Ve evler ve duvarlar ve semtler ve gölgeler

Küçükçekmece’de oturuyorum. Basın Ekspres yolundan geçiyorum günde birkaç kez. Dünyanın en çirkin en biçimsiz yapıları bu hat üzerinde. Daha havaalanı kavşağını geçmeden başlıyor çirkinlik. Birkaç yıl önce dere yatağını Cemaate peşkeş çekmişler, yağı bol bulmuş Cemaat de oraya devasa bir yapı yapmıştı. Geçen gün fark ettim, el koymuşlar yapıya. Cemaat kampüsü, “15 Temmuz İmam Hatip Kampüsü” olmuş. Sahibi değişmiş, zihniyet aynı. Dağ taş imam hatip. Artık yağmalanmış dere yatakları da dâhil oldu buna. Şevkle imam hatip tabelası asıyorlar her yere.

Bunun tek anlamı var aslında. İmam Hatip dedikleri AKP’nin birer şubesi. Din dedikleri de reise tapınma kültü zaten. Sabah akşam yatıp kalkıp dua ediyorlar reislerine, başına bir şey gelmesin diye. Yoksa yandı gülüm keten helva.

Bu caddenin kıyısından İstanbul’un derelerinden biri geçer. Ayamama deresidir adı. Aya “hacı”, Mama da “anne” demek. Papaz Köprüsü de geçer üzerinden ki bu yerin eski sakinlerinin bakiyesidir.  Başakşehir sınırları içerisinde doğar, Küçükçekmece sınırlarını geçerek havaalanı kavşağına ulaşıp yolunu Bakırköy’e çevirir. Ataköy yakınlarından denize dökülür. Eskiden etrafı bağ, bostanmış. Şimdi sadece bir beton çölü. Turgut Özal nam, mezarında ters dönesice başlattı bu hat üzerinde bu betonlaşma modasını. Önce basını taşıdılar dere kenarına.  Sonra hastane, kumarhane ve otelleri bu hat üzerine taşımayı planladılar. Kumar işi Ömer Lütfü Topal olayı ile patladı, yönetemeyeceklerini anlayınca yasakladılar. Onun yerine birbirinden şekilsiz, birbirinden ucube alışveriş merkezleri yükseliyor dere kenarında.

30-40 yıl içinde oldu bunlar. Bundan sekiz yıl önce, demek ki 2009’da, yağmaya, talana daha fazla dayanamayan dere taştı. Sel olup önüne ne çıktıysa sürükleyip götürdü. Götürdükleri arasında 7 kadın tekstil işçisi de vardı. İkitelli TIR parkında uyuyan 6 şoför uykularında can verdi. İkitelli ve Halkalı‘da 8 ceset daha bulundu sonra. İki günde 31 can yitip gitti o taşkında. Yüzlerce araç su altında kaldı. Sorumlusu olan utanmaz AKP’liler çıktı selden sonra, dere yatağında yapılaşmaya izin verenin CHP’liler olduğunu söyledi.

Şimdi yolunuz düşer de Basın Ekspres Caddesinin kıyısındaki bağlantı yolundan geçerseniz sağa sola bir bakın. Burası AKP’nin Türkiye’sidir işte. Alabildiğine yüksek, alabildiğine çirkindir binalar. Basın çoktan çekip gitmiştir. Üçüncü köprü şeyinden sonra bu yolu aşıp herhangi bir yere ulaşmak mümkün değildir. Hatta kıyısındaki AVM’lerden biri gemi şeklindedir. O selde yüzmesine az kalmıştı, hatırlıyorum. Olmaz sanıyordum, daha çirkinlerini yapmayı başardılar sonra. Ağaoğlu estetiği bütün bölgeye hâkimdir.

***

Artvin’deydik geçen hafta. Giresun’dan başlayarak Artvin’e kadar bütün Doğu Karadeniz’i boydan boya geçtik. Karadeniz’in ve dağların büyüleyici manzarası olmasa bu hat ile Basın Ekspres Caddesi arasında hiçbir fark yok. Aynı çirkinlik, aynı hoyratlık. En çirkini ise tartışmasız Rize. Çünkü AKP yatırımı en çok oraya yapmış. Denize paralel sokaklar oluşmuş kentte. Haliyle deniz kenarındaki bu kent denize kıçını dönmüş bir halde. İçki içmez, balık yemez. Haliyle böyle bir denklemden böyle bir kent çıkmış ortaya. Zavallı kent öyle bir halde ki bu yağmacılar gidince bir kente benzemesi için yıkılıp yeniden yapılması gerek.

Kıyıda görmediğim tek kent Artvin. Hopa’dan sağa kıvrılıp dağlara vurduğumuzda bu yağmadan kısmen kurtulmuş bir kent hayal ediyorum. Fakat burası da en az kıyı kentleri kadar tarumar edilmiş. Tayyiban kamyonları her yerde. Bir dağda maden ocağı hafriyatı sürüyor. Eteğinde HES inşaatı, Çoruh’un önüne bir zebani gibi dikilmiş. Artvin’in dereleri bu inşaatlar ve madenler yüzünden gri akıyor.  Cerattepe biraz yukarıda, maden inşaatı devam ediyor. Yasak Artvinlilerin yanına yaklaşması. Kentin bitimindeki yamaç çöplük. Kıyısına Tayyiban kamyonları yanaşıp hafriyat döküyor dağdan aşağı. Dereye doğru yuvarlanan taş-toprak yığını, savaş çıkmış gibi sesler çıkararak yuvarlanıyor dereye doğru. Artvin, sınırsız yağmanın kenti. Böyle bir güzelliğin böyle bir çirkinliğe bulanması akıl almaz. Hem de Artvinlilerin şanlı Cerattepe direnişine rağmen.

Ne yapsın Artvinli? Din ile yağma bu kadar iç içe geçmemişti hiç. Dini siper eden siyasal İslamcı hareket geldi, ne varsa yağmaladı, beton döktü ülkenin üzerine. Ne akan dere bıraktı, ne çiçeğe duran ağaç. Bu yağmadan devşirdikleri tek şey Ağaoğlu, Cengiz gibi türedi zenginler. Onlara dayanarak iktidara tutunmaya çalışıyorlar şimdi. Daha fazla saldırıyorlar taşa, toprağa, dağa, dereye, yeşile. Çünkü doymak bilmez bir iştaha sahipler. Onlar saldırdıkça bir öfke birikimi oluyor ülkenin her köşesinde. Biliyoruz, alıyoruz kokusunu, patladı patlayacak…

***

Harun Güzeloğlu tiyatro yazarı, yönetmen. Bir İslamcıyla bir ateistin karşılaşmasını konu edinen bir oyun yazdı. Kadıköy Altkat Sanat'ta prömiyerine bizi de çağırdı. Müthiş bir oyuna ve müthiş bir oyunculuğa tanık olduk o akşam. Mezhep savaşıyla bölünmüş ve savaşın vahşetinin yakıcılığıyla kavrulan ülkede farklı gerekçelerle savaştan kaçan iki düşmanın kaderi sığındıkları duvarın arkasında birleşiyor. Biri fanatik bir dindar, öbürü laik bir ateist. Anlayamadıkları bir savaşın ortasında kalmış iki kaçak. Güneşin uzatıp kısalttığı iki tuhaf gölgenin hikâyeleri o duvarın arkasında birbirlerine dokunuyor.  Anlaşılıyor ki hikâyeleri aslında aynı hikâyenin parçaları. Duvar, korunmak ve sığınmak için ellerinde kalan tek şey. Akıllarında ise o korkunç soru; Ya bütün bir ülke bu yıkık duvara dönerse?

Yazarının dediği gibi, savaş bu, bazen Tanrı’nın buyruğudur bazen de onun adına konuşanların. Sebeplerine ve sonuçlarına da “kader” derler, olur biter… Gölgelerin kaderi ve kederidir bu.

Harun’un metinleri Yazılama’dan kitap olarak da basıldı. “Karanlık Kıvamı” adını taşıyor. Tek perdelik üç oyundan oluşuyor kitap. İçinde “Gölgeler”in metni de var. Seyredemediyseniz alıp okumanızı öneririm. Ama daha iyisi 8 Mayıs akşamı yolunuzu Kadıköy Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ne düşürüp sahnede seyretmeniz.

Bir de not: Bu başarılı oyunu sahneye koyan arkadaşlar 18 Mayıs’ta aynı sahnede İranlı şair Furuğ Ferruhzad’ı sahneye taşıyacaklar. İran şiir ülkesi. Bizde son zamanlarda az bulunan bir şey şiir. Yobaz şiirini de kuruttu ülkenin.

***

“Ev Kira Semt Bizim” ise bir filmin adı. İçinde kimler yok ki? Harun orada, Orhan Aydın orada, Cansu Fırıncı orada. Yönetmeni de bizim Mustafa Kenan Aybastı. Bir dolu dostumuz, yoldaşımız kafa kafaya vermiş, ter dökmüş ve müthiş bir iş çıkartmışlar ortaya.  

Aynı muhitte doğup büyüyen bir grup arkadaşın hikâyesi anlatılıyor filmde. Eski muhitleri malum yıkım-yapım ekibinin tasallutu altında. “Kentsel dönüşüm” adını verdikleri bu yağma hareketi, girdiği her yerde kentsel ve toplumsal dokuyu paramparça ediyor, yıkıyor, dönüştürüyor. Yoksullar siliniyor, yerlerine varsıllar yerleştiriliyor. Dönüşüm canlarına tak edince mahalleli direnmeye karar veriyor ve o andan sonra bambaşka bir hikâye ortaya çıkıyor. Anlatılan senin hikâyen yani. Kentlerimizin, derelerimizin, dağlarımızın, ovalarımızın nasıl ve ne adına yağmalandığının, o yağmaya direnişinin ve teslimiyetinin hikâyesi.  

Filmin yönetmeni arkadaşım Mustafa Kenan ile yıllar önce tuhaf bir şekilde karşılaşmıştı yolum. O, Redhack’i anlatan “Red” adında bir belgesel çekmişti. Ben de aynı konuda bir kitap kaleme almıştım. Yayınevi belgeselin görsellerinden birini kullanmış kapakta. Mahcup oldum, telefonlaştık, bir rakıya tatlıya bağladık sorunu. Ama hala ödemiş değilim. Sadığım borcuma, en kısa zamanda artık.

***

İşte hayat, işte sanat. İşte ülke, işte toprak. Sinemada, tiyatroda, sokakta, yolda, okulda, derede, dağda, Ayamama’da, Artvin’de, Cerattepe’de amansız bir mücadele kesintisiz sürüyor. Hayatı, sanatı, ülkeyi, toprağı kurutmak isteyenlerle acımasız, topyekûn bir savaştayız. Kaçıp sığınabileceğimiz bir duvar arkası da kalmadı üstelik. Çünkü bütün ülkeyi bir duvara dönüştürdü yağmacılar.

Ama öğrenecekler yakında, biz duvarın arkasına sığınmış gölgeler değiliz. Bu ülke bizim, bu hayat bizim, bu semt, bu sokak, bu toprak, bizim. Savunacağız mecburen haramilere karşı. Mücadeleden başka çıkar yol var mı?