Topsuz alandaki uzun adama kısa bir hatırlatma

Diktatörler futbolu sever, çünkü kalabalıkların kolay maniple edildiği büyük statlarda oynanır bu oyun. Ama tam da bu yüzden diktatörler için tekinsiz bölgelerdir statlar. “Karizması statlarda çizilmiş” pek çok diktatör öyküsü vardır. 

Mezarında ters dönsün, Kenan Evren de futbolu severdi ama futbol konusunda pek bilgisizdi. Ayağını topa sürmemiş olması da mümkündür ki diktatörler bilgi yarışmasıyla seçilmez zaten. Hatta bir rivayete göre diktatörün cahili makbuldür. Hem diktatör hem futbolsever olunca o da olanca cehaletiyle daldı yeşil sahalara.(O zamanlar sahalar yeşil miydi hatırlamıyorum) Şiddetli meşruiyet ihtiyacından olacak, anayasal düzene müdahale edip alanı düzledikten sonra, kurulu futbol düzenine de müdahale ederek huzur operasyonunu yeşil sahalara yaymaya çalıştı. Hayır, futbol federasyonun başına geçirecek bir yandaş “tüpçü” bulmadı, onun yerine ligin bundan böyle 18 değil 20 takımla oynanmasına ve Ankaragücü’nün de birinci lige çıkarılmasına karar verdi. Kanun da çıkardı bunun için; “Türkiye kupasını kazanan birinci lige çıksın kanunu”ydu bu. Diktatör olmuş adam, canı ne isterse kanunu yapar değil mi?

Kenan Evren’in çeki düzen vermeye çalıştığı Ankaragücü “MKE Ankaragücü”ydü hâlbuki. Makine kimya endüstrisinin takımıydı, işçi tadı vardı takımda. Renkli bir taraftar gurubuna sahipti haliyle. “Gecekondu” tabir ettikleri kale arkası tribünü emekçi taraftarların favorisiydi. Gecekondu’da Urfalı Babi’nin bestelediği “Bastır Ankaragücü” şarkısı söylenirdi hep bir ağızdan; 

“Bir şişe su liraya, maaş yetmez kiraya

Kasaptaki sıraya bastır Ankaragücü…

Vergi geldi her kula, fakire, yetime, dula

Altımızdaki çula bastır Ankaragücü…”

Kenan Evren’in dokunuşu takımdaki işçi dokusunu parçalayıp attı. İşçilerin takımı gitti, diktatörün takımı geldi. O günden sonra bir daha belini doğrultamadı. Ona dair hatırlanan son şey Melih Gökçek ve oğlunun elinde maymuna çevrildiğidir. 

Diktatörlerin dokunduğu takımlar bir daha iflah olmaz çünkü. Diktatörler futbolu sevse de de futbol diktatörleri sevmez. Stat inşaatı için himmet dilenen Galatasaray’ın hali ortada. Fenerbahçe baskılara direndi ve ayakta. Beşiktaş diktatöre sevgi ile diktatöre isyan arasında sallanıp duruyor… 

Sonuncusu futbol kadar inşaatı da seviyor. Koşturmuşluğu var vakti zamanında yuvarlak meşinin peşinden. Ama o yaşları çoktan geldi geçti. Bir topu 10 metreden kaleye gönderebilmesi için 10 kişinin şike yapması gerekti gazozuna bir maçta. Memleketin her santimetrekaresinde ağır bir inşaat hamlesi peşinde o da, bu işte pek marifetli. Kenan Evren’in akıl edemediğini akıl edip futbolu bir tüpçü ve mafya yancısı bir eski futbolcuya teslim etti ama yine ıslıklanmadan kurtulamadı. Bunun üzerine lüks statlar yapıp o statlara seyirciyi kişiye özel elektronik kartlarla almaya karar verdi. Aslında yapmak istediği, seyircisiz futbolu keşfetmeye çalışmaktan ibaret ama olmuyor işte. Taşıma yandaşla futbolun çarkı dönmüyor, seyirci şart. Diktatörlerin futbola dair çözemediği ağır problem bu!

Hafta sonu en ateşli taraftar guruplarından birine sahip takımın yeni stadının açılışı vardı. Seyircisiz açtılar diktatörün himmetiyle yapılan stadı. Devlet protokolü tam kadro sahadaydı ama takım giremedi sahaya. Ve kulübün başındaki iş adamı, devlet başındaki iş bilir adamı eteklemek için olmayacak şaklabanlıklar yapınca bütün plan berbat oldu.

Ama bu kez el ense çektikleri takım MKE Ankaragücü’ne göre daha dişli, seyircisi de. Öyle bir seyirci ki “hükumeti devirmek”le suçlanmışlığı bile var. Gezi günlerinden kalmış ağır bir hesap bu. Korku büyük, korku yaman. O kadar ki, bir stadı bu kadar ıssızlaştırmak Kenan Evren’in bile akıl edebileceği bir iş değildi. Ankaragücü’ne kupayı seyircili statta vermişti bütün risklerine karşı. Sonra ıslıklanınca o da anladı sahaların tekin yerler olmadığını, küstü, bir daha maça gitmedi.

Aslında bugünün diktatörü de seyircili maçlara gidemiyor. Konya ve Başakşehir’deki “Fatih Terim” stadı dışında. O yüzden milli maçları bu statlarda oynatıyorlar ki tribünde rahatça oturabilsinler. Fakat oralardaki son maçlar da Türkiye ve Fransa’daki IŞİD katliamlarının üzerine geldi. Yapılan mecburi saygı duruşu tribünlere doldurdukları paralı seyircilerin ıslıkları ve tekbir sesleri ile kesildi. Böylece sahadaki müsamerenin futbol değil, rezil bir kan içme ayini olduğu ortaya çıktı. Diktatörler futbolu da, kan dökmeyi de sever; Kurdukları düzen bu.

Kenan Evren’in o dokunuşunda bu yana bizdeki futbol artık sadece futbol değildir. Belki bir oyundan çok, ölmüş çocukları yuhalayanlarla diktatörü yuhalayanlar arasındaki amansız bir mücadeledir. Bir insanlıktan çıkma ve bir insanlığa dâhil olma halidir.

Dedik ya ağır problem; baktılar takımı ele geçirmekle olmuyor bu kez statları ele geçirdiler. Ama bu kez de kontrolsüz bir güç olarak seyirciler dışarıda kaldı. Gezi’de stattan sokağa taşmış seyircinin nasıl bir güç olduğu anlaşıldığından, büyük problemdi bu da. GS stadının açılışında ıslık sesleri duyulunca o dönem hayatta olan “duayen” gazetecinin “sesi al sesi al” haykırışı ekrana yansımış, küçük çaplı bir olay olmuştu. Dün Beşiktaş stadının açılışında sesi aldılar. Statta sadece diktatörün sesi duyuldu.

Bir maçı seyircisiz oynama girişimidir diktatörlük. Hakemi ayarlayıp, maçı sahada kazanma oyunbozanlığıdır. Ama yasadır; Sahada kazandığını tribünde kaybedersin nihayetinde. Islıklanırsın. O ıslıklar gittiğin her statta kovalar seni.

Eninde sonunda yaptığınız o cicili tribünlerde şöyle bir türkü tutturulacak hep bir ağızdan:

“Duydum ki Tayyip park yıkacakmış,

AVM yapacakmış çok gazı varmış…

Hayal mi görüyorsun yoksa rüya mı?

Çarşı geliyor Çarşı lalay lalay laylaaay!”

Diyelim ki ekrandan almayı başardın o sesi, tribünlere, sokağa, yola, parka sinmiş sesleri ne yapacaksın?

Diktatörün yuvarlak topun karşısındaki çaresizliğidir bu!