Yeter ki emret!

Birkaç gün önce ülkemizde oldu bunlar: Yeni adli yıl açılışı için hâkim ve savcılar belediye otobüsleriyle Saray’a taşındı. Törene katılım zorunlu tutuldu. Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, saraydaki 28 sayfalık konuşmasında cumhuriyetin kurucusunun adını hiç anmadı, padişahların reform çabalarına özel vurgu yaptı, hadisli mesajlar verdi. Bir de hukuk fakültelerinin 5 yıla çıkarılması gerektiğini söyledi. Bence yeterli değildir. O görüntülerden sonra hukukçuların yeniden temel eğitime tabi tutulması gerekir. Çünkü o tablodan ne hukuk çıkar, ne de adalet.

Yeni devlet şeklidir bu. Eskisinde yasama-yürütme-yargı, hiç olmazsa teorik olarak, ayrılmış görünüyordu. Böylece birbirlerinin etki alanının dışında kalıyorlar, birbirlerini denetliyorlar, yürütmenin olası dengesizliklerinde müdahale ediyorlardı.

Şimdiki nedir? Yasama, yürütme, yargı birleştirildi. Sonra hepsi birden AKP Genel Başkanına bağlandı. Tayyar Cumhuriyetidir.

***

“Saraydan adalet kaçırma” düzenine nasıl geldiğimizi kısaca özetleyeyim. Bu karanlık tarih 12 Eylül 2010’da “yetmez ama evet” referandumu ile başladı. Anayasayı değiştirdiler, güya daha demokratik bir yargı için düzenlemeler yaptılar. Kısa süre sonra anlaşıldı ki yapılan, yargıyı saraya bağlamaktan ibaretti. 2016’da Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, Sayıştay Başkanı Recai Akyel ve Danıştay Başkanı Zerrin Güngör Erdoğan’ın Rize ziyaretine eşlik edip, birlikte çay hasadına katılınca anlaşıldı yeni yargının esbabı mucibesi. O tarihten beri yargı bütünüyle emir kuludur.

CHP’linin biri yargının olaylı çay partisini yargıya şikâyet etti. E, yakınını öpen kadı, şikâyet etsen ne? Şikâyete bakan Danıştay Başkanlık Kurulu şikâyet edilenlerle ilgili olarak "Disipline sevk gerektiren bir durum yok" kararı verdi. Bunun üzerine çay partisine katılanlardan Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, “devletin başkanıyla bir arada olmaktan onur duyduğunu” söyledi. “Ben onu anlayamadım neden eleştiri konusu oldu. Devlet oradaydı. Türkler, Türk geleneklerimize göre devlet başkanına çok ayrı bir değer veririz. Devlet başkanı, devletin başı ve birliğimizin sembolüdür. Onun katılmış olduğu, meclis başkanının, milli güvenlik sekreterinin katılmış olduğu, tüm yüksek yargının katılmış olduğu bir çay toplantısının yapılmış olması ve buna iştirak etmemiz kadar doğal bir şey olamaz” dedi. Yanlış mı? Doğru. Artık devlet tek adamın kimliğinde cisimleşmişse yüksek yargı mensubu ne yapsın? Mecbur, demleyecek çayı.

Hem katılsa ne katılmasa ne? Mesela tam da o günlerde Anayasa Mahkemesi’nden Cumhuriyet Gazetesi davası ile ilgili hoşa gitmeyen bir karar çıkınca sarayın sahibi “Uymuyorum, saygı da duymuyorum” dedi. Niye uysun? Kararı verenler atamasını bizzat yaptığı astları değil mi? İster uyar, ister uymaz. Uymazsa ne olacak? Yüksek Mahkeme kantinden demli bir çay daha söyleyecek, verdiği kararı unutacak, keyfine bakacak.

Tayyar Cumhuriyeti yargısıdır.

***

Bellek seçicidir, hoşa gitmeyen anıları siler. Tıpkı “adalet yürüyüşü”nde ön safta Kemal Kılıçdaroğlu ile çektirilen fotoğraflar gibi, tıpkı son seçimden önce yapılan zamansız TÜSİAD ziyaretleri gibi unutuldu gitti ama bugünkü rezaletlerin tek sorumlusu AKP değil.

12 Eylül 2010’daki referandumu “12 Eylül’e yargı yolu açılıyor” diye sunanların sorumluluğu var mesela. Peki, ne oldu? Kısa bir süre sonra yeni bir 12 Eylül geldi. Hatta gelenin 12 Eylül’den daha beter olduğunda fikir birliği var. 12 Eylül cuntası bile birkaç generalden oluşuyordu, artık tek adam var. 150 bine yakın kamu görevlisi sorgusuz sualsiz kapı dışarı edildi. Açlığa ve işsizliğe yazgılıdırlar. Yüzlerce dernek, üniversite, gazete, TV, radyo, haber ajansı, yayınevi, sendika kapatıldı, mal varlıklarına el konuldu.  Hapishanelerdeki “doğal” ölümler, intiharlar, her şey 12 Eylül yöntemlerini çağrıştırmaktadır. Geçen gün yazar arkadaşım Hamide Yiğit’e IŞİD’le ilgili kitabı nedeniyle hapis cezası verdiler. Davanın bilirkişi bir trafik polisiydi. 12 Eylül şartlarında bile tuhaf karşılanacak bir iştir. Yani gerçekten de 12 Eylül’e yargı yolu açılmıştır. Yargı 12 Eylül günlerine dönmekle kalmamış, ilerlemiş, hukuksuzlukta aşama kaydetmiştir.

Ne oldu ikinci 12 Eylül’de? Liberaller “yetmez ama evet” diyerek yargının iktidara bağlanmasına destek verdi. HDP “boykot” diyerek yolunu açtı. Selahattin Demirtaş mahkemede AKP’lilerin referandumdan önce Öcalan’ın “evet deyin ricasını” ilettiğini ancak buna rağmen boykot kararı aldıklarını açıkladı. Ne fark eder? Hayır desen olmayacak şey, boykot ettiğin için olmuştur.

Demirtaş içeride, ne zaman çıkacağı belli değil. Diyarbakır Belediye Başkanı Gültan Kışanak’ı alıp götürdüler, tanırım, iyi yatar, o günden beri sessiz sedasız yatıyor. Bu arada ikinci 12 Eylül’ün “yetmez ama evetçilerinin” çoğu, yine muhalif kahraman havasında dolaşıp duruyor. “Yargı bağımsızlığını kaybetti, tek adam rejimi var” diye yakınıyorlar.

Tek adam rejiminde yapılacak ilk belediye seçimleri için “Diyarbakır’a kim aday olsun” araştırması yapıyordu bazı çevreler geçen hafta. İkinci sırada Nurcan Baysal’ı gördüm. Yakışır mı? Yakışır. Solcular bedelini öder, liberaller sefasını sürer. Türkiye’de işler böyle yürür.

Tayyar Cumhuriyetinin muhalefetidir.

***

Son bir yıldaki gazete başlıklarını not ettim:

Emretti, yargı HDP’lileri tutup içeri attı.

Emretti, Melih Gökçek istifa etti.

Emretti, Arena isimleri Park oldu.

Emretti, valiler bıyık bıraktı.

Emretti, motosiklet yarışçısı kariyerini sonlandırdı.

Emretti, yardımcı doçentlik kalktı.

Emretti, televizyon programı yasaklandı.

Emretti, gazeteci işten kovuldu.

Emretti, yağcı sanatçılar eser üretme yarışına girişti. Çok şükür, ortalıkta bir eser yok ama çabaları takdire şayan.

Haliyle emretti, sarayda açıldı yeni adli yıl. İlikleyecek yaka aradılar sarayın demir dökme dış kapısından geçip sarayın geniş avlusuna ilk adımlarını atan yargı mensupları. Nasıl iliklemesinler. Devletin başı o. Üstelik aynı zamanda yasamanın, yürütmenin, YÖK’ün, MİT’in, polisin, askerin, AKP’nin, meclisin başı. Bütün kamu bankaları, işe yarar bütün kamu kuruluşları ona bağlı. Kime ne verileceğine, kimin nereye gelip gideceğine, kimin hapse tıkılıp kime ihale verileceğine o karar veriyor.

Alışkanlık yaptı, yol oldu tabii. Akit yazarı Mehtap Yılmaz, “reis emretsin 12 yıllık kocamı boşarım” dedi. Bence de en akıllıca çözüm bu. İlikleyecek yaka aramaya ne gerek var. Emretsin yeter ki!