AB antikomünizmi, Ankara ve “entelektüel öfke”

Sadece “biz” değil, herkes bağırıyor. Türkiye çöküyor ve Erdoğan rejimi Avrupa siyasetinde tüm dayanaklarını yitirmiş durumda. En azından görünür desteğini yitirmiş durumda, ama Ankara'nın İslamcıları galiba el altından yaptıkları gizli anlaşmalarla peynir gemisini yürütmeye çalışıyorlar. IMF, öyle. Alman İçişleri Bakanı Horst Seehofer'in ziyareti öyle. Şu ana kadar peynir gemisini böyle yürütebildikleri ve başka çareleri de kalmadığı için, sonuna kadar gidecekler. Çökünceye kadar yani...

Mesele o değil.

Mesele şu: Çözülen Avrupa, sadece Brexit'e takılıp kalmayalım, hızla yayılan yabancı, daha doğrusu “yoksul yabancı göçmen” düşmanı siyasal partilerin yükselişiyle sarsılan Avrupa, artık Türkiye'nin hiçbir yarasına merhem olamaz, diyoruz. Bir neoliberal barbarlıktan (“demokratizm”) diğer bir neoliberal barbarlığa (“antidemokratizm”) geçiş yapılabilir mi? Mümkündür. Peki, Türkiye'deki düzen muhalefetinin, başında “vesayet rejimini yıkacağı gerekçesiyle” destekledikleri, sonra “kandırıldık” diye ağladıkları İslamcı rejimin karşısında bir şansı yok mu? Daha kısası: Sosyalizm düşmanlığında ortak, ama birbirinden ve İslamcı Ankara'dan pek hoşlanmayan Türk-Kürt muhalefetinin durumu ne?

Bu peynir gemisini ele geçirip kendi laflarıyla yürütebileceklerini sanan iç ve dış AB'cilerin acaba bir şansı var mı?

ABD'yi pek önemsemiyoruz; Washington, emperyalist sistemin patronu olmasına patronu hâlâ, ama Türkiye ve yakınlarında pek öyle her dediğini yaptıracak, ortalığını tozunu atacak gücü kalmadı. Trump'ın ahı gitmiş vahı kalmış görünüyor. AB'nin huzurunu bozan ve Trump yakınlıklarını gizlemeyen rejimler, isteyen Polonya, Ukrayna, Macaristan vs ile başlayabilir, bu tuhaf birliğin (AB) altındaki halıyı çekmeye devam ediyorlar. İtalya, sırada. Trump'tan hoşlanmayanlar, Angela Merkel ve yakınları dahil, kukumav kuşu gibi sallanan AB'yi neresinden yakalayabileceklerini düşünüp duruyorlar. Ama karşılıksız trilyonları (“kaydi para”) eritmek için finansal sermayenin bazı kesimlerine karşı girişilen bir mülksüzleştirme harekâtı olarak negatif faizlerin, içsavaş sinyalleri verdiğini de görüyorlar.

Ya Türkiye'ye nasıl bakıyorlar?

Avrupa'da, Almanca konuşulan dünyayı temel alarak bakarsak, Türkiye'yi anlatan imzaların tipik bir anlayışı temsil ettiğini görüyoruz. Bir türlü tanımlanamayan AB demokrasisinin hayranları, görev başında aslında. Soralım: Türkiye'yi ve Avrupa'daki Türkçe konuşan “her türden cemaatte” olup bitenleri, Türkiye kökenli hangi yazarlarından öğrenmeye meraklı Almanya Avrupası?

Avrupa Almanyası'na ve/veya Almanya Avrupası'na Türkiye'nin hallerini kimler anlatıyor büyükelçiliklerin raporları dışında? Medyada, misal?

AB VE TÜRK-KÜRT İSLAMCILIĞININ LİBERAL GIDASI

AB, daha doğrusu Berlin, Türkiye'ye müdahale için "Belge'li Birikim Gericiliği”ni, ona yakın-uzak tüm imzaları bir biçimde elinin altında bulunduruyor: Can Dündar'dan Deniz Yücel'e, Ahmet Altan'dan Elif Şafak ve Orhan Pamuk'a, Ece Temelkuran'dan Ahmet Ümit'e, Aslı Erdoğan'a, Zülfü Livaneli'ye, Pınar Selek'e, Burhan Sönmez ve Yavuz Ekinci'ye... Bir de sadece Almanca yazan görece gençler var: Fatma Aydemir'ler, Deniz Utlu'lar, İmran Ayata'lar, Dilek Güngör'ler, Çiğdem Akyol'lar... Hele sığınmacı “akademisyenler”... Sayıları gerçekten çok.

Bir-iki istisna dışında, bunlar Türkiye'yi ve çöküşünü, Türk-Kürt liberallerin, hani şu kandırılanların çeşitli renklerdeki versiyonları üzerinden işliyorlar. Hepsi için temel reçete, tanımlanması imkânsız bir “AB demokrasisi”dir. Hepsi büyük sermayenin bir parçasıdır. Hepsi için ortak düşman sosyalizmdir. Antikomünisttirler, bunlar için reel sosyalizm (“Stalinizm”), insanlığın başına gelmiş en büyük felaketlerden biridir. SSCB'nin yan ürünü olarak kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'ni neden affetsinler ki? Şunu, tarihe bir kez daha bırakmış olalım: Türkiye'ye (1923'e) ve aydınlanmacı cumhuriyet çabalarına başından itibaren bir anomali olarak bakan, özellikle ilericilik kavgamıza, TKP'den TİP'e, Behice Boran'dan Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş'e, onların takipçilerine, antikomünist bir nefretle yaklaşan “solcular”, AB'de el üstünde tutulmak zorundadır.

Almanya ve Almancanın, Türkiye ve Türkçe için en önemli dış merkez olduğunu yıllardır yazıp duruyoruz. Almanca konuşan bütünsel bir coğrafyanın halkları, ki en az 95 milyonluk bu nüfusun ipleri Berlin'in elindedir, Türkiye hakkında bu tür imzalar eliyle bilgi edinebiliyor ve onay alıyor. İyi.

Ancak, daha acısı var: Avrupa Almanyası'nın veya Almanya Avrupası'nın solu da (”solculuk iddiası taşıyanları” da, diyebiliriz) her şeyi bu “birikim”in imbiğinden geçirerek görüyor, öyle görmek istiyor.

Buna karşı mı çıkacaksınız?

Kitaplar, yazılar, filmler vs. sonuç olarak sadece kitaplar ve yazılarla, filmlerle falan göğüslenebilir. Bir adım daha atalım: Egemen sınıfların entelektüel şiddetini, ancak aşkın bir sosyalist solun entelektüel öfkesiyle karşılayabilirsiniz. Böyle bir meydan okuma yok. Henüz yok. Avrupa solu, antikomünist bir enkazdır artık. Tek tük çıkışları, birer kıvılcım olarak görelim en fazla.

Boşluk işte burada.

Yine örnek: Türkiye'nin devrim tarihini, TKP'nin tarihini yazanlar, daha doğrusu tüm tarihimizi temize çeken bu parlak kafalar ve yükselttikleri siyasi irade, Türkiye'deki enteleküel öfkenin dizginlerini ele geçirmiş ve gayriresmi bir standartlar enstitüsü halinde kurumsallaşmış görünüyor. En azından bu satırların yazarı, bu muhteşem çabaları böyle görüyor. İyi. Ama bunun Batı Avrupa'daki 6 milyon civarındaki Türkçeli insanın ve Avrupa'nın gerçek sosyalistlerinin/komünistlerinin eylem ve entelektüel üretimlerine de yansıması gerekmiyor mu?

Sermayenin sokaklarda her gün yeniden ürettiği “plebyen öfkeyi” göğüslemek çok zor değil, asıl zor olan kültür endüstrisi üzerinden üzerimize yıkılan entelektüel basınca karşı aşkın bir sosyalist direnci, bir “entelektüel öfkeyi” kurumlaştırabilmek. Avrupa ve her türden okumuş yazmışının, “solcu ve aydın” geçinenleri dahil, karşısına entelektüel bir aşkınlıkla dikilinirse eğer, çöken Türkiye'den sol bir cumhuriyet çıkarmak mümkün olabilir. En azından, böyle bir doğum kolaylaşabilir.

KANDIRILANLARLA İSLAMCI ANKARA'YA MUHALEFET Mİ?

Avrupa ve büyük sermaye, işine yarayanları zaten Avrupalı aydın adaylarının gözüne sokuyor. Daha önce de yazdık, gerçekten kafası basan komünistlerin yayınlarında bile, misal, Ahmet Altan bir büyük özgürlük savaşçısı ve romancı olarak geçebiliyor. Kandırılmış, çok kirli işlere bulaşmış, bu arada faşizmin barbarlığını bizzat örgütleyip o faşizmin darbelerini almış antikomünist bir zavallı olarak değil... Ödül de alıyor. Altan biraderlerin neden ikiye bölünüp “yargılandığı” zaten sorgulanmıyor. Ahmet Altan'ın hapishaneden yazdıkları, bir süre sonra Türk edebiyatının ve “aydın mücadelesinin” zirvesi olarak Ece'lerle, Elif'lerle, Aslı ve Orhan'larla birlikte listelere, kafalara kazınacak ve biz şaşıramayacağız.

Frankfurt Kitap Fuarı yaklaştı, gelişmelere, o toplaşmalara, yeni yapılanmalara, kimin kime neden dost olduğunu gözden kaçırmadan bakmak gerek. Kızacak değiliz, bu “kandırılanların” kitap ve yazılarının yayımlanmasına... İslamcıları iktidara taşıdılar, en aşağılık kumpasların tetikçisi oldular. Kullanışlı ahmaklar olarak tarihe geçtiler. Ne halleri varsa, görsünler... Ancak bilgileri hâlâ kirlidir, sadece onu söyleme ve doğru bilgiyi örgütleme hakkımız var.

Ankara'daki İslamcı faşistleri iktidara hazırlayanların, şimdi karşımıza Almanca, Fransızca, İngilizce olarak birer özgürlük kahramanı, birer aydın modeli olarak sunulmasına tepki göstermek gerekiyor. Bu öfke, en zor öfkedir.

Boşluğumuz orada. Şimdilik.