Tatsızlık çıkarma kulübü

“Aman bir tatsızlık çıkmasın da” veya “aman ağzımızın tadı kaçmasın da” olabilir, Türkçe’de pek çok versiyonu var. Veciz mevcut durumu koruma ifadeleridir. Uyuyanı uyandırmama, muktedirin öfkesini üzerine çekmeme, kalabalıklarla ters düşmeme çağrısıdır özünde. Uymasak? Tatsızlık çıkar, ağzımızın tadı kaçar… 

Bütün iş eylemsiz kalmayı başarmaktadır. Ne pahasına olursa olsun mevcut pozisyon korunmalıdır. Basit; kıpırdamazsak koruruz, kıpırdarsak pozisyonumuzu kaybederiz, bir bilinmeze doğru sürükleniriz. 

Fakat bütün eylemsizliklerin de bir bedeli var. Kalabalıkların içinde kaybolmak, onların gittiği yere savrulmak eylemsizin kaderidir. Kolu kırılsa bile yenin içinde kalmasına razı olmalıdır. Susmalıdır, azla yetinmelidir. 

Küçümsüyor değilim, yenilmişler tecrübelerinden damıtmışlardır eylemsizliği. 12 Eylül’e sessiz kaldılar, kaybettiler. İç savaşta güçlüden yana saf tuttular, yine kaybettiler. Demirel’in, Çiller’in, Mesut Yılmaz’ın peşine takıldılar kaybettiler. Sonra ağızlarının tadı kaçmasın diye AKP’ye oy verdiler. Son seçime doğru sürüklenirken ağızlarının tadı kaçtığı için tercihlerini değiştirdiler. “CHP adayına oy verelim, AKP tam da gerilerken bir tatsızlık çıkmasın” ruhu aldı yerini. 

Ama yenilmişler eylemliliği de tecrübelerinden damıtmışlardır. Yenilgilerden başka dersler çıkarmak, başka tecrübeler edinmek mümkündür yani. Bunun için sadece bir adım daha atmak, tatsızlık çıkmasını göze almak, ağzımızın tadının kaçmasına hazırlıklı olmak gerekir. Direnmek, diklenmek, haykırmak varken korkup susmayı tercih etmek akılcı bir çözüm değildir her zaman. 

Sonuç ne derseniz, tatsızlık çıkaran bir avuç komünist dışında asayiş berkemal çok şükür. Aldık İstanbul’u. Yalnız AKP geriledi mi o belli değil. Bir imam gitti bir imam geldi. Düzen yerli yerinde. Ama ortam müsait değil, büyük bir fırtınanın tam ortasında ülke. Nereye baksan tatsızlık!

***

“Bir tatsızlık çıkmasın da”nın “sırası mı şimdi” versiyonu ise eylemsizlerin eyleme geçenleri durdurma repliğidir. Eylemi durduramıyorsan sıraya koyarsın, zaman belirlersin. Eyleme geçmenin, itiraz etmenin, kalabalıklardan ayrılmanın ve yüksek sesle konuşmanın bir sırası vardır. Sırayı belirleyen şey eylemin tatsızlık çıkarma olasılığıdır. Sıraya riayet edilirse olasılık azalır. Örnekleyelim: Seçime giderken İmamoğlu’nu eleştirmenin sırası değildir. Srebrenitsa katliamı anılırken, katliamın kahramanı olduğuna inanılan yobazın Nazi yancısı olduğu hatırlatılmamalıdır. Suriyelileri işaret ederek ırkçılık yapan muhalefet belediye başkanları görmezden gelinmelidir…   

Olayları, işleri, sözleri sıraya dizme, zamana göre ayarlama bildiğimiz küçük burjuva takıntısı. Büyük yazarımız Gorki’den ödünç alarak söylüyorum; küçük burjuva, uzun zaman içinde oluşmuş düşünce ve alışkanlıkların dar çemberi içinde sıkışıp kalmış bir tuhaf yaratıktır. Hayal gücü o çemberle sınırlıdır. Ailenin, okulun, dinin, popüler edebiyatın etkisi ve elbette düzenin ağırlığı küçük burjuvaların kafalarını değişmez bir biçimde şekillendirmiştir. Alıştığı fiziksel-zihinsel konforu sonsuza kadar sürdürmeye şartlanmıştır o kafa. Geleceğe yönelik tek duası "Allah yardımcımız olsun"dan, bütün beklentisi ise "beni rahat bırakın, dilediğim gibi yaşayayım"dan ibarettir.

Diyor ki yazar, "medeni" dünyanın bu en iyi vatandaşı, bir misyoner tarafından sorguya çekilen vahşiye benzer. Misyoner vahşiye, “Ne istersin?” demiş. Vahşinin verdiği karşılık sadedir: “Çok az çalışmak, az düşünmek ve daha çok yemek.”

Ne ister ki burjuva düzenin insanı daha başka? Bu durumda tek sorun, tatsızlık çıkarma ihtimali olan ötekileri susturmaktan ibarettir.

Çok sağlam bir düzen bağıdır bu. Statükoya sıkı sıkıya tutunmayı gerektirir. Zira itiraz edersen daha çok çalışman, daha çok düşünmen ve kesinlikle daha az yemen gerekebilir. 

Dönüp bakıyoruz içinden geçtiğimiz tuhaf döneme. Yaşadığımız gericilik döneminden alınan korkunç dersler sivrisineklerin, kurbağaların, hamamböceklerinin ve elbette küçük burjuvazinin alışkanlıklarını hiçbir şekilde değiştirmemiştir. Derin, karanlık bir kuyunun dibinde debelenip duruyorlar. Ama kurtulmanın yolunun daha çok dinselleşmeye razı olmak olduğunu sanıyorlar. Çünkü kurtuluş umudunun yerine kuyunun dibindeki refahları ile meşguller. 

Yapışmış gericiliğin kuyruğuna konforu bozulmasın diye çırpınıyor. "Çok yemek, az çalışmak, pek az düşünmek" istiyor. Peki ya gerici dalga? AKP gitsin yeterli…

O kadar düşük ki çıtası, bir küçük ışık yansıması için “düğün evinin tefçisi, ölü evinin yasçısı” olmaya teşne. Faşist partiyi kurtarıcısı olarak selamlıyor, düzenin dışlanmış küçük dinci partisine sempati ile bakıyor. Ve haliyle ağzının tadını kaçıran Komünistlere ağız dolusu küfür ediyor.  

***

İstanbul’u alırlarsa laiklik gelecek sanıyorlardı. İstanbul’u aldılar, laikliğin son kırıntıları da ellerinden uçup gitti. Belediyede dua olur mu desek “şimdi sırası değil” diye yapıştırıyor lafı. Dua okudun da imam ne iş desek “susalım bir tatsızlık çıkmasın” diyor. 

Bunlar olurken vatandaşlıktan ümmet olmaya doğru sağlam adımlar atıldı. “Başörtüsü emir değil” diyen ilahiyatçıya dava açıldı. Fırsat bulan Diyanet, tekke ve zaviyelerin yasallaşması için hazırlık yapıyor. 

Havuz gazetesinin devşirme yazarı, kurtarıcımız efendimiz “İmamoğlu ile birkaç saat” geçirdi o sırada. Sonra izlenimlerini yazdı. Bütün uğraşlarına rağmen “solcuyum” dedirtememiş ademe. Niye desin, değil zaten. Makam odasında göreve dua okuyarak başlamasına yönelik eleştirileri, tolerans konusunda son 15 yılda pek de yol almamamıza bağlamış. İmam her yere gelirmiş, buna bir işe başlamanın uğuru olarak bakmak gerekirmiş. Halbuki epey yol aldık hoşgörüde. Bir avuç haddini bilmez dışında eleştiren falan yok bunları. 

Eleştiriyoruz. Bağırıyor oradan, “tam da AKP’yi geriletecekken sırası mı şimdi” diye. 

***

Srebrenitsa katliamının yıldönümüydü önceki gün. Nedir o katliamın esası? Yugoslavya iç savaşındaki hesaplaşma. Emperyalist güçler toplandılar, sosyalist Yugoslavya deneyimini tarihe gömmek için harekete geçtiler. O ana kadar bir arada yaşayan farklı inançlar, farklı kültürler korkunç bir iç savaşın itici gücüne dönüştürüldü. Haliyle savaşın “kahramanı” da saldırganların adamlarından biriydi. Bu tarihten çıkarabileceğimiz tek şey var: İç savaşlardan kahraman çıkmaz, bulamazsınız. Kendi halkına karşı savaşıp kahraman olmak mümkün değildir. Haliyle kahramanınız Nazi yancısı NATO yolcusudur. 

Herkes kurtlarla birlikte ulurken bunları hatırlattık diye patron yancısı gazeteci kılıklı zibidi “sırası mı şimdi” diye çıkıştı bize. Faşiste faşist demenin sırası olur mu? Yol açtığı katliamın yıldönümü, faşiste marifetlerini hatırlatmanın tam sırasıdır. 

“Faşizm en katıksız biçimiyle, sıradan orta sınıf insanının bütün akıldışı ruhsal tepkilerinin toplamıdır” diyordu Wilhelm Reich, “Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı”nda. Bu karanlık düzen “kitle”nin dışında, ona rağmen kurulmuş değildir yani. Temellerinde “bir tatsızlık çıkmasın da”, “ağzımızın tadı kaçmasın da” ve “sırası mı şimdi” refleksi vardır. 

Bize gelince, tatsızlık çıkarma kulübüyüz biz. Fıtratımız bu; sıraya uymayacağız, tatsızlık çıkaracağız, ağızlarının tadını kaçıracağız…