AB halklarının boşvermişliği

Yukarıdan aşağıya kalın bir çizgi çekildiğini görüyoruz. Avrupa Birliği’nin doğusunda, geniş bir koridor bu. Kapı komşusu ülkelerden oluşuyor ve doğrusu, bölge halklarının AB’den pek hazzetmediğini, en azından “pek iplemediğini” söylemek mümkün. Pazar günü sona eren Avrupa Parlamentosu seçimlerinden böyle bir mesaj çıktığını kabul etmemiz gerekiyor.

Bir kayıtsızlık sınırı, diyelim: İnsanlar, artık Brüksel’deki zengin mutfağında kâhyanın kim olacağını, neoliberal pervasızlığın önünü kimlerin çekeceğini hiç merak etmiyor. Bunu, seçimlere katılım oranlarına bakarak iddia edebiliriz.

Baltık ülkelerinden aşağıya doğru çekilecek bir kalın çizgide, sosyalizmden geri kalan bu geniş coğrafyada, Doğu Avrupa halklarının Avrupa Parlamentosu’na “hakaretamiz bir soğukluk” içinde olduğunu gözledik.

Gerçekten de, sandığa gidenlerin toplam seçmen sayısı içindeki payına bakıldığında, her şey çok açık: Estonya yüzde 36.4, Letonya yüzde 30, Litvanya yüzde 44.9’luk bir katılıma sahne olurken, Hitler’den sonra birleşebilen ve AB demokrasisinin yeniden bölmeyi başardığı eski Çekoslovakya’da inanılması güç oranlar yaşandı. Çek Cumhuriyeti’nde seçmenin yüzde 19.5’i sandığa giderken, Slovakların sadece yüzde 13’ü yarım saatini ayırıp oy atma zahmetine katlandı. İstemiyorlar bu ortaya çıktı. Polonya yüzde 22.7, Macaristan yüzde 28.9, Slovenya yüzde 21, Hırvatistan yüzde 25 ile negatif rekorlar kırmayı başardılar. Seçime katılım oranı AB’nin en yoksulları Romanya’da yüzde 32, Bulgaristan’da yüzde 35 oldu. Bu kayıtsız geniş sınırın doğusunda, yani Ukrayna’da, kanlı içsavaş artık açıkça ilan edilmiş durumda. Doğu Avrupa, acaba doğusuna baktıkça geleceğini görüyor da ondan mı böyle bir soğukluğu tercih ediyor Brüksel karşısında. Neden olmasın?

Olabilir.

Katılım oranları, krizin yere serdiği bazı AB üyelerinde de ilginç mesajlara vesile oldu: Örneğin krizin lime lime ettiği Portekiz yüzde 34.5, İspanya da yüzde 45.9’luk bir katılım sağlayabildi. Portekiz gibi çoktan iflas ettiği bilinen Yunanistan’da ise AP için oy verenlerin oranı yine de yüzde 58. Ama komşudaki bu görece yüksek katılım oranı, ülkedeki özel durum, kaotik ortam ve aynı sırada yapılan yerel seçimlerle yakından bağlantılı. Belçika ise felaket: Gerçi burada seçmen katılımı yüzde 90, tamam, ama bu sonuç Flamanların çıkışıyla zaten Belçika’nın artık devlet falan olmadığının göstergesi kabul edildi uluslararası gözlemcilerce. Belçika devleti buharlaşıyor, Brüksel ne olacak?

AB’de demokrasi görenler, bu sahnelere de yanıt bulabilmeli. Ancak, oligarklarda, plütokratlarda demokrasi keşfedenlerin, uşak ruhlu her renkten “sivil toplumcunun”, bir yanıt aradığı kuşkuludur.

Neyse, sonuçta mutlu azınlığı pek ilgilendirmeyen bir “demokratik” felaket yaşanıyor. Tabii, gözlerinin içine baka baka söylenen bu yalanı, Paris-Berlin hattındaki sözde tuzu kuru ama hızla yoksullaşan ve çevredeki sefaletin de üzerlerine geldiğini gören milyonların daha ne kadar kabulleneceği bilinemiyor.

Ukrayna’nın yakın bir gelecekte AB’nin doğu bölgelerine sıçramayacağının, buralarda da içsavaşların patlamayacağının garantisi var mı?

Bizi doğrudan ilgilendiren mesele şu: Erdoğan karşıtı bazı Kürt düşmanı “laiklerin”, çeşitli renkleriyle, halkın seçimlerini kömür torbası, makarna torbası ve “göbeğini kaşıyan adam” fotoğraflarıyla açıkladığını biliyoruz. Brüksel meftunlarının seçim sandığına gitmeyenlere bakışı da böyledir. Ortadaki büyük yağmayı, halkların çektiği acıları değil, sadece “göbeğini kaşıyan Doğu Avrupalıları” görmek istiyorlar. Mevcut plütokrasiye, daha doğrusu hırsız oligarklar rejimine temel hiçbir itirazları yok. Sosyalizm düşmanlığında ortaktırlar.

AB oligarklarının ve bu oligarşiye -haklı olarak- demokrasi diye biat edenlerin, yani her türden refah şovenistinin, Türkiye’deki çürümeyi kömürcüler, makarnacılar ve göbeğini kaşıyan adamlarla açıklayan “laiklerden” ne farkı var?

AB’nın mimar ve köleleriyle, Türkiye’deki çözülmenin mimar ve köleleri arasında nitel bir fark bulunmuyor. Birbirlerine benziyorlar. Hepsi demokrattır. Bu kayıtsızlıktan sosyalizmsiz bir çare çıkması mümkün değildir. Komşudaki Ufuk Uras gölgeli Alexis Tsipras ve onun Batı medyasında pek övülen “Syriza sosyalizmi”nden söz etmediğimiz ise herhalde açıktır.