluğa talip olacağını düşünmemek için sebep yok. Bu, kaosu önler mi? Hiç şansları yok. Yine de Trump ve Amerikan boşluğu Türkiye’nin dış ticaretinde, özellikle ihracatta yarı yarıya yaklaşan ağırlığıyla Almanya Avrupası tarafından doldurulabilir. Yani Rusya veya Çin’den önce AB var gündemde. Kaldı ki, Türkiye ekonomisinin iç dinamizmini zaten Amerikan ekonomisi belirlemiyor. İngilizce kekeleyen AKP’ci-liberal-FETÖ’cü veya CHP-HDP yönetimlerinin adamlarından oluşan medya kuşlarına bakarak Amerikan ağırlığını abartmamak gerekir. Durum finansal bağlantılarda ve ağır silahlar meselesinde farklı tabii.  Washington merkezli sinyaller Batı kaynaklı bazı mali kaynakları bir süreliğine kurutabilir; bu, var.  

Ama iş Avrupa ülkelerinde düğümleniyor. Özellikle de Berlin’de. 

Neden mi?

Çünkü emperyalist dünya sistemi son dönemde dik kafalı ülkelere/rejimlere diz çöktürmek ve gerekirse enkaza çevirmek için askeri gücün en etkili yol olmadığını öğrenmeye başladı. Kurma gücü yok. Ortadoğu’da gördük; yıkıyor sadece. Özellikle Irak ve Suriye’de duvara toslayan Amerikan nobranlığının yerini yumuşak bir güç olarak ekonominin aldığı ve/veya artan oranda alacağı anlaşılıyor. 

Silah yerine ihracatla ve finansla çok daha etkili/yıkıcı olmak mümkün. Tüfek, tank, top, savaş uçağı ve insansız hava araçları yerine ihracat ve ithalat, mali bağlılıklar, vakıflar, düşünce kuruluşları, demokrasi vaazları, demokratik partiler ve demokrat sanatçılar, yazarlar, gazeteciler vs. üzerinden benzer bir sonuca ulaşmak kolay. Bu, savaşsızlık veya barış demek değil. Yıkıcılığın yeni formları demek. İç savaşlar demek. Türkiye’deki cumhuriyet rejimi böyle yerle bir edilmedi mi?  

Piyasa için bilgi üreten ve dağıtan “teknokratsia”nın sistemler yıkıp yerine kapitalizmi yeniden kurabileceğine küresel bir örnek epey geride kaldı: 1989. 

Mesele şu: Askeri şiddetin özgün teknokratsia’sı pek olmuyor. Olsa da yaşamıyorlar. Bir tür mafya gücü izlenimi bırakıyorlar. Emperyalizm, girdiği ülkelerde sıfırdan bir teknokratsia, hadi diyelim kendi “iç organik aydınlarını” yaratamıyor, ekonomik bağlantılar (dış ticaret) gereği piyasada oluşan tamamen yerli ve milli bir katmanı “kullanıyor”, onu yeniden biçimlendiriyor. Söz konusu yerel katmanın çıkarlarıyla emperyalist metropollerin çıkarları büyük ölçüde örtüşüyor. Bu da ekonomik kaynaşmışlıktan, dış ticaret yoğunluğundan vs. doğuyor. Sonradan ortaya çıkacak sürtüşmeler bu tablo içinde ortadan kaldırılabiliyor. 

Gerçekten de ABD, gümrük üzerinden falan bir şeye ulaşamaz. Bunu Ankara’nın kurnaz ve tüccar İslamcıları biliyor. 

Ama Avrupa’nın önlerine çıkaracakları faturadan korkmuyor değiller. 

Türkiye, cumhuriyeti yıkan iki darbeden sonra bugün bir enkazdır. Birinci örtük İslamcı darbenin 12 Eylül 1980, ikinci açık İslamcı darbenin 3 Kasım 2002 tarihli olduğunu biliyoruz. Bu darbelerde ABD’den çok Almanya Avrupası’nın damgası olduğunu da... 

Gelmek istediğimiz nokta şu: Günümüz enkazında elbette hâlâ emperyalizmin liderliğini sürdüren ABD’nin pek fazla bir payı kalmamıştır. Ekonomik olarak çekilen, diğer alanlarda da güç yitirmez mi? Öyledir. Ama ABD bağlantılı AB’nin ne yapacağı elbette bir sorudur.  

ABD’yle şu ara sözde sürtüşen İslamcı Ankara, görece rahat görünüyor.  Galiba burada papaz olduğu liberallerin gücünü test etmeye başlayacak. Can Dündar, Enis Berberoğlu, hatta -misal- geçtiğimiz günlerde Frankfurter Rundschau gazetesinde geniş bir analizi yayımlanan Mehmet Altan, birkaç hafta önce Almanya’da bir kitabı (“Die Hoffnung stirbt am Bosporus”) yayımlanan Yavuz Baydar gibi isimler, Berlin’de, Paris’te, Londra’da Brüksel’de ekmek peşinde koşan “muhalif Türk akademisyenler”, Erdoğan rejimini zora sokacak bir enerji merkezine işaret ediyor. Düğüm orada. Restorasyon mümkün, evet. CHP ve HDP yöneticileri türünden sosyal demokrat teşneler varsa, restorasyon hevesi de olur. Türk sermayesi ahmak mı? 

Düğüm derken: İslamcılar da, Batı’nın müfrit uşakları (liberal teknokratları) da bu denklemin nereye açılacağını bilemiyor. Oysa tam da böyle açılır devrim dönemleri... Bir avuç devrimci dışında kimse göremez... 

Görenlere de, bunlar sol cemaat değil sınıf partisi olmayı ciddiye aldıkları için, parti düşmanı “muhalif gerçekçiler” tarafından hep “sekter” yaftası yapıştırılır. 

Bu da bir devrimci durum göstergesi değil midir? Suskun halka rağmen...

Emperyalist dünya sisteminde herkes birbirinin ayağına basar, burnunu kırarken...