AB, insani felaket ve imha

Avrupa’da, özellikle AB’in güneyinde tam bir felaket yaşanıyor. İnsani bir felaket bu. Şu sıralarda en çok Yunanistan vesilesiyle gündeme geliyor. Elbette AB egemen medyasında bu insani felaketten abartılı bir dille söz edilmiyor. Değiniliyor, ama mevcut krizi bu çeper ülkelerin bizzat kendilerinin yarattığı da izlenen haber politikalarıyla kitlelerin beynine sokuluyor: Almanya gibi korkunç boyutlarda dış ticaret fazlası veren merkez ülkelerin değil, kapatılamaz dış ticaret açığına sahip ve ulusal gelirin çok üzerinde borçlanmış kenardakilerin yarattığı bir insanlık krizidir anlatılan. Yani AB’nin güneyindeki emekçi halklar, yaşadıkları krizin “kendi haltları” olduğuna inandırılmış gibidir. Medyanın gücünü artık herkes biliyor.

Öyle bir güç ki bu,  Türkiye’de, bu felaketler sınırımızda yaşanırken, hâlâ AB’yi bir cennet olarak resmeden “solcular” yaratabiliyor.

Almanya Avrupası, 2008’den beri küçülen Yunanistan ekonomisinden, öfkeli kitleler ve Çipras gibi bir çözümün çıkmasına mani olamasa bile, bu tür tepkileri ehlileştirip yönetmekte kararlı. Güney Avrupa’ya yayılabilecek ve denetimden çıkabilecek tepkilerden söz ediyoruz.

Yunanistan deyince... Malum, Başbakan Çipras bu akşam saatlerinde Berlin’de Almanya Başbakanı Angela Merkel ile görüşecek. Ama bu ziyaretten, Syriza’nın kardeş parti saydığı Sol Parti yöneticileriyle bir araya gelmek için de yararlanacak. Aleksis Çipras, Nazi Almanyası’nın yarattığı tahribatı ve tazminat hakkını yeniden gündeme getirerek, sadece Yunan değil tüm Avrupa halklarına bir izlenim vermek istiyor. Nazi Almanyası ile hâlâ kapanmayan bir hesabın olduğunu söylemek ve krizde 70 yıl önceki bir gaspın doğurduğu tazminata ihtiyaç olduğunu propaganda etmek, artık solculuğa kanıt sayılıyor.

Göz boyamak zor değil ki.

Fakat Atina’daki hükümetin, daha iki ayı dolmadan, hiç de eski PASOK veya dün Fransa’da hak ettiği yeni bir hezimet yaşayan Hollande hükümetlerinden farkı olmadığı anlaşılıyor. Şu anda durum, bu.

Hep birlikte ölü atı kırbaçlamayı sürdürüyorlar. Belki de o nedenle, sol bir imaj için gerekli 70 yıllık defterleri yeniden karıştırmak zorunda kalıyorlar.

Berlin, Atina’ya karşı çok dikkatli ve tasarruf politikalarının gerektirdiği “reformların” yapılmasında kararlı. Bir başka ifadeyle, Almanya AB’si, Yunanistan’daki “sol hükümet” üzerinden kriz ülkelerine genel bir ders vermek istiyor: Sol bir alternatifin mümkün olmadığını kafalara yeniden çakması şart. Ama böyle bir ders için de Çipras hükümetinden büyük bir çaba beklemesine pek gerek yok gibidir. Ortada AB’nin sosyal adaleti ayaklar altına alan politikalarını temelinden reddedebilen bir Yunan hükümeti var mı gerçekten? Bu kadar itiraz Berlin-Paris hattının kendi içinden bile çıkar. Nitekim Merkel’in ortağı SPD ve onun Başkanı Sigmar Gabriel bile, Yunanistan’a fırsat tanınmasından yana olduğunu söyleyip duruyor. Ama hiç de öyle bazı haksızlıklara karşı çıkmıyor.

Örneğin Çipras hükümetine kredi taksitleri ödenmez ve bunun için reform şartları öne sürülürken, Ukrayna’ya AB ve IMF’den milyarlar aktarıldığı biliniyor. Çok değil daha bir hafta kadar önce Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko, IMF kaynaklı 5 milyar dolar aldı. IMF’nin Ukrayna için toplam 17.8 milyar doları bulan kredileri onayladığı, AB’nin de 1.8 milyar avroluk bir krediye yol verdiği basına duyuruldu. Tamamen silaha gidecek bu paralara itiraz eden etkili bir sosyal demokrat parti görmüş değiliz henüz. Çipras hükümetinin 200 milyon dolarlık en yoksullara yardım projesine gösterilen sert tepkiler, bu çerçevede değerlendirilmesi gereken bir başka gösterge.

Ama acımasız bir krizin anaforları arasında kaldığımız, bu konuda Atina ile Ankara arasında büyük mesafeler bulunmadığı açık. Sosyalizm ve iktidar meselesi her iki coğrafyada da görmezlikten gelinen ağırlığını koruyor.

Bağlayabiliriz: Sosyalist iktisat tarihinin tartışmalı, ama çok çalışkan analistlerinden ve bizim Eugen Varga dediğimiz Jenö Varga, neredeyse 90 yıl kadar önce, 5 Şubat 1926’da, dönemin jargonuyla ifade edilen bir öngörüde bulunuyordu: “İktidarın proletarya tarafından fethi için verilen mücadele yürüyor. Eğer bu mücadele proletaryanın zaferiyle sonuçlanmazsa, 'gereksiz' üretim araçlarının ve 'gereksiz' insanların savaş, açlık ve bulaşıcı hastalıkla imhası sonucunu verebilir. Bu temel üzerinde de Avrupa’da -Amerika’nın bir eki olarak- muhtemelen kapitalizmin yeniden inşası meydana gelebilir.”

1964’te Moskova’da 85 yaşında ölen Varga’nın tezleriyle ilgili tartışmalar bir yana, bugünkü Avrupa kapitalizminin nereye gittiği gerçekten bir sorudur. İçinde bulunduğumuz kaosta sosyalizmin hiçbir yeri olmadığını, ancak görmek istemeyenler söyleyebilir. Ancak, pul pul dökülen ve insani bir felaketi yaşayan AB ülkelerine, ABD’nin savaş oyunlarına yataklık eden Doğu Avrupa ve Ukrayna’ya, Rusya’daki karşı hamlelere bakınca, bu krizden sosyalizmle çıkılamazsa eğer, Türkiye’nin de bir parçası olduğu çok büyük bir coğrafyada üretim araçlarının ve insanların savaşla, açlıkla, hastalıkla imha edilebileceğini neden düşünmeyelim? Dünya piyasalarına zerk edilen karşılıksız trilyonların birer kitle imha silahı olduğunu Soros’un yakın dostu oligarklar bizzat söylemiyor mu?

Türkiye’ye bakarak ve şöyle diyebiliriz: Bu krizden sol bir hükümet ve sosyalist bir yönelişle çıkamazsak, ekonomiyi  ve insanları bir imha dönemi bekliyor.

Peki, bu tehlikeyi önce kendisine sol diyen kesimlere anlatmamız mı gerekiyor? Mesela, CHP ve HDP, hatta Çipras ve Vorufakis “projeleri” ile solculuk yapabileceklerini düşünenlere? Kendileri bir güç olmadan, başka güçlere konu mankenliği yapanlara? Sandıkta çare bulanlara?

Galiba öyle. Sosyalizmin ağırlığı hissedilmezse, bu imha kaderinden kaçamayız. Trajik bir eşik bu.