AB oyuncağı kırıldı

Şaşkınlık büyük. Giderek de büyüyor. Almanya’nın önde gelen liberal kasap deposu “sol” bir “günlük gazetenin” önde gelen ismi, ki merhum babasından miras kolay unvanla solculuğun da parçası sayılıyor bu hanım, “Valla böyle bir sonuç çıkacağını hiç tahmin etmedik” demek zorunda kaldı dün etkili bir televizyon programında. Hazret, aslında, neoliberal mezbahanın yönetim katlarındaki şaşkınlığın altını çiziyordu.

Ne oluyor?

“Brexit” kararının Büyük Britanya’nın elitlerini yerle bir ettiği konusunda görüş birliği var, büyük bir şaşkınlık sahneyi esir almış bulunuyor, ama bu şaşkınlığı AB’nin hegemon ülkesi Almanya ve elitleri de yaşıyor. İyi de, böyle kalır mı?

AB’deki durdurulamayan krizin değişken boyutları Brexit ile açığa çıkmış oldu. Ama asıl önemlisi, AB’nin yakında, artçı şokların da eklenmesiyle, sağ popülizmin kucağında sayılan Fransa, Hollanda, Danimarka’nın mesela Polonya, Macaristan, Avusturya’ya katılmasıyla yeni bir dalgaya bineceği yolundaki beklentidir.

AB’nin kesintiye uğraması, Almanya’nın hegemonluğunun da kesintiye uğraması anlamına gelecektir kuşkusuz, fakat AB metropollerindeki yerleşik siyaset sınıfının büyük sermayelerine kafa tutması falan beklenmiyorsa eğer, yakında AB’nin bir enkaza dönüşmesi kimseyi şaşırtmaz. Şaşırtmaz da, bunun işçi sınıfı ve çalışan geniş katmanlar açısından somut sonuçları neler olur, onu kestirebilen yok. “Sol” partilerin, sermayeye uşaklık konusunda sağla yarıştığı bir ortamda, bu akıl tutulmasını normal karşılamak gerek.

Gerçi uzun bir süredir ilk kez Avrupa’nın bazı komünist partilerinde bir akıl berraklaşmasına rastlandığı gözlenmiyor değil. Ancak bu emperyal solun, kimilerine göre “emperyalist solun”, yine de derinleşen krizde emekçi sınıflar ve aydınlar için bir zehir deposu olduğunu söylememek olmaz. Syriza işi hemen açık etmişti. Podemos’un dün tüm beklentileri boş düşüren bir sonuçla sandıktan üçüncü sırada çıkması, işlerin bu cenahta da pek yolunda gitmediğine bir örnek kabul edilebilir. AB, krizin derinleştiği bir ortamda çözümsüzlük besliyor.

Böylece AB’de demokrasi ve ekmek görenlerin ekmeğine mani olunuyor.

İşte bu, yerleşik sol için çok kötü. Sosyalizmi ciddiye alanlar için ise elbette tersi...

Avrupa solunun egemenlerini zor günler bekliyor, dedik. O solun peşinde demokrasi çağrısı yapmayı siyaset sanan “azgelişmiş solcuları” da tabii...

Kuşkusuz bu yolun yol olmadığını anlamaya çalışanlar da hiç yok değil metropollerde.

Her türlü gericiliğe/geriliğe teşne, içindeki akıllı ve ciddiye alınabilecek solcu sayısı ve etkisi “ihmal edilebilecek düzeyde” Almanya’daki bir partiden örnek verilebilir: Sahra Wagenknecht ile birlikte Sol Parti içindeki ağırlığını bir biçimde korumaya çalışan Oskar Lafontaine, Brexit’in hemen ardından yaptığı açıklamada, Avrupa düşüncesinin ağır bir darbe aldığını ve gerilediğini bildirdi. Ama bu gerilemenin ve darbenin Brexit ile ortaya çıkmadığını, yıllardır izlenen ve emekçi yığınların boğazını sıkan neoliberal tasarruf politikaları sayesinde bu sonuca ulaşıldığını hatırlattı. “Sol sosyal demokrasi” diye bir şey varsa, ki gerçekten eser miktardadır ve etkisizdir, onu yine de temsil ettiği kabullenilmesi gereken Lafontaine’e göre, Almanya Başbakanı Angela Merkel, AB’nin diğer ülkelerine kendi tasarruf politikalarını zorla kabul ettirince, geniş yığınları neoliberal kemer sıkma politikaları üzerinden Avrupa düşüncesinden uzaklaştırmış oldu. Merkel, yine Lafontaine’e göre, Alman bankalarının ve dev şirketlerinin, öncelikle de Alman ihracat ekonomisinin çıkarlarına hizmet ediyordu. Yunanistan’da demokrasiyi resmen askıya alması bir örnekti. Lobilerin gücünü hatırlatan Lafontaine, çoktandır demokrasinin yerini “lobikrasi”nin aldığını ve yığınların böyle böyle Brexit’e adeta mecbur bırakıldığını savundu: “Yurttaşlar Avrupa’yı bir gelecek vaadi ve tarihsel fırsat olarak yaşamıyor. AB, bugün artık daha çok sosyal güvenlik alanında kesintiler, işçi haklarınının kırpılması ve demokrasinin yıkılması anlamına geliyor.”

Sosyalistlerin akıl değil en fazla muhatap alabileceği bir siyasal kişilik olarak Oskar Lafontaine, ki Türkiye’de bir muadili yoktur, Brexit vesilesiyle, Avrupa için yeni bir başlangıç çağrısında bulunuyor. Sosyal adaleti içermeyen ve demokrat olmayan Avrupa’nın, eğer gençlerine bir gelecek vermezse parça parça olacağının da altını çiziyor.

Onun açıkça söyleyemediğini biz söylemiş olalım: AB artık paramparçadır ve bu, AB’ci solun da belini kırabilecek bir gelişmedir. Adamların trajedisi burada yatıyor.

Gelmek istediğimiz yerdeyiz: Köklü bir dönüşüm arzusu kitleleri bulmadıkça ve sosyalizmi açıkça programına yazmış güçlü bir sınıf hareketi yoksa, Avrupa’yı “çok zor zamanlar” bekliyor demektir. Baksanıza, daha şimdiden Brexit’i 21’inci yüzyılın köylü ayaklanması olarak gören Financial Times yorumcuları (David Goodhart) bile var.

Ağa tökezlerse, kahya ve marabaların beli kırılırmış.

Bizdeki ve diğer görece az gelişmiş ülkelerdeki sosyalizm düşmanı demokrat solcuları bakalım AB’nin bu ölümcül tökezlemesi nasıl etkileyecek? AB yoksullarının Brexit’le verdiği mesajı nasıl anlayacak ve anlatacaklar? Bizi şaşırtmayacaklarını biliyoruz da... Yine de...