AB barışı buraya kadar

Avrupa kenarlardan merkeze doğru bir büyük ekonomik krizin altında inlerken, zengin azınlığın zorba iktidarı, plütokratlar, İslamcı saldırganların cinayetlerini kullanarak neoliberal cehennemde yeni bir soluk borusu açma hesapları yapıyor. Avrupa toplumu, adım adım Müslümanlarla iç içe yaşamamaya kararlı bir topluluk haline getiriliyor. Bunun için yeterince güvence ve örnek ortada Paris cinayetlerinden sonra. Öyle oluyor. Tamam.  

Tamam da, bu silahlar, kriz dönemlerinde beklenmedik ölçülerde geri tepiyor.

Petrol fiyatlarındaki büyük gerileme mesela. Rusya’ya ve Venezuela’ya ağır bir darbe olduğunu düşünerek “sevindirik olan” Batı dünyası, emperyalist başkentler de diyebiliriz, şu sıralarda doluya koysa almıyor, boşa koysa dolmuyor... Kara kara düşünmeye başladılar. Son 5 yılda ilk kez varili 50 doların altına düşen petrol fiyatı, öncelikle pahalı fracking yöntemiyle enerjide bağımsızlaşacağını sanan ABD’yi sarsıyor. ABD’de petrolü hidrolik kırma (“fracking”) yöntemiyle elde eden sektörün, dünya piyasalarında petrolün fiyatının 60 doların altına düşünce ortadan kalkacağı kesin. Ayrıca bu gerileme Avrupa’daki deflasyon tehdidini daha da görünür kılıyor.

Benzer şeyleri Paris’te işlenen Charlie Hebdo cinayetlerinden sonra da söyleyebiliriz. Avrupa açıkça daha acımasız bir refah şovenizmi batağına çekiliyor. Geniş yığınlardaki İslam korkusu her fırsatta kışkırtılarak çoğunluk toplumunda “Her koyun kendi bacağından asılır” zihniyetine ve “Avrupa kalesine hak etmeyenlerin sokulmaması için” yeni önlemler alınması taleplerine güç veriyor. Ama bu, zaten daralan ihracat pazarları nedeniyle krizden bir türlü kurtulamayan Almanya Avrupası için ek bir kriz girdisi demek.  Zincirlerinden boşanmış ve kitleselleşmiş bir İslam korkusu ve tepkisinin, “Müslüman ihracat pazarlarına” göbeğinden bağlı Almanya-Fransa hattına dokunmadan geçeceğini kim söyleyebilir? O pazarlar daha da daralır.

Örnek mi yok? İşte: Önceki gün Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen’in Erbil’e yeni silahlar ve eğitmenler göndermeye hazır olduğu haberleri, daha şimdiden tuhaf bir sahne doğurmuş gibidir. Suriye’ye karşı eli kanlı şeriatçı kasapları şu veya bu yolla destekleyen Berlin ve Paris, öbür tarafta Barzanistan’a da silah ve uzman yığıyor. Peki Suudi ve Katar gibi geri merkezlere “pek meftun” böyle bir rejim, Almanya içinde anti-İslamcı bir sertlikle feraha çıkabilir mi? Daralan piyasalar yasası, varsa eğer öyle bir yasa, zenginlerin hareket alanını sandıklarından çok daha çabuk daraltacaktır. Şimdiden etkilerini görüyoruz zaten. Fransa her an iflas bayrağını çekebilir, zaten bazı göstergelere ve uzmanlara göre müflis durumda. Ayrıca aynı Paris, bir başka çöküş ekonomisi İtalya ile beraber, Almanya’yı hemen olmasa da, tüm bir kıtayı altüst edebilir. Avrupa kaynıyor resmen...

İçeride vidaları sıkıştırabilirler. Böyle düşünenler yok değil. İyi de nasıl? Bugün, Birinci Dünya Savaşı’ndan 100 yıl sonra, o dönemin Fransa’sında “Union sacrée” ve Almanya’sında da “Burgfrieden” diye parlatılan “iç barış” çağrılarının uygulanabilir politikalar olduğunu düşünenler, neoliberal şaklabanlığı epeydir aydın tavrı diye yutturabilen teknokratlardır. Bunların, özellikle de iktisatçı olanlarının, İngiltere Kraliçesi gibi bu işlerden pek anlamayan bir hanımefendiyi bile hiddetlendirdiğini ve onun “Neden krizleri öngöremiyor bu ekonomistler?" mealinde masum sorular dillendirdiğini duymayan kalmadı.  100 yıl önceki Fransa ve Almanya’da tutmamış “kutsal birlik“ veya “kale içi barış” türünden sınıf uzlaşmalarının bugün tutması çok zor. Yoğun bir din zerk etmek gerekecek. Bu da yeni içsavaş cephelerinin tetiklenmesi demek.

Gerçekten de yeni cepheleşmelerin sahne alması kaçınılmaz. Fransa’da ezici çoğunluğunu Arap kökenlilerin oluşturduğu 8 milyon civarında Müslüman var; bunların büyük bölümünün Fransız vatandaşı olduğu biliniyor. Bu insanların sayısı, genel eğilimin tersine, sürekli artıyor. Almanya’da ise 4.5 milyonu aşkın Müslüman yaşıyor ve bunların 3 milyonu Türkiye gibi Arap dünyasına göre görece daha laik denebilecek bir coğrafyadan kaynaklanıyor. Bunlar yarı yarıya Alman vatandaşı.

Mesele şu: Bu iki merkezi ülkede Müslüman nüfus kendilerine karşı devlet düzeyinde bir cephe açıldığını düşünürlerse, ki İslamcı katillerin en büyük hesabı bu, her iki ülkenin iç barışını koruması mümkün olmaz. Demek ki, her yere içsavaş yayan ve bunu demokrasi ya da insan hakları adına yapan iki başkenti artık kendi içlerinde çok zor zamanlar bekliyor. Şeriatçı akımların, Müslüman toplulukları böyle bir içsavaş ortamında gerici/gerilek ideolojilerinin ağına daha kolay düşüreceğini, Hıristiyan ve Müslüman renkli faşist akımların sokakları kana bulayabileceğini şimdiden görmemek için kör ve sağır olmak lazım. Veya “AB demokratı”...

Avrupa bir kanlı kuzağın içine sürükleniyor. Çelişkiler keskinleşiyor, eşitsizlikler kör kör gözüm parmağına bir pervasızlıkla uygulanıyor. Örnek: Bir Hıristiyan katilin, kanlı bir faşistin Norveç’te 77 insanı katletmesi, Odesa’daki sendika binasında Ukraynalı Nazi sürünün 40 insanı diri diri yakması hiç bu kadar büyütülmemişti. Birkaç gün içinde unutulmuşlardı. Şimdi günler ve haftalarca İslamcı cinayetlerin medyada pişirilmesi, Avrupa’daki barışı göbeğinden vurabilir.

İslamcı katillere, 1979’dan beri ve Afganistan’dan başlayarak çok büyük destek veren emperyalist başkentler şimdi kendi içlerinde çözülmez sorunlar yarattıklarını görüyorlar. 1990 sonrasında Balkanlar’a yığdıkları para ve şeriatçı katillerin, silahlarını kendilerine doğrulttuklarını hayretle saptıyorlar. Bütün bir Ortadoğu’yu yakarken, bu yangının Batı Avrupa’ya hiç sıçramayacağına inandılar. Çünkü SSCB ve Doğu Avrupa tasfiye edilirken, hatta Yugoslavya ortadan kaldırılırken, sonrasında Irak, Mısır, Libya ve Suriye kavrulurken ne Berlin’de ne de Paris’te herhangi bir sorun yaşamışlardı. Her şeyi, her gericiliği, her türlü tuzağı kurabileceklerini, dünya yanarken metropollerdeki barış ve refahın sorunsuz devam edeceğini düşündüler. Plütokratların, oligarşik aklın ve demokrasilerinin dar sınırları şimdi intikam almaya başlıyor.

Sanki bir el Avrupa’nın ortasına, özellikle iki hegemon ülkeye bir bomba bırakmış bulunuyor. İslam tartışmalarının çığırından çıkması halinde içsavaş sahnelerinin olağanlaşacağını ileri sürmek, felaket tellallığı yapmak değildir.

Fransa’daki sol aklın temsilcilerinden Georges Gastaud, ki “Pôle de Renaissance Communiste en France”ın (PRCF) sözcüsüdür, cinayetler sonrasında yaptığı ve Alman solunda da yankılanan açıklamasında öldürülen Georges Wolinski’nin komünist çizgiyle yakın bağının altını çizdi. Bir dönem l'Humanité’nin de çizerliğini yapan Wolinski’nin antikomünizmle ve antisovyetizmle mücadelesini, Küba’ya kesintisiz desteğini vurguladı. Gastaud, yine Charb’ın (Stéphane Charbonnier) Stalingrad’ın 70’inci yıl anmasına, Bernard Maris’in de PRCF’in Avro’ya karşı açtığı cepheye verdiği destekleri vurguladı. Devrimciler öldürülüyordu. Sosyalizm mücadelesini kesintiye uğratmak için beslenen şeriatçı militanların aç kalmaya başlayınca emperyalist yaratıcılarına saldırmasını normal karşılamak gerektiğini, örneğin Enver Sedat’ın sola karşı desteklediği Müslüman Kardeşler’in eliyle öldürüldüğünü belirten Gastaud için Avrupa toplumlarının faşistleştirilmesi sürecindeyiz. Bu, doğru.

Rüzgar eken fırtına biçer.

Fırtına ekenlerin ne biçtiğini tarihten iyi biliyoruz.

Dünyanın her köşesine içsavaş eken ve bunun adını demokrasi koyan sosyalizm düşmanlarının emperyalist yurtlarında neler biçeceğini ise göreceğiz.

Bütün bu kaosu sadece aklı, eşitliği, laikliği örgütleyebilen sosyalist devrimciler denetim altına alabilir ve düzene sokabilir. O yüzden Yunanistan Komünist Partisi ve Portekiz Komünist Partisi gibi odakları iyi izlemek ve “sekter” diye karalanmaya çalışılan analizlerini/önerilerini anlamaya çalışmakta yarar var. Dostlarımıza, Ufuk Uras’la farkını yakında göreceğimiz Alexis Tsipras’ı ve Syriza’sını överken kantarın topuzunu kaçırmamayı önermekten başka elimizden bir şey gelmiyor.

Başka bir âlemdeyiz, başka bir Avrupa’dayız; barut ve kan kokmaya başladı.