Türk-İslam-Kötülük Sentezi

“Türk-İslam Sentezi” devlete egemen sağcı zihniyet ateşini körüklediği kolay yönetilebilir bir ülke hayaliydi. Esinini 1960’lı yıllarda yükselişe geçen sol siyasi çizgiden duyulan derin dehşetten alıyordu. Düzen, laik cumhuriyetin yetiştirdiği yeni nesillerin kendisi için giderek daha fazla risk oluşturduğunu görüyordu. Bu risk ancak ve ancak din ile desteklenmiş milliyetçilik ile önlenebilirdi. Özetle, varsa bir “sentez”leri, budur.

Daha bilimsel bir tarif girişimini Profesör Taha Parla’ya borçluyuz. Profesör Parla, bugün yaşanan dönüşümün çıkış noktasını çok erken denilebilecek bir zamanda, 1986 yılında, Murat Belge ekibinin çıkardığı Özgür Gündem dergisinde yazmıştı. Benim “Öteki İslam”da “dinci milliyetçilik” başlığı altında alıntıladığım yazısında şöyle diyordu:

“12 Eylül'den sonra kamu yaşamında birçok önemli değişiklik meydana geldi. Bunlardan biri de, din-devlet ilişkisi konusunda 60 yıldır sürmekte olan bir kültür savaşının ve siyasi mücadelenin taraflarının ve bunların güç konumlarının değişmesidir. 1980-86 yönetimleri klasik Kemalist laiklik ilkesini hiç değilse kısmen ve fiilen terk etmişler; Dini, devletin gözetiminde tekrar kamu yaşamanın hatta siyasi yaşamın sınırları içine almışlardır. Din, ama belli bir tür din ve dinsel gruplar, toplumda zaaf noktasından kuvvet noktasına geçmiştir…

12 Eylül'den sonra meydana geldiğini düşündüğüm değişiklik, yönetimlerin ve bürokrasinin klasik Kemalist laik çizgiyi bırakarak, Türk-İslâm Sentezi adı altında (vurgu Türk'te) oluşmaya başlayan dinci bir milliyetçiliğe (vurgu milliyetçilikte) razı gelişleridir. Bu sentezde din, bir ahlak sistemi ve toplumsal kurum olmaktan çok, bürokratik-otoriter devletin elindeki toplumsal denetim araçlarından biri olarak görülmektedir. Burada bir al-ver dengesi söz konusudur. Bürokratik-otoriter devlet, seçilmemiş ya da güdümlü yönetimlere kitlesel popülarite sağlayabilmek, halkı karşısına almamak için, geleneksel Kemalist laiklikten ödün vermiş; buna karşılık, dinin ve belli dinsel grupların, devlet denetiminde de olsa, kamu yaşamındaki statüleri ve meşruiyetleri 1980 öncesine göre çok yükselmiştir…

1982 Anayasası'nın 42. Maddesi eğitim ve öğretimin Atatürk ‘ilke ve inkılapları’ doğrultusunda yapılmasını öngörürken, Başlangıç'taki ‘Türklüğün tarihi ve manevi değerleri’ ibaresi (İslâmiyet'ten başka ne ola ki), ilk ve orta öğretime konulan zorunlu din ve ahlak derslerinin anayasal dayanağını oluşturmaktır. Artık Atatürk milliyetçiliği değil, en azından, Atatürkçü ve dinci bir milliyetçilik söz konusudur.”

Sentez zaman içinde ilerledi, devletin sentez için beslediği dinciler iktidar oldu. Geldiler, resmi ideolojiden içi boşaltılmış “Atatürkçülük”ü sildiler. Bir ara “milliyetçilik”i silmeye kalkıştılar ama 7 Haziran seçimlerinden sonra hala ihtiyaç olduğunu anladılar. Sentezin son halini görüyorsunuz; Devletin ideolojisi artık milliyetçi bir dincilik. Bu mezardan ölü çıkarma, kuran kursunda çocuklara dadanma, kız çocuklarına ana rahminde abanma görüntülerinin nedeni işte bu. Soygun, yağma, ölçüsüzlük, arsızlık ise Türk sağının biricik ortak hasleti. O noktada bütün ölçüleri kaldırıp atmak dışında bir katkıları yok.

***

Cumhuriyeti düşük Türkiye’yi anlatıyoruz. Profesör Parla’nın deyişiyle bu Türkiye’de din, ama belli bir tür din, toplumda zaaf noktasından kuvvet noktasına geçmiştir. “Belli bir din”den kasıt Nakşi-Nurcu şebekesinin dini. Nurcuların önemli bir kısmı tasfiye edildi gerçi. Geri kalanını kuvvetlendirme çalışmaları ise halen sürüyor.

Ama bu arada İslamı da bitiriyorlar. Tablo ortada. Bu tabloda iyi ve yüce hiçbir şey yok. Türk-İslam Sentezi dedikleri şey saf bir kötülük ortaya çıkardı. O kötülük de kendini sadece din ile ifade edebiliyor ve böylece dinde de zorunlu bir senteze yol açıyor, o dinin meşruiyeti sağlayan bütün efsaneleri yerle bir ederek ilerliyor.

Artık tartışma götürmez bir gerçek; İslam hoşgörü dini falan değil. Onun modern müritleri etraftaki her şeyi biate zorluyor, kendine benzetmeye çalışıyor. Buna direneni düşman olarak görüyor, yok etmek istiyor. Mezhepçilik, ırkçılık, hoyratlık ve cehalet cemaatin ortak hasleti. İslam hoşgörülü olsa bile İslamcıların o hoşgörüye tahammülü yok artık. Kendi üzerine çökmüş bir güruh bu; Dogmatik, yobaz, saldırgan, dışlayıcı, şiddete meyilli. Fırsat bulan kafa kesiyor, fırsatı az olan şortlu kadına tekme atıyor, bütün bunlara imkân bulamıyorsa internet üzerinden sağa sola saldırıyor, tehdit ediyor.

Devletteki dönüşümün sosyolojik temeli işte böyle bir güruh. “Andımız”ı anti demokratik bulup kaldırdılar, şimdi cihat yemini ettiriyorlar bebelere. Kemalizm, bilim, hatta Marks yok müfredatlarında; Uydurma kutlu doğum var. Din dersi dayatması sürüyor, imam hatip dayatması freni patlamış otomobil kıvamında. Bir parti dini artık İslam, o partinin arka bahçesi. Camiler o partinin şubesi. Kışlada 30 Ağustos’ta ölenlerin ruhunu mevlit okutuldu, ölen askerlerin cenazesi tekbirle uğurlanacak. Saray var içki yok, yağma var denetim yok, zulüm var adalet yok, faşizm var hukuk yok.

Cumhuriyeti düşük Türkiye’nin önündeki tek seçenek işte bu milliyetçi dincilik. İddiaları bu, hayalleri bu kadar…

***

Yanı başımızdaki Mısır’dan biliyoruz; Çok yaşamaz bu kötülük.

Ekmek, özgürlük ve sosyal adalet isteyen Mısırlılar, sokaklara dökülüp Hüsnü Mübarek’i alaşağı ettiler biliyorsunuz. Mübarek indi İhvandan Muhammed Mursi bindi. Düzen “devrimi çalmayı” başarmış görünüyordu. Ama çok değil iki yıl sonra Mübarek’i alaşağı eden kalabalıklar Müslüman Kardeş Mursi’ye karşı sokaktaydı. 25 Ocak 2011’de iktidara oturan Müslüman Kardeşler 25 Ocak 2013’te devrimin hedefi haline geldi. Çünkü Hüsnü Mübarek rejiminin tüm uygulamalarını birebir sürdürüyorlardı. IMF’ye bağlılık bildirmişlerdi; Özelleştirmelere, hak gasplarına ve yüksek zamlara hız vermişlerdi. Mursi’nin ilk işi kendisini “firavun” mertebesine yükselten yasalarla donatmak oldu. Sonra da iktidarını garanti altına almak için gidip Siyonistlerin ve emperyalistlerin kucağına oturdu. Düşüşün işaretleriydi bunlar.

Müslüman Kardeşleri halkın alaşağı etmek üzere olduğu anlaşılınca kontrolü elinde tutmak isteyen malum güçler orduyu harekete geçirdi, Müslüman kardeş Mursi devrildi.

Kısa Müslüman Kardeşler iktidarından geriye kalan tek tartışma, parlamentoya 14 yaşındaki kızların evlendirilebilmesine izin veren ve erkeklere ölen eşleriyle öldükten sonraki altı saat içinde cinsel ilişkiye girebilme hakkı tanıyan iki yasa önerisi. Mısır’ın “Arap-İslam Sentezi”nin hazin hikâyesidir.

***

Bizimkiler onların izinde emin adımlarla ilerliyorlar. Önce beş yaşındaki çocuklarla evlenilebilir dediler mesela, sonra bir yaş indirdiler çıtayı. Aralarında annelerinin diz kapağından tahrik olanlar var. Erkek çocuklarına meyilli yobazlar hayli kalabalık bir gurubu oluşturuyor gelen haberlere bakılırsa. Sapık fantezilerinden bir kısmını milli eğitim müfredatına soktular üstelik. Ateistle evlenmemeyi öğütlediler çocuklara mesela. “O ne demek” diye itiraz edilince Milli Eğitim bakanlığı bürokratı topu Allah’a attı, “Ben demiyorum o diyor” dedi.

Kandırılma, yalan söyleme, gerekiyorsa reislerini Allah-peygamber ilan etme, daha da önemlisi günah işleme özgürlüğü var arkadaşların. Hukuk onlara işlemiyor bu nedenle. Toplumda zaaf noktasından kuvvet noktasına geçen Türk-İslam Sentezi’nin canlı yaşayan tipleri işte bunlar.

Ama bakın, kurdukları gecekonduya sığmıyor ülke. Yarısı açıkta kaldı halkın. Sert rüzgârlar sallıyor derme çatma yapılarını.

Dine basarak geldiler oysa. Ayaklarının altında inleyip duruyor din, can çekişiyor şimdi. Firavun yetkileriyle donattılar kendilerini bu arada. Belli ki düşecekler yakında, bir hazin hikâye kalacak arkalarında...