Orhan Gökdemir

Vebaya muhtaç değiliz artık, insan boyun eğmez, yolunu açar, yayılır, hayat bulur, ışığa çıkar. Hafızamızı sildiler, biriktirdiklerimizi yağmaladılar ama halk mutlaka geri döner. Sınıf ayağa kalkar, devrim olur yeniden.

Umutlu insana övgü

Orhan Gökdemir

Engizisyon, inquirere-inquisitio/araştırma-soruşturma, Katolik Kilisesinin yargı sistemiydi. Kilise bu yolla, görünüşte, sapkınlıkla mücadele ediyordu. Her şeyin kilisenin üzerine yığıldığı bir çağda, kilisenin inanç sistemine uymayan her şey sapkındı. Yalnız artık toplum kilisenin inancına sığmıyordu ve sapkınlık hızla artıyordu. Sapkınlık arttıkça kilise hırçınlaşıyor, önüne çıkan her şeyi ezip geçmeye çalışıyordu. Engizisyon kontrolden çıkmış kilisenin aldığı somut biçimdir; yıkılmak istemeyen, kendini korumak isteyen dindir. 

Bu soruşturmalar, 12. yüzyılda Avrupa'da, büyük halk hareketlerine yanıt olarak başlatılmıştı. Bir yüzyıl sonra Papa IX. Gregorius, soruşturma yürütme görevini Dominikan ve Fransisken Tarikatlarına verdi. Tarikatsız engizisyon düşünemeyiz. Engizitörlerin çoğu, tıpkı bugünkü gibi, üniversitelerde ilahiyat ve hukuk öğreten rahiplerdi. Düşmanları çoğalıyor, çeşitleniyordu. Papa III. Pavlus tarafından 1542'de kurul Roma Engizisyonunun hedefinde Kalvenizm ve Lüterciler vardı. Tabii yanı sıra cadılık ve büyücülükle de mücadele edeceklerdi. 

Bütün bunlar için kalabalıkları ikna etmek gerekiyordu. Bir manastıra ya da piskopos konağına yerleşen engizisyon sorgucusunun ilk işi halkı kilisede toplayıp uzun vaazlar vermekti. Bu vaazlar cadı avına giriş mahiyetindeydi. Her şey o uzun vaazlardan sonra başlıyordu. İspanyol Engizisyonun hedefinde Müslümanlarla Yahudilerin Hristiyanlaştırılması, Katoliklik dışı mezheplerin baskılanması gibi ağır görevler vardı. Pavlikanlar, Bogomiller, Moriskolar, Müslümanlar, Yahudiler, Ortodoks Hıristiyanlar, herkes düşmandı. 15. yüzyılda engizisyon dolayısıyla 200 bine yakın Yahudi İspanya'yı terk etti. Kalanlar Hıristiyanlığı kabul etti, küçük bir bölümü Kripto Yahudiliğe, Morrano, geçti. Grenadalı Müslümanlardan Hıristiyan olmaya direniş gösteren Moriskolar, moro’lardan-müslümanlardan geriye kalanlar, olarak adlandırılan küçük bir gurup Kripto Müslümanlığa geçti. Ancak gizlenmek de yetmedi, ta Kuzey Afrika’ya sürüldüler bir daha başkaldırmasınlar diye. 

Bütün bunlar bize Orta Çağı hatırlatıyor ama tamamı Rönesans dönemindedir. En azgın dinsel saldırılar, engizisyon-cadı avı, Orta Çağ’a değil Rönesans dönemine aittir. Çünkü Orta Çağ kilisenin çağıydı, o çağda bir Katolik barışı kurmayı başarmışlardı ve kendilerini düzenin mutlak hâkimi sanıyorlardı. Silaha sarılmaları için yeni fikirlerin ortaya çıkması, insanın başkaldırması gerekiyordu. Savaş insani bir etkinliktir. Orta Çağ’da insani bir etkinlik bulamıyoruz, çünkü insan henüz yoktur. İnsan yoksa din vardır. İnsansız din ise Orta Çağ’dır. İnsan başkaldırdığında karşısında kurumsallaşmış dini bulur. Rönesans işte budur. 

***

Demek ki engizisyonun ortaya çıkması için öncelikle ortalıkta insanın olması gerekir. Orta Çağ’da insan yoktu ve sadece din vardı. Dolasıyla baskı da yoktur. İnsan yoksa, bunlara neden ihtiyaç duyulsun? Rönesans’ta insan ortaya çıkmaya başlamıştı. Katolik kilisesi insanı görünce dehşete kapıldı, engizisyon bu dehşetin dinsel ifadesinden ibarettir.

Rönesans döneminin yaratıcılığının esas yürütücü gücü tüccarlardı. Çok geziyorlar, çok öğreniyorlar, çok kazanıyorlardı; kazandıklarını sanat ve endüstriyel yeniliklere yatırıyorlardı. Bu yolla feodal kasabalar burjuva kentlere evriliyordu. İnsan başını gökyüzüne çeviriyor, uzun bir aradan sonra ilk defa yıldızlara bakıyordu. Yıldızlara bakan kendini görür, ışığa çıkar. Işığa çıkan insandır. 

Özetle Rönesans insanın keşfedilmesinden ibarettir. Dünya dönüyor diyen Galileo Galilei örnek, dönemin pek çok kahramanı insan olma emareleri gösterdiği için öldürüldü. Ama nafile çabalardı bunlar. Her kurbanla birlikte ışık büyüyor, Orta Çağı var eden karanlık dağılıyordu. Doğa ve insan sevgisi, sanat, edebiyat, tarih, mimari, tabii onlarla birlikte ölçü, yalınlık ve doğallık o aydınlığın ürünüydü.

Peki nasıl oldu da insan kendini saran ölü kabuğu kırmayı, dinin baskısından kurtulmayı başardı? 

Elimizde oldukça verimli bir teorimiz var; 14. yüzyıl ortasında Avrupa'yı vuran kara ölümün, veba, Floransa'da neden olduğu tahribat insanların inancını yıkmış ve onları yeni yazılımlara hazır hale getirmişti. Ölüm doğallaşmıştı, ölümden sonra yaşam kuşkulu bir iddiaydı haliyle. Vebanın sarstığı insanlara anı yaşamak, kuşkulu bir geleceğe adanmaktan daha makul, daha mantıklı görünüyordu. 

Tabi salgın hızla yayıldı. Dört milyon nüfuslu İngiltere nüfusunun 1,5 milyonunu kaybetti. Floransa'nın nüfusu yarı yarıya azaldı. Nüfusun azalmasının sonucu olarak emekçilerin değeri arttı. Böylece bu sınıf özgürlük ve hareket imkânı kazandı. İşçiler artan işgücü ihtiyacına cevap vermek üzere şehirler arasında dolaşıp duruyordu. Nüfuz azaldığı için arazi ve gıda fiyatları da düşmüştü. Yiyeceğin ve arazinin herkese yettiği açık bir biçimde ortadaydı artık. Tabii veba sadece İtalya ve İngiltere’yi değil, tüm Avrupa'yı etkileyen bir salgındı. Sonucunda ortaya çıkan ışığı sadece vebaya bağlayamayız. Pek çok faktör o ölü kabuğu kırmak üzere yan yana gelmişti. Tarih kırmak istiyordu, kilise direniyordu, kabuğu kırılmasın diye insanları kırıyordu. Engizisyonu çare olmamıştır, sonunda kırılmıştır, biliyoruz.

***

O tarihten öğrendiğimiz bir gerçek var; sınırsız din, sınırsız insansızlaşmadır. Din çoğaldıkça insan azalır. Bir gerçeğimiz daha var; din çoğaldıkça ahlak da azalır. Ahlak insana aittir, insan yoksa ahlak da yoktur. Ümmette ahlak arayamayız. Şartı değildir, demek istiyorum. 

Din çoğalınca ahlak azalır ama ahlak azalınca dinin dönüştüğü şey nedir? Ya da şöyle soralım soruyu; ahlaksızın dini nedir ki?

Dinin çok ve fakat ahlakın az olduğu bir dönemden geçiyoruz yine. Fakat ahlaksız din olur mu, artık soruyoruz. “Mısırlılardan çalın” diyen bir tanrı olsa olsa hırsızın tanrısıdır. Çalmak, öldürmek tanrının doğasına aykırıdır çünkü. Çalın diyen tanrı, kendini ortadan kaldırmıştır. 

***

Peki, biz Orta Çağda mıyız yoksa Rönesansta mı? Rönesansta olmadığımız yönünde işaretler var. Sanattan, edebiyattan, müzikten uzaklaştık çok uzun zamandır. Ülke boğazına kadar gericiliğe, yobazlığa battığından gerilimde dur durak yok. Ölüyoruz, yanıyoruz, hayattan siliniyoruz. Fal, büyü, melek, din, inanç, cadı avı, cehalet, dogmatizm, şiddet ve zulüm, eşitsizliğin kazanında kaynatılıp uğursuz, ölümcül bir iksir yaratıldı. İçiriyorlar hepimize, içtikçe büyük kalabalıklar halinde cahilleşiyoruz. İçki günah, deve sidiği şifa; öylesine bir sapkınlık içindeyiz. Emperyalist bir düzenin Gregor Samsalarıyız artık. Duygusuz, ışıksız, çaresiz, yaşama sevinci yitik böceklere dönüştürüldük. Bir avuç cahil gericinin peşinde sürükleniyoruz. Orta Çağ işaretidir. 

İşte tablo ortada; Evrimi sildiler, cihat öğretiyorlar çocuklarımıza. Cumhuriyet ve laiklik tehlikeli, monarşi şahane. Acımasız cellatların insan boğazlaması iyi, kurucu lider tu kaka. Vatanına, halkına, diline, kültürüne düşman büyük kalabalıklar türedi ki, kıyamet alameti. Hukuksuzluk kanıksandı, ölüm kutsandı. Hangi kelimeyi kaldırsan altında bir yığın kan var. İnsanlığın bakıp utanacağı bir aralıktan geçiyoruz yine. Kötülüğün çaresiz esirleriyiz. Nereye baksan bir zifiri karanlık. Sanata, edebiyata, müziğe yer kalmıyor haliyle. Duyulan tek ses uzun, acıklı bir sala. Ölüp çürüdüğümüzü ilan ediyor, cenazeye çağırıyor hepimizi.

Ama işte görüyorsunuz, engizisyonları da iş üstünde. İnsan arıyorlar her yerde karşısına çıkarmak için. Demek ki insanın doğuşu yakındır. 

***

Orta Çağda aşk da yoktur. Karanlık insanlıktan çıkarır insanı, vahşileştirir, ilkel bir yaratığa dönüştürür çünkü. O ilkel yaratığı dizginlemenin tek yoludur din. Din demem sözün gelişi; Orta Çağın dini korkudur. O korkunun dizginlediği insanlar, “kara ölüm” ile dizginlerinden kurtulmuş, bulabildiği her şeye korkunç bir hırsla saldırmıştır. Veba, dinsel korkunun zapturapt altına aldığı insanın zincirlerinden boşanmasına yol açmış, özgürleştirmiş, önce cinselliği, sonra aşkı öğretmiştir. Korku korkunun panzehridir.

Rönesans insanın keşfi ise, Orta Çağ insanın silinmesidir. Yeni Orta Çağa böyle ulaşıyoruz. İnsanı, insanın insani yanını bitirip tüketen bir süreç bu. Çürüyeni görüyoruz ve insan kalmanın yolunu arıyoruz. Kapitalizmden çıkış da eninde sonunda bir insan kalma mücadelesidir.

İnsan kalma mücadelesi pratik güncel Komünizmdir öyleyse. Teorik bir gerekliliğin ötesinde insani mecburiyettir. Bu kadar sadedir. 

***

İçinden geçtiğimiz dönem Orta Çağa benzetilince Orta Çağın sanıldığı kadar kötü, sanıldığı kadar karanlık olmadığı da keşfedilmişti. Karanlıktı ancak sanıldığı kadar zifiri değildi. İçinde her şeye rağmen halk vardı, içinde hafıza vardı, insan vardı. 

Vardır ama azdır. Azdır ama her durumda büyük bir imkânı içinde barındırır. Az veya çok, bu karanlıkta bile ayağa kalkmanın mümkün olduğunu, insanın direnebileceğini, aklını yeniden kullanabileceğini biliyoruz.

Onlar Orta Çağ sanıyor ama belki de Rönesanstır. Vebaya muhtaç değiliz artık, insan boyun eğmez, yolunu açar, yayılır, hayat bulur, ışığa çıkar. Hafızamızı sildiler, biriktirdiklerimizi yağmaladılar ama halk mutlaka geri döner. Sınıf ayağa kalkar, devrim olur yeniden.