Yorgun demokrat

“Kim bana demokrat derse, ben anama küfrettiğini düşünürüm. Ona cevabım şu olur: ‘ben de senin ananı’ derim.” Böyle diyordu Yalçın Hoca vaktiyle. “Pısırık, işe yaramaz, beş para etmez vatan satıcılarına demokrat deniyor şu an.” Hoca’nın küfre cevabının devamı böyledir ve çok ağırdır. “Sensin demokrat”dan daha ağır küfür olmaz.

“Kemalist askeri vesayete karşı” İslamcı AKP’yi desteklemekti son numaraları. İslamcılar vesayeti yıkacak, böylece ülkeye demokrasi gelecekti. Fakat İslamcılar Kemalist vesayeti yıkmakla yetinmeyip birbirlerini de yıkmaya kalkışınca demokratlarımız boşa düştü. Avrupa’ya kaçtı iriceleri, ufak tefekleri cezaevinde çile dolduruyor. Düşünün, Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak demokrat. Can Dündar, süper demokrat. Hasan Cemal, demokratın önde gideni. Nedir peki özellikleri? İktidarla iş tutmak, düzenle düz olmak. Cumhuriyetin, laikliğin, bağımsız yargının son kalıntılarının silinmesinde büyük katkıları var. 12 Eylül 2010’daki AKP darbesinin hık deyicileri hepsi. Sorsan, hepsi demokrat….

Tekelci düzende demokrat olmak ne? Alaylıları, mekteplileri 12 Eylül 2010’da birleştiler, “yetmez ama evet” çığlıklarıyla laik cumhuriyetin son kırıntılarını söküp attılar. Gerisi sınırsız sorumsuz tek adam rejimidir.

***

Peki nedir esası? 1789 Büyük Fransız Devriminde devrimciler kilise babalarının ve saraylı asalakların kellelerini koparınca bütün papazlar ve aristokratlar demokrat oldu. Monarşi kısa süre sonra geri dönünce Avrupa’yı baştan başa sallayan 1848 Devrimine kadar unuttular demokrat olduklarını.

1848’de, üçüncü sınıfın en alttakileri ayaklanmıştı. Bununla birlikte Büyük Fransız Devrimi’nin sıcağı da henüz hissedilmekteydi. Yeni Dünya’da Amerika Birleşik Devletleri, Fransız Devrimi’nin yoluna girmiş görünüyordu. Burjuva sınıfı gelmekte olan fırtınayı o gün sezdi, demokrat oldu. Fakat monarşi hala yerli yerindeydi, vazgeçti. 1871’de alt sınıf tekrar ayaklandı. Fransız-Alman ordusunun ağır top atışlarıyla yenilmese uzun bir demokrasi deneyinin eşiğinde bile sayılabilirdik. Ama komün acımasızca bastırıldı ve Avrupa için "la belle epoque" çağı için yol açılmış oldu. İki anlamı vardır; devrim korkusu bastırılmıştır ve işçi sınıfı yenilmiştir. Devrim korkusu yoksa ve işçi sınıfı yenilmişse burjuvazi için demokrat olmanın alemi yoktur.

Demek, “démocrate” kelimesinin Fransızca kaynaklı olmasına rastlantı sayamayız. Sert bir sınıf savaşının sonucu ve getirisidir.

Burjuvazinin bu uzun, mutlu ayrıcalıklı çağı 1. Dünya Savaşına yol açarak nihayete erdi. Monarşiler paylaşım savaşına giriştiler ve çoğu bu savaşın sonucunda tarihin çöplüğüne kaldırıldı. Savaştan mutsuz olmasalar bile o savaşın içinden çıkan Ekim Devrimi’nden pek mutsuz oldular. Yıkılan monarşilerden birinin içinden ödlerini patlatan devrim yeniden çıkagelmişti. Kendi “ulusal” işçi sınıfından da korkmaya başladılar haliyle, demokrat oldular.

Fransız Devriminin silindiği, Ekim Devriminin yenildiği, işçi sınıfının siyasal bir vaka olmaktan çıkıp sosyolojik bir vakaya dönüştüğü düzenlerde ve düzlemlerde demokrasiden söz edemeyiz. Burjuvazinin, iktidarını ona dayayan türevlerinin demokratlığı korku derecelerine bağlıdır. Korku demokrat yapar, korku yoksa burjuva düzeni açık bir diktatörlüktür.

Korkunun varlığını nereden anlıyoruz? Serbest seçim-açık oy kuralının işlemesini, parlamentonun mevcut olmasını ve çalışmasını bir işaret sayabiliriz. Parlamento var ve çalışıyorsa demek ki yürütme faaliyeti de denetlenmektedir. Yasama yürütmeyi ve daha iyisi yargı hepsini denetlemektedir. Bütün bunların tek anlamı devletin daha “yavaş” işletilmişidir. Devlet yavaş işliyorsa dolaylı bir sopaya dönüşmüş demektir, demokrasi diyoruz. Devlet doğrudan egemen sınıfın sopasıysa, yani denetimden çıkmışsa diktatörlükteyiz demektir.

Burjuva devletin demokrasisi kelebeğin ömrü kadardır, denge sapma, dengesizlik kuraldır, uzun diktatörlükteyiz.

Çünkü, Fransız Devrimi bir öksüz çocuktur. Ekim Devriminin bir daha geri gelmemek üzere yıkıldığına inanılmaktadır. Ve daha ağırı, işçi sınıfı siyasi gücünü bu devrimlerle birlikte yitirmiş görünmektedir. Bunlar yoksa, devrimler sönmüşse, demokrasi mümkün değildir.

***

“Demokrat”ın son açılışını ikinci büyük savaşa borçluyuz. Sovyetler Birliği savaştan umulmadık bir zaferle çıktı ve etki alanını genişletti. Emperyalist dünya, bu etkiyi kırmak üzere demokrat olmak gerektiğine karar vermişti. Demokrat olmak, açıkça karşı devrimin yanında saf tutmak anlamına geliyordu artık.

İkinci Dünya Savaşının ardından hızla örgütlenen karşıdevrim üzerine yazan ilk kişi, Herbert Marcuse’dü. Daha savaşın dumanı tüterken “Artık kapitalist sistemin savunulması karşıdevrimin ülke içinde ve dışında örgütlenmesini zorunlu kılar” diye yazmıştı. Kapitalizm bütün devrimler içinde en radikal olanın tehdidine karşı örgütlenmekteydi. Bu satırlar yazıldığında karşıdevrim çoktan bir kehanet olmaktan çıkmıştı. Komünizm korkusu, daha savaş bitmeden karşıdevrim için yeni ittifakların yolunu açmıştı. Nazi istihbaratçısı General Reinhard Gehlen sonradan karşıdevrimin en acımasız örgütü olacak olan CIA’nın temellerini atmaya başlamıştı. Amerikan imparatorluğu için bütün enerjisini yönelttiği tek bir hedef vardı artık; komünist yayılmanın durdurulması ve mümkünse yok edilmesi.

“Soğuk Savaş”la birlikte savaş ABD’nin ideolojik taarruzuna dönüşmüştü. Ama bu taarruzun asıl başarısı, yapılan her şeyin demokrasi için olduğuna geniş bir aydın kesimi “ikna” etmiş olmasındaydı.

II. Dünya Savaşının paltosundan çıkan, bir soğuk savaş gevelemesidir demokrat. Olmazsa olmazı ise “Sovyet Marksizmi”ne ve daha inceltilmiş bir biçimi olan “Stalinizme” yönelik eleştirel tutumdur. İddia ediyorlardı ki “Sovyet Marksizmi” ve “Stalinizm”, Marksizm’in Batı’da aslında barışçı bir evrim geçirmiş olan belli ideallerine ihanet etmiş, yozlaşmış biçimleriydi. Anti-Stalinizm, soğuk savaşın laboratuvarlarında imal edilmiş ve demokrasi sosuyla sindirilebilir hale getirilmişti. Bu zokayı yutanlara demokrat diyoruz!

***

“Bir sen kaldın geride

Ah akıp gidiyor hayat

Yüreğim anlıyor seni

Artık susma Yorgun Demokrat…”

“Yorgun Demokrat” bizim Ahmet Kaya’nın 12 Eylül karanlığında ürettiği şarkılarından biri. 12 Eylül darbesi burjuvazinin korkularını yatıştırmıştı ve geride umutsuz, yorgun demokratlar yığını kalmıştı. Solcular demokrat olduklarını sanıyorlardı ve demokrasiye ulaşamamaktan yorgun düşmüşlerdi. Sosyal demokrasi yeniden moda olacaktı o yıllarda. Yorgun demokratlar, SHP çatısı altında yorgunluklarını atacaklarını umuyorlardı.

Sosyal demokrasi, bir tuhaf icattır. Başlangıçta Marksizm’den esinlenmişti. Sonra arındı, komünizme karşı bir panzehre dönüştürüldü. Bir tür düzen aşısıydı artık. Komünizmin yayılmasını engellemek üzere, zararsız hale getirilmiş etkisiz solculuk icat etmek ve ezilenlere damardan zerk etmek anlamına geliyordu. Ancak bu aşı için de komünizm tehlikesinin mevcudiyeti şarttı. Komünizm tehlikesi yoksa sosyal demokrasi gereksizdir. Tehlike bastırıldığında faşizmin gelişini de rastlantı sayamıyoruz. Yolu genellikle sosyal demokratlar açmıştır.

O nedenle değişik versiyonlarını ürettiler. Batıda “Hıristiyan demokratlar” ortaya çıktı mesela. Bizde ucube “muhafazakâr demokrat” versiyonu var. “İslamcı demokrat” anlamını da içeriyor zorunlu olarak. Dinciden demokrat olur mu? Niye olmasın? Komünizm korkusunu bastırıyorsa bütün demokrat biçimleri makbuldür.

***

Demokratlarımız AKP’nin kuyruğuna takılıp “askeri vesayeti” yıkmayı başardı. Bitimsiz bir seçim ve ayrımsız çıplak bir kuvvetle karşı karşıyayız şimdi. Hukuk yok, anayasa rafta, yargı doğrudan saraya bağlı. Devlet müthiş bir hıza kavuştu haliyle.

Fakat, o arada akıp gitti hayat, geride biçare bir avuç yorgun demokrat kaldı. Diyorlar ki şimdi, Mart’tan Nisan’a çıkamadık ama Haziran’da her şey güzel olacak…

Ah akıp gidiyor hayat, yüreğim anlıyor seni… Fakat cevap verme mecburiyetimiz var: Sensin demokrat!